top of page

602 items found for ""

  • DESIGN & INTERIORS | Yuzu Magazine

    October 2024 | DESIGN & INTERIORS TURKISH BELOW TURKISH ARCHITECTS at FERIA HABITAT VALENCIA words Alp Tekin photos Design Link Spain's largest international furniture and lighting fair, Feria Habitat, took place in Valencia from September 30th to October 3rd. This year's edition saw the participation of a team of 14 Turkish architects and interior designers. ​ Invited by Design-Link, the Turkish representative of the Spanish outdoor brand Vondom, the group included Design-Link co-founders, interior architects Senem Atay and Merve Ertürer Güçhan; Ozge & Berat Taşkıran, co-founders of the Vondom Istanbul Flagship Store and Som Interior; Zoom TPU co-founder and interior architect Atilla Kuzu; Bou Design founder, architect Şebnem Buhara; Eke Architecture founder, architect Öznur Turan Eke; Aukett Swanke Istanbul Managing Partner, architect Burcu Şenparlak; Doğuş Construction Director, architect Fatoş Öcal; Mine Sayın Architecture and Design Studio founder, interior architect Mine Sayın; Mimaristudio co-founder, architect Ayça Akkaya Kul; Ofist co-founder and interior architect Yasemin Arpaç; Cisim Design co-founder and interior architect Erdem İşler; and Mer128 co-founder, interior architect Merve Özkardeşler. ​ On the first day, the entire team gathered at the Vondom booth, where they had the opportunity to meet architect and designer Ramon Esteve. The following evening, they were invited to Vondom’s exclusive rooftop party at the Barcelo Hotel, where they met renowned designer Jean-Marie Massaud. TÜRK MİMARLAR FERIA HABITAT VALENCIA’DAYDI İspanya’nın en büyük uluslararası mobilya ve aydınlatma fuarı Feria Habitat her yıl olduğu gibi 30 Eylül- 3 Ekim tarihleri arasında Valencia’da gerçekleşti ve bu yılki edisyona Türkiye'den 14 kişilik mimar ve iç mimar ekibi katıldı. İspanyol outdoor markası Vondom’un Türkiye Temsilcisi Design-Link'in davetiyle Valencia'ya giden ekipte Design-Link kurucu ortakları iç mimar Senem Atay ve iç mimar Merve Ertürer Güçhan, Vondom İstanbul Flagship Mağazası ve Som Interior kurucu ortakları Ozge & Berat Taşkıran, Zoom TPU kurucu ortağı ve iç mimar Atilla Kuzu, Bou Design kurucusu mimar Şebnem Buhara, Eke Mimarlık kurucusu mimar Öznur Turan Eke, Aukett Swanke İstanbul Yönetici Ortağı mimar Burcu Şenparlak, Doğuş İnşaat Direktörü mimar Fatoş Öcal, Mine Sayın Architecture and Design Studio kurucusu iç mimar Mine Sayın, Mimaristudio kurucu ortağı mimar Ayça Akkaya Kul, Ofist kurucu ortağı ve iç mimar Yasemin Arpaç, Cisim Design kurucu ortağı ve iç mimar Erdem İşler, Mer128 kurucu ortağı ve iç mimar Merve Özkardeşler yer aldı. İlk gün tüm ekip fuardaki Vondom standında buluştu ve mimar, tasarımcı Ramon Esteve ile tanıştı. Ertesi akşam ise tüm ekip Vondom'un Barcelo Hotel'in rooftop'ında verdiği partiye davetliydi ve burada ünlü tasarımcı Jean-Marie Massaud ile tanıştı.

  • DESIGN & INTERIORS | Yuzu Magazine

    October 2024 | Art & Culture FOR TURKISH 5 MUST-SEE EXHIBITIONS in ISTANBUL words Burcu Dimili 1. NAZAN AZERİ, SONGS WITHIN ME @Loft Art ​ The exhibition featuring works by Nazan Azeri in various mediums such as painting, photography, and video was opened under the curatorship of Nergis Abıyeva as this year's prestigious exhibition at Loft Art. The exhibition will be open for visits until December 1. 2. “2.5B” @YUNT Opened last year, YUNT welcomes the new season with the exhibition titled 2.5B, curated by Murat Germen. This exhibition, which will be on view until December 6, invites visitors to explore the universe of two-and-a-half dimensions, a representational method that exists between two and three dimensions. The artists featured in the exhibition are: Tanzer Arığ, Gökçen Ataman Tanyer, Nora Byrne, Gizem Çeşmeci, Nermin Er, and Semih Zeki. 3. TAVILOGLU COLLECTION, A COLLECTOR'S STORY @various locations ​ ​ The Taviloğlu Collection, which Mustafa Taviloğlu began with great excitement in 1972 and has continued to grow for 52 years, has met the audience through an exhibition spanning seven areas. Curated by Derya Yücel and Marcus Graf, the collection features works by 903 artists and includes 2,412 pieces. It will be open for visits until December 15. 4. ALEKOS FASSIANOS, SETTING SAIL FOR BYZANTIUM @Zeyrek Çinili Hamam ​ ​ The exhibition "Setting Sail for Byzantium," featuring the works of Greek artist Alekos Fassianos (1935-2022), will run until December 31, 2024, at Zeyrek Çinili Hamam. The exhibition brings together Fassianos' artworks with Istanbul's historical and cultural heritage. Curated by Anlam de Coster, the exhibition is organized in collaboration with the Alekos Fassianos Museum in Athens and takes place in the Byzantine cistern discovered during the restoration of the hamam. 5. AVNİ LİFİJ @1851.gallery ​ Istanbul’s new gallery, 1851.gallery, opened its doors with previously unseen photographs by Avni Lifij. The first exhibition of the gallery, founded by Kerim Suner, features Lifij's photographs produced using platinum-palladium printing. If you'd like to see the works of Avni Lifij, one of the 1914 Generation painters, for the first time in a specially prepared exhibition a century later, be sure to visit 1851.gallery.

  • DESIGN & INTERIORS | Yuzu Magazine

    October 2024 | Art & Culture FOR ENGLISH İSTANBUL’DA GÖRÜLMESİ GEREKEN 5 SERGİ words Burcu Dimili 1. NAZAN AZERİ, İÇİMDEKİ ŞARKILAR @Loft Art ​ Nazan Azeri’nin resim, fotoğraf ve video gibi farklı türlerden çalışmalarını bir araya getiren sergi Nergis Abıyeva küratörlüğünde, Loft Art’ın bu yılki prestij sergisi olarak açıldı. Sergi 1 Aralık tarihine dek ziyaret edilebilecek. 2. “2.5B” @YUNT Geçtiğimiz yıl açılan YUNT, Murat Germen’in küratörlüğünü üstlendiği 2.5B başlıklı sergiyle yeni sezonu karşıladı. 6 Aralık tarihine dek görülebilecek sergi, iki boyut ile üç boyutun ara noktasındaki bir temsil yöntemi olan iki buçuk boyut evrenini keşfetmeye davet ediyor. Sergide yer alan sanatçılar: Tanzer Arığ, Gökçen Ataman Tanyer, Nora Byrne, Gizem Çeşmeci, Nermin Er, Semih Zeki. 3. TAVİLOĞLU KOLEKSİYONU, BİR KOLEKSİYONER HİKÂYESİ @çeşitli mekânlar ​ ​ ​ Mustafa Taviloğlu’nun 1972 yılında büyük bir heyecanla başlattığı ve 52 yıldır büyütmeye devam ettiği Taviloğlu Koleksiyonu, yedi alana yayılan bir sergilemeyle izleyiciyle buluştu. Derya Yücel ve Marcus Graf küratöryel imzası taşıyan, 903 sanatçının 2412 eserini barındıran koleksiyon, 15 Aralık tarihine dek ziyaret edilebilir. 4. ALEKOS FASSIANOS, BİZANS’A YELKEN AÇMAK @Zeyrek Çinili Hamam ​ ​ Zeyrek Çinili Hamam’da 31 Aralık’a kadar devam edecek olan “Bizans’a Yelken Açmak” sergisi, Yunan sanatçı Alekos Fassianos’un (1935-2022) eserleriyle İstanbul’un tarihi ve kültürel mirasını bir araya getiriyor. Küratörlüğünü Anlam de Coster’in üstlendiği sergi, Atina’da bulunan Alekos Fassianos Müzesi iş birliğiyle düzenleniyor ve hamamın restorasyon çalışmaları sırasında keşfedilen Bizans sarnıcında gerçekleşiyor. 5. AVNİ LİFİJ @1851.gallery ​ İstanbul’un yeni galerisi 1851.gallery, Avni Lifij’in daha önce görülmemiş fotoğraflarıyla kapılarını açtı. Kerim Suner kuruculuğundaki galerinin ilk sergisi Avni Lifij’in platin-paladyum baskı ile üretilmiş fotoğraflarından oluşuyor. 1914 kuşağı ressamlarından Avni Lifij’in fotoğraflarını 100 yıl sonra ilk kez özel olarak hazırlanmış bir sergiyle görmek isterseniz yolunuzu 1851.gallery’ye düşürebilirsiniz.

  • Art | Yuzu Magazine | İstanbul

    5 MUST-SEE EXHIBITIONS in ISTANBUL NEW DESIGN LANGUAGES FROM FOUR DESIGNERS ART BASEL PARIS Highlights FOR the 2nd time ALCOVA in MIAMI BEN BROWN ‘I would like to buy a bigger Agnes Martin’ LUKE EDWARD HALL's PATMOS dreams 10 AMAZING THINGS about NOMAD Capri FRANCK LEBRALY The HERO of our LAST ISSUE LET’S MEET at the 'TABLES YOU CAN'T BE' dinner The HIGHLIGHT of the WEEK: NOMAD CAPRI VUSLAT ‘Kendimizi her şeyden üstün görüyoruz’ ‘We see ourselves above all else’ Oyuncağı sanata dönüştüren TOYKONTAKT TOYKONTAKT turns toys into art HANS OP DE BEECK “Life is never one-dimensional” AMERICAN GLITCH What can the world trust? Notes from the Iconic Trinity's 100th Anniversary Celebration Istanbul's new art fair ART SHOW CHLOE ROSSER’IN EŞİT BEDENLERİ CİHAN BACAK Creator of Muscular Theology SHIZU SALDAMANDO ENNE & YUZU’S ART BASEL MIAMI EVENT Daha Fazla

  • İNSAN | Yuzu Magazine | İstanbul

    MERT SARI ‘When the lightning began to flash around the Altar of Zeus…' ZEYNEP EROL ‘I love this authenticity’ KAAN BERGSEN İPEK-LEVENT AĞAN I SEE BODRUM JUST AS I WANT TO SEE DİLARA KARABAY CHEF SANTIAGO LASTRA M A L L O R Q U I N S THE PIZZERIA IN A VILLAGE OF TEN MODERN VAGABONDS OF THE NEW WORLD GÖKTUĞ ÖZDEMİR BE ORIGINAL by PANERAI - VII ECE CEYLAN BABA EFE ÇAKAREL Creator of MUBI ŞAHİKA ERCÜMEN BE ORIGINAL by PANERAI - V EMRE ÖZÜCOŞKUN BE ORIGINAL by PANERAI - VI BEGÜM KHAN ALP ÖZCAN Be original by Panerai vol1 HAKAN YILDIZ EMİRHAN PARALI ESRA KAZMİRCİ Daha Fazla

  • ART & CULTURE | Yuzu Magazine

    September 2024 | Art & Culture TURKISH BELOW NEW DESIGN LANGUAGES FROM FOUR DESIGNERS words Alp Tekin You might be interested in the exhibition "Crossing Paths and New Design Languages", a collaboration between four designers during the London Design Festival. The exhibition runs until September 22 at Studio Sahil's new studio showroom (address below) and features ESMEZ, Studio Sahil, Studio Pangaea and Kätlin Lõbu. All four designers push the boundaries of glass, ceramics, textiles and jewelry through material experimentation and conceptual exploration. The exhibition is a journey of textural exploration, featuring handmade pieces that embody slow design and emphasize time, care and attention to detail. ESMEZ ​ Let's talk about the four designers... ESMEZ is a London-based design studio founded by Elif Esmez. Specializing in ceramic-based creative products, ESMEZ will present the Istif collection at the London Design Festival. Istif, meaning “stack of/stacking” in Turkish, refers to Elif's versatile elevated surfaces, which come in various sizes and textures designed to be stacked. STUDIO SAHIL Award-winning London-based design studio Sahil is inspired by natural phenomena, patterns and forms. The name 'Sahil', which means 'shore' in Turkish, reflects this connection with nature. For LDF, Studio Sahil will present new blown glass objects based on research with volcanic sand and ash. These natural materials come from Eyjafjallajökull, Snæfellsnes and Reynisf in Iceland. KATLIN LŌBU Kätlin Lõbu is a freelance curator and textile designer working mainly with natural materials such as linen and cotton. Kätlin intertwines her experiences and influences to encode a new language and build her own narrative in contemporary patchwork design. She combines bold colors from Asia, heritage knitting patterns from her native Estonia, and the influences of the vibrant city of London. STUDIO PANGAEA Founder Ayşe E. Coşkun is a product designer and academic. Ayşe will be exhibiting a range of handmade jewelry under the Studio_Pangaea brand for the first time at the London Design Festival. DÖRT FARKLI TASARIMCIDAN YENİ TASARIM DİLLERİ Londra Tasarım Festivali sırasında dört tasarımcının bir araya gelerek oluşturduğu “Crossing Paths and New Design Languages” sergisi ilginizi çekebilir. 22 eylüle kadar Studio Sahil’in yeni atölye showroom’unda (adresi aşağıda) sürecek sergiye ESMEZ, Studio Sahil, Studio Pangaea ve Kätlin Lõbu katılıyor. Dört tasarımcı da malzeme deneyleri ve kavramsal araştırmalarla cam, seramik, tekstil ve mücevherin sınırlarını zorluyor. Sergi, yavaş tasarımı somutlaştıran, zaman, özen ve ayrıntılara dikkati vurgulayan el yapımı parçaların yer aldığı doku keşfine bir yolculuk niteliğinde. ​ ESMEZ ​ Gelelim dört tasarımcının kimler olduğuna… Londra merkezli bir tasarım stüdyosu olan ESMEZ, Elif Esmez tarafından kurulmuş. Seramik bazlı kreatif ürünlerde uzmanlaşan ESMEZ, Londra Tasarım Festivali'nde Is koleksiyonu sergileyecek. STUDIO SAHIL Londra merkezli ödüllü tasarım stüdyosu Sahil; doğal fenomenler, desenler ve formlardan ilham alıyor. Türkçe'de sahil/kıyı anlamına gelen 'Sahil' ismi doğayla olan bu bağlantıyı yansıtıyor. Studio Sahil LDF için volkanik kum ve külle yapılan bir araştırmaya dayanan yeni üfleme cam objelerini sergileyecek. Bu doğal malzemeler İzlanda’daki Eyjafjallajökull, Snæfellsnes ve Reynisf'ten elde edilmiş. KATLIN LŌBU Kätlin Lõbu ağırlıklı olarak keten, pamuk gibi doğal malzemelerle çalışan serbest küratör ve tekstil tasarımcısı. Kätlin, deneyimleriyle yeni bir dil kodluyor ve çağdaş patchwork’te kendi anlatısını inşa ediyor. STUDIO PANGAEA Kurucusu Ayşe E. Coşkun bir ürün tasarımcısı ve akademisyen. Ayşe, Studio_Pangaea markası altında ilk kez Londra Tasarım Festivali'nde bir dizi el yapımı mücevher sergileyecek. ADRES: Studio Sahil, 3 Torrens St, Londra EC1V 1NQ

  • DESIGN & INTERIORS | Yuzu Magazine

    October 2024 | Design & Interiors FOR TURKISH THEIR FAVORITE EDIZIONE LIVING CORNERS, CHOSEN for YUZU - c h o i c e s - words Alp Tekin photos Abdullah Abukan creative director Erdi Eralp Uğur Authentic, elegant, and simple. These three words perfectly sum up the designs of Edizione Living, founded by Sema Gizem Özdemir and Burcu Burat. Inspired by local artisans, the brand’s products are crafted in small-scale, boutique workshops rather than factories. In the CHOICES project by Yuzu Magazine and Edizione Living, four leading figures from Istanbul’s design scene posed in different corners of the brand’s newly opened store in Fenerbahce, Istanbul. 1. DERYA TOROS Interior Architect / Toros & Partners co-founder ​ I love the Elba Sofa in this corner because it’s both comfortable and stylish. The Pia Stool I’m sitting on, with its minimal and elegant design, adds a simple elegance and timeless aesthetic to any space. That’s why the Elba Sofa and Pia Stool were my picks from Edizione Living. 2. EMRE ÖZÜCOŞKUN Interior Architect / Cisimdesign co-founder ​ Balance is a key element in all our projects. This Edizione corner feels close to me because it reminds me of the balance in materials, colors, and forms in our Cisimdesign projects. The harmony in the contrast between the bright, cool stool and the rug it stands on, along with the interplay between green plants and solid wood, beautifully reflects this balance. 3. FULYA BOZKURT Journalist / Editor-in-Chief of Marie Claire Maison Turkiye ​ With its natural, raw wood furniture and handmade pieces, the Edizione Living collections perfectly align with my lifestyle. I love the sense of warmth and character that the sofas and couches, draped in soft natural linen, bring to a space. This Edizione Living corner, with its color palette that moves from chocolate brown to beige, feels incredibly cozy, modern, and comfortable. Their eco-friendly production and commitment to sustainability are also among the main reasons I choose this brand. I can already imagine spending hours around this dining table with my loved ones by candlelight! 4. ONUR BAŞTÜRK Publisher / Founder & Editorial Director of YUZU Magazine I chose this corner because this bedroom is exactly as I envisioned: natural, elegant, simple, and calming. The linen cover on the bed is especially wonderful, as I really value non-industrial materials in the bedroom. Think about it—we actually spend a huge part of our lives in the bedroom, and it deserves just as much care and attention as our other living spaces. I also love the wooden wardrobe here. To me, any type of wood is synonymous with tranquility. It’s so nice to see wood’s warm touch appearing more often in the design world these days; it makes me happy.

  • INSAN-2

    December 2023 | Vol 11 TURKISH BELOW MODERN VAGABONDS of the NEW WORLD words Onur Baştürk Yaz, Ali and Osman... Friends since childhood. But really, since their early childhood! They met in kindergarten. Later on they were inseparable until their university years. Three friends have a dream that grows more and more mature as they grow up, a dream they never give up on. And that is to live the rest of their lives together, sharing it... First, they have the idea of opening a bar, because their chosen works prepare the ground for it. Osman is a sommelier, Ali is a bartender, Yaz is a model and a DJ. Then the paths of these three close friends cross in Rome. Yaz is the first one to move to this city. Then Ali and Osman arrive from Istanbul. And together they found Sincasa Roma. So what is Sincasa? A circle with a lot of food, drink and music... Under the name of Sincasa, Yaz, Ali and Osman started to organise events successively in Rome and became increasingly well-known. So much so that 300 people suddenly flocked to their event in the garden of a church! Eventually, the Sincasa trio, namely Yaz Yüceil, Ali Ersoy and Osman Pekin, decided to expand their ambitions by adding Yaz's wife Alice (Fowler), Ali Uras and İlayda Keçeli. Aim is to go to other cities! In addition, new productions under the name of Sincasa, especially film and photography... FEAR DOES NOT HELP Osman says, "We set off for Rome without thinking about what we were going to do. But fear and anxiety won't help. The main thing is to flow... We really flowed and it worked". ​ "What does 'Sincasa' mean?" I ask. Yaz and Osman say, "It is actually a combination of the Latin word Sin and the Italian word Casa. It means homeless! Because this name describes us. For the first seven months in Rome, we stayed in Airbnb houses, continuously. We couldn't find a flat. We were almost always out on the streets anyway, coming home in the early hours of the morning. But then, home is wherever you go. We are each other's "home". WE CAME INTO LIFE TOGETHER, WE WANT TO END IT TOGETHER As they narrate, I find it wonderful that the three friends had the enthusiasm to live an entire lifetime together and actually achieved it. In fact, I keep pinching myself, "Are they real?" Because it's not easy. Living life as it comes, maintaining a friendship all these years and realising the plan they dreamt of and still holding on to each other tightly... They're like characters in a Ferzan Ozpetek movie: Cheerful, relaxed, "We'll manage, don't worry" and "go with the flow"... And how do they perceive the formation of Sincasa? Osman says, "This is the story of three friends bound together by an eternal love. An adventure in which they complement each other, where the paths are uncertain, but they know the direction in common". "It's a union formed by the pleasure of living life to the fullest," says Yaz: "A lifestyle full of dancing, making love and always with style". ​ The most striking is the statement made by Ali: "We came into life together and we want to end it together. In the meantime, we want to enjoy life. Salute!” At that moment, I am asking them to summarise their view of life, and the three friends say the following: "We are the vagabonds of this world! It doesn't matter where we stay; what matters is who you share life with, what you eat and drink, what you listen to and how much you dance..." What can I say; may the path of these three inspiring new world vagabonds be clear, which it will be! ​ ​ Yaz, Ali ve Osman… Çocukluktan arkadaşlar. Ama gerçekten çocukluktan! Ana okulunda tanışıyorlar. Sonrasında üniversite yıllarına dek hiç ayrılmıyorlar. Üç arkadaşın büyüdükçe daha da olgunlaşan, hiç peşini bırakmadıkları bir hayalleri var. O da, hayatın geri kalanını da beraber paylaşarak yaşamak… Önce bar açma fikri doğuyor, çünkü seçtikleri işler buna zemin hazırlıyor. Osman sommelier, Ali bartender, Yaz ise hem model hem dj. Derken üç sıkı arkadaşın yolu Roma’da kesişiyor. Yaz, bu şehre taşınan ilk kişi oluyor. Daha sonra İstanbul’dan Ali ve Osman geliyor. Ve hep beraber Sincasa Roma’yı kuruyorlar. Sincasa ne mi? İçinde bolca yeme-içme ve müzik olan bir topluluk… Sincasa ismiyle Roma’da peş peşe etkinlik düzenlemeye başlayan Yaz, Ali ve Osman giderek daha fazla tanınmaya başlıyor. Öyle ki, bir kilisenin bahçesindeki yaptıkları etkinliğe bir anda 300 kişi akın ediyor! Sonunda Sincasa üçlüsü; yani Yaz Yüceil, Ali Ersoy ve Osman Pekin, aralarına Yaz’ın eşi Alice’i (Fowler), Ali Uras’ı ve İlayda Keçeli’yi de katarak hedeflerini büyütme yoluna gidiyor. Hedef, başka şehirler! Ayrıca film, fotoğraf başta olmak üzere Sincasa adı altında yeni üretimler… KORKU BİR İŞE YARAMIYOR Osman diyor ki, “Roma’ya giderken ne yapacağımız konusunda hiçbir şey düşünmeden yola çıktık. Ama korku ve endişe bir işe yaramıyor. Önemli olan akmak… Gerçekten de aktık ve oldu”. “Sincasa”nın anlamı nedir?” diye soruyorum. Yaz ve Osman, “Latince Sin ile İtalyanca Casa kelimelerinin birleşimi aslında. Evsiz demek! Çünkü bu isim bizi anlatıyor. Roma’daki ilk yedi ay boyunca sürekli Airbnb evlerinde kaldık. Bir türlü ev bulamıyorduk. Zaten neredeyse hep sokaklardaydık, sabaha karşı eve geliyorduk. Ama zaten ev, nereye gidersen orasıdır. Bir yandan biz birbirimizin eviyiz”. HAYATA BİRLİKTE GELDİK, BİRLİKTE BİTİRMEK İSTİYORUZ Onlar anlattıkça, üç arkadaşın tüm bir hayatı beraber yaşama hevesini ve bunu gerçekleştirmiş olmalarını şahane buluyorum. Hatta sürekli kendimi dürtüyorum, “Gerçekler mi?” diye! Çünkü kolay değil: Hayatı geldiği gibi yaşama, bunca yıl bir arkadaşlığı sürdürme ve hayalini kurdukları planı gerçekleştirip birbirine hâlâ sıkı sıkıya tutunmaya devam etme… Ferzan Özpetek filmindeki karakterler gibiler: Neşeli, rahat, “Hallederiz ya, dert etme”ci ve “akışına bırak”cı… Peki Sincasa oluşumunu onlar nasıl görüyor? Osman diyor ki, “Sonsuz bir sevgiyle birbirine bağlı üç dostun hikâyesi bu. Birbirlerini tamamlayarak ilerleyen, yolların belirsiz olduğu, ama yönünü ortak bir şekilde bildikleri bir serüven”. Yaz, “Hayatı doya doya yaşamanın zevki ile oluşan bir birliktelik” diyor: “Dansederek, sevişerek ve her zaman stil ile dolu bir yaşam tarzı”. En çarpıcısı ise Ali’nin cümlesi: “Biz hayata birlikte geldik, birlikte de bitirmek istiyoruz. Bu süreçte de hayatın keyfini çıkarmak istiyoruz. Salute!” O noktada, “Hayata bakış açınızı özetlesenize” diyorum, şöyle diyor üç arkadaş: “Biz bu dünyanın serserileriyiz! Nerede kaldığımız önemli değil; önemli olan hayatı beraber paylaştıklarınız, ne yiyip ne içtiğiniz, ne dinlediğiniz ve ne kadar dansettiğiniz…” Ne diyeyim; ilham verici bu üç yeni dünya serserisinin yolu açık olsun, ki öyle de olur zaten! SINCASA’NIN DİĞER ÜYELERİ - Ali Uras: Yarı Alman yarı Türk. Grubun aşçısı, şefi. ​ - Alice “Kraliçe” Fowler: Yarı İtalyan yarı İskoç. Organizasyon yeteneğiyle grubu bir arada tutuyor. Prodüktörlük, modellik yapıyor ve aynı zamanda performans sanatçısı. ​ - Sena İlayda Keçeli: Ekibin en yenisi. Alternatif bakış açısıyla Sincasa eventlerine yemekleriyle katılıyor. ​ - Finn O’ Hanlon: Avustralya doğumlu fotoğrafçı ve sanatçı. Paris, Berlin, Beyrut, New York gibi şehirlerde çalışıp yaşamış. Fotoğraflarıyla Sincasa’nın imajını ve estetiğini belirliyor. ​ ​ for more Print VOL - XI FALL & WINTER 2023-24 Out of Stock Add to Cart

  • INSAN-2

    January 2023 | Place & People | Vol VIII english below ESRA KAZMİRCİ Yazı & Fotoğraflar | Onur Baştürk Mimarlık ofisin Arnavutköy’de, evin Rumelihisarı’nda. İstanbul’u bu iki gözde semt arasında yaşamak sana ve mesleğine neler kazandırıyor? Özellikle evin konusunda, “Buraya girince İstanbul’dan uzaklaşıp tatil havasına giriyorum” diyorsun. Neden? ​ Ofiste geçirilen yoğun ve uzun bir günden sonra kendimi hemen eve atmak istiyorum! Bu noktada İstanbul gibi büyük bir şehirde ofisin eve yakın oluşu gerçek bir lüks. Evimizin mahallesine adım attığım andan itibaren içimi bir huzur kaplıyor. Ev ve ofis konumunun zaman geçirdiğim çevreye yakın olması da günlük hayat koşuşturması içinde her işimi halledebilmemi sağlıyor. Aynı zamanda Arnavutköy, sosyalleşeceğim mekanlara yakınlık bakımından iyi bir lokasyon. ​ Daha çok hangi mekanlara gidiyorsun? ​ Bebek Otel, Bebek Balıkçısı, Salt, Melina Kantina, Adem Baba ve Any. Ağırlıklı olarak ev odaklı projeler yapan bir iç mimarsın. En çok iz bırakan projen hangisi? ​ Genelde “Ben bu evde nasıl mutlu olurdum?” sorusundan yola çıkarak ekibimle beraber doğru işler çıkarmayı hedefliyoruz. Ev sahipleriyle karşılıklı frekanslar da evin dekorasyonunda çok önemli. Nitekim Rumelihisarı’nda yaptığımız ev projesinde müşteri tasarım konusunda kendini tamamen bize bıraktı. Bu da tasarımda özgür olmamızı sağladı. Böylece müşterimizin istekleri doğrultusunda, mevcut kurguya çok müdahale etmeden, fonksiyonelliği ön planda tutarak, görsel karakter ve dekorasyon niteliklerinden ödün vermeden bir mekan yarattık. ​ Bir ev ya da mekana girdiğinde hemen düzeltmek istediğin ilk üç şey ne? Tablo, masa üzeri aksesuar düzenlemesi ve kanepe üzeri yastıklar! ESRA KAZMİRCİ Writer & Photos | Onur Baştürk Your architectural office is in Arnavutköy, your house is in Rumelihisarı. What does living in Istanbul between these two favorite districts bring you and your profession? Especially about your house, you say, “When I come here, I get away from Istanbul and get into a holiday mood”. Why? ​ After a long and busy day at the office, I want to go home right away! At this point, being close to home in a big city like Istanbul is a real luxury. From the moment I step into the neighborhood of our house, I feel a sense of peace. The fact that the location of my home and office is close to the environment where I spend my time also enables me to handle all my tasks in the hustle and bustle of daily life. At the same time, Arnavutköy is a good location in terms of proximity to the places I will socialize. ​ Which places do you go to most? ​ Bebek Otel, Bebek Balıkçısı, Salt, Melina Kantina, Adem Baba and Any. You are an interior designer who mainly does home-oriented projects. Which is your most memorable project? ​ Generally, we aim to do the right things together with my team based on the question “How would I be happy in this house?”. Being on the hosts’ wavelength is also very important in the decoration of the house. As a matter of fact, in the house project we made in Rumelihisarı, the customer left himself completely to us in terms of design. This allowed us to be free in design. Thus, in line with the wishes of our customers, we prepared a space without compromising the visual character and decoration qualities, and without interfering too much with the existing setup, keeping the functionality in the foreground. ​ What are the first three things you want to fix right away when you enter a house or space? ​ Table, accessory arrangement on the table and pillows on the sofa! Tamamı için... | For more... Print VOL - VIII FALL&WINTER 2022-23 Out of Stock View Details Dijital / Pdf YUZU MAGAZINE - VIII 60,00₺ Price View Details

  • INSAN-2

    January 2024 | Vol 11 TURKISH BELOW the PIZZERIA in a VILLAGE of TEN words & photos Onur Baştürk Cemaller is a small village three kilometres away from Ayvacık district of Çanakkale. When I say small, I mean really small: It has 10 inhabitants. But that’s not what’s surprising. The real surprise is that this village with 10 inhabitants has a has a delicious pizzeria called Pizza Mera and it is not possible to visit the restaurant, which is only open on Fridays, Saturdays and Sundays, without a reservation. I have seen it with my own eyes: All the tables are full and those who have come all the way without calling for a reservation have to turn back. Pizza Mera’s secrets are the energy of Gizem-Erdem Kocaoğlu, the founders of the place, as well as the pizzas coming out of stone ovens and garnished with fresh products from the region. First of all, they work like busy bees. In their little restaurant at the top of the mountain, they have no other staff. Gizem makes the pizzas, Erdem is serving. They don’t want to hire waiters and expand the restaurant. They have no desire to be open on other days of the week. They want to have the time for themselves. Their biggest desire is to spend more time with their eight-year-old daughter Lal and of course to travel more in their caravan. ​ WE’RE IN THE MIDDLE OF NO WHERE ​ So why did they pick this place? The very beginning of the story is actually in Istanbul. Gizem and Erdem came to this region with their caravans while working in good positions at large companies, and then decided to stay. First they take over the management of Manici Farm. In Gizem’s words, “We left everything behind and came to the middle of nowhere”. Some time passes. This time they decide to leave the Manici Farm to do something for themselves. Gizem describes those days as follows: “Our purpose of coming to the region was quite different. We wanted to spend more time with our daughter. We had drifted away from that. So we started looking for places close to Ayvacık. Because Lal had to go to school. Soon we came to the village of Cemaller. No one knew about this place. Seven people lived there. Now there are ten, including us!” ​ Four months after they settled in Cemaller, Gizem and Erdem completed both their house and the Pizza Mera in front of the house. The reason they opened Pizza Mera is that Gizem has been loving to make pizza for years. “There was a stone oven in Manici Farm. I was already making pizza for all the employees there from time to time. This way I could gain experience,” says Gizem. ​ And now, the well-intentioned story of this former white-collar couple from Istanbul, and of course their pizzas, is causing many people from the region to flock to the village of ten. I think that is the source of inspiration behind their story: If you do something good, it doesn’t matter if you are on top of a mountain, people will find you and reward you. ​ ​ Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine üç kilometre uzaklıkta küçük bir köy Cemaller. Küçük derken, gerçekten küçük: 10 kişi yaşıyor. Ama şaşırtıcı olan bu değil. Esas hikâye, 10 kişilik bu köyün Pizza Mera isminde nefis bir pizzacıya sahip olması ve sadece cuma-cumartesi ve pazar günleri açık olan restorana rezervasyonsuz gitmenin mümkün olmaması… Gözümle gördüm: Tüm masalar doluyor, telefonda aramadan onca yolu tepenler de geri dönmek zorunda kalıyor. Pizza Mera’nın sırrı, taş fırından çıkan ve yöredeki taze ürünlerle bezenmiş pizzaları kadar mekanın kurucuları Gizem-Erdem Kocaoğlu çiftinin enerjisi. Bir kere arı gibi çalışıyorlar. Dağın başındaki restoranlarında kendilerinden başka çalışan yok. Gizem pizzaları yapıyor, Erdem servisi. Garson alıp restoranı büyütmek istemiyorlar. Haftanın diğer günleri açık olmak gibi bir hevesleri de yok. Zaman onlara kalsın istiyorlar. Sekiz yaşındaki kızları Lal’le daha çok vakit geçirmek ve tabii karavanlarına atlayıp gezmek en büyük arzuları. ​ HİÇLİĞİN ORTASINA GELDİK ​ Peki neden burayı seçmişler? Hikâyenin en başı aslında İstanbul. Gizem ve Erdem kurumsal şirketlerde iyi pozisyonlarda çalışırken karavanlarıyla bu bölgeye geliyor, sonra da kalmaya karar veriyor. Önce Manici Çiftlik’in işletmesini üstleniyorlar. Gizem’in deyişiyle, “her şeyi bırakıp çat diye hiçliğin ortasına geliyorlar”. Aradan bir süre geçiyor. Bu kez kendilerine göre bir şey yapmak için Manici Çiftlik’ten ayrılmaya karar veriyorlar. Gizem o günleri şöyle anlatıyor: “Bölgeye geliş amacımız farklıydı. Kızımızla daha çok vakit geçirmek istiyorduk. Bundan sapmıştık. Böylece Ayvacık’a yakın yerler bakmaya başladık. Çünkü Lal’in okulu vardı. Derken Cemaller Köyü’ne geldik. Kimse burayı bilmiyordu. Yedi kişi yaşıyordu. Şimdi biz dahil on kişi oldu!” Gizem ve Erdem, Cemaller Köyü’ne yerleştikten dört ay sonra hem evlerini hem de evin önündeki Pizza Mera’yı tamamlıyorlar. Pizza Mera’yı açmalarının nedeni ise Gizem’in yıllardır pizza yapmayı seviyor oluşu. “Manici Çiftlik’te taş fırın vardı. Arada bir orada tüm çalışanlara zaten pizza yapıyordum. Bu sayede kilometre yapmış oldum” diyor Gizem. ​ İLHAM VERİYOR Ve şimdi, eski beyaz yakalı İstanbullu çiftin bu iyi niyetli hikâyesi ve tabii pizzaları, bölgede yaşayan birçok insanın on kişilik köye akın etmesine yol açıyor. Bana kalırsa onların hikâyesinin ilham veren damarı bu: İyi bir şey yaparsanız, isterseniz dağ başında olun farketmez, insanlar mutlaka sizi bulup ödüllendiriyor. ​ ​ for more Print VOL - XI FALL & WINTER 2023-24 Out of Stock Add to Cart

  • INSAN-2

    Nisan 2020 | İnsan | Amerika Korona günlerinde “Arizona Dream” Yazı | İsmail Polat S evgilinizle uzun zamandır hayalini kurduğunuz tatil için New York’dan ayrıldınız. Her şey şahane ilerliyor. Dünyanın koronayla büyük sınavına rağmen gideceğiniz bölge kısmen sakin ve çok mutlusunuz. Her anı keyifle geçen tatiliniz sorunsuz bitiyor. Evinize ve çok sevdiğiniz New York’a kavuşmak için sabırsızlanıyorsunuz. Ama o da ne? Tüm dünya kilitleniyor, ABD daha da kilit. Salgın bir anda ülke gündemini ele geçiriyor ve dengeler alt üst. Yaşadığınız şehre giriş çıkışlar kapanıyor. Dönmeye pek cesaret edemiyorsunuz ama o an karar da vermeniz gerekiyor: Çünkü bulunduğunuz yerde uzun süre kalmanız imkansız. Peki nereye giderdiniz? Onlar hiç düşünmeden son uçakla Arizona’ya uçtular! Bu heyecanlı giriş için henüz izlediğim bir festival filminin ya da HBO dizisinin özeti demek isterdim, ama değil. Çok sevdiğim, onunla New York’u gezmekten müthiş keyif aldığım Ayşe İyigündoğdu’nun korona sürecinde başına gelenler. Ben İstanbul’da eve hapsolmuş yeni yaşamımla savaşırken, hal hatır sormak için New York’u aradığımda, Ayşe “zorunlu tatil”de bambaşka deneyimler yaşıyordu. Şimdi Arizona’ya uzanıp tüm detayları kendisinden alalım… New York’tayken neler yapıyordun Ayşe? Hindistancevizi aşığı, kriptografi meraklası ve sonsuz gözlemci bir seyyahım. Sidney, Barselona, Trujillo, San Francisco ve Lugano’da belli bir dönem yaşadıktan sonra son beş yıldır evim New York’ta. Coco Mambo adında bir markam var. Kalimantan’daki tarlamızdan direkt olarak A sınıfı hindistancevizleri getiriyoruz Türkiye’ye. Aynı zamanda kripto piyasaların Nasdaq’i olarak kabul gören Kraken’de toplam 200 müşteriye danışmanlık hizmeti veriyorum. Tatil için NY’dan ayrıldın ve bir daha dönemedin. Neden? Tam olarak öyle oldu! Şubat sonu 10 günlük güzel bir rota için Guatemala & Belize’e doğru yola koyulduk altı kişilik bir grupla. Normalde bavul yaparken yazlık veya kışlık olarak şekilleniyor. Bu sefer göl kenarında, iki günlük iddialı volkan tırmanışlarından mavi delik dalışlarına ve nehirde ‘tubing’e kadar geniş yelpazede bir yolculuk olacağı için sıcak/soğuk her türlü ortama uyacak tatta bir bavul yaptık. İki ayı aşkın süredir aynı bavulla yola devam ediyoruz. İnsan bu süreçte aslında çok da bir şeye ihtiyacı olmadığını, az eşyayla yaşamın gayet sürdüğünü deneyimliyor. Gerçek bir “KonMari” yani! (Ev düzenleme gurusu Marie Kondo’nun başlattığı akım). Şu an tam olarak nerdesin? Guatemala’dan Belize’e geçerken o gün Avrupa’dan gelen ziyaretçeleri almayacağını açıkladı Guatemala. Çoğu gelişmiş ülkeden çok önce aldılar bu kararı. Belize’deyken de New York’ta işler baya karışmıştı ve dönmemiz çok zordu. Ben zaten son iki yıldır “remote” çalışıyorum ve hayatımı o şekilde düzene sokmak için uğraşıyorum. İnternet olan her yer benim ofisim olabilir. Erkek arkadaşım Levent’in de işi “mecburi remote” olunca o an New York’a dönmenin hiç de iyi bir fikir olmadığına karar verdik. SON UÇAKTAN HEMEN İKİ BİLET ALDIK VE… Arizona fikri nereden çıktı? Önce Belize’de 1600 kişilik bir adada kaldık. Daha izole olabilecek başka bir ortam yoktu sanırım. Ada küçük olduğu için tedarik zincirinde aksamalar oluyordu tabii. İstediğimizi değil, genel olarak bulduğumuzu yiyorduk. Hemen hemen her gün neredeyse balık! Kaldığımız otelle anlaştık, küçük bir ev tadında kalacak bir yer ayarladık. Üç haftanın sonunda sınırların kapatılacağı açıklandı. Havaalanı en az 30 gün süreyle kapatılacaktı. ​ Amerika’da bir yere dönmeye karar verdik bir günde. Aslında vize işlemlerimiz olmasa Robinson Crusoe tadındaki hayatımıza devam etmeye ikimiz de gayet kararlıydık aslında. Levent ve ben oldukça analitik insanlarız. Hemen rakamları bir regresyona koyduk. Tüm eyalet datalarını kullanarak, metrekareye düşen nüfus sayısı, yapılan test sayısı, pozitif vakalar gibi belli doneleri kullandık. New Mexico, Nevada ve Arizona’nın en uygun yerler olduğu çıktı bu datadan. Son uçaktan hemen iki bilet aldık. ​ Peki nasıl bir düzen kurdunuz? Zor oldu mu? Tusconlu bir artistin evinde kalıyoruz. Airbnb üzerinden bulduk. Kuşların, balıkların, tavşanların ve kertenkelelerin koşu yarışı yaptığı büyük bir bahçesi var. Benim iş yoğunluğum arttı. Çiftlikten ürün almanın değeri arttığı için. ​ İş dışındaki çoğu zamanımız tırmanış ve yürüyüşle geçiyor. Koyu gökyüzü standardını koruyan parklar var. Astronomi ve uzay bilimine meraklıysanız, Oracle State Park bunlardan biri. Ayın belirli dönemlerinde yıldızları izlemeye gidiyoruz. Pick-up’ın arkasını mini bir oturma odasına çevirdik yastık ve battaniye yardımıyla. Çovid öncesi zamanlarda bu parkta “Yıldız Gözleme” partileri yapılıyormuş. Parkın etrafındaki kasabadaki tüm ışıklar gökyüzünün karanlığının bozulmaması üzerine düzenlenmiş. Geçen hafta ise karavanlaydık. Kamp alanlarında değil de, ki zaten kapalıydı, doğada dilediğimiz yerde akşamları konakladık. Colorado nehrine bakan Vermillion Cliffs’lerinin dibindeki konaklamamız en büyüleyici anlardan biriydi! Karavan fikri de çok iyi. Bulmakta zorlandınız mı? Burası bir karavan cenneti! Arabadan daha çok karavan var. Full time bu şekilde yaşayan da hayli fazla. Kendi ihtiyaçlarına göre modifiye etmeyi tercih ediyorlar. Büyük bir yolcu otobüsü modeli üzerinde hottub’ı olanlar bile var yani. RV otelleri mevcut, kamp alanları dışında. Cruise America’dan kiraladık biz her zaman yaptığımız gibi. Rvshare ve Outdoorsy de diğer başka seçenekler. Her kişi sayısına ve ihtiyaca göre karavan bulmak mümkün. Sürekli yollarda mısınız? Geçtiğimiz hafta hep karavandaydık. Kafamızda aşağı yukarı bir rota vardı Tuscon, Sedona, Flagstaff ve Navajo Bölgesi şeklinde. Biz hep “boonduck” dediğimiz, herhangi bir yere, elektriğe vs. bağlı olmadan doğada kalmayı tercih ettik. ENTERESAN İKİ KARAKTERLE ‘MESAFELİ’ TANIŞTIK Koronavirüs orada hayatı nasıl etkiliyor? Buradaki en büyük avantaj alanların geniş olması. Evler tek katlı, iki ev arası mesafeler bile geniş. Dışarıda yürürken, ki New York dışında Amerika’da dışarda yürüyen insan görmek zor, kimseyle yan yana gelmiyorsunuz. Doğal bir sosyal mesafe var. Restoran ve ofislerin hepsi kapalı. Denetim oldukça yüksek. Ama dilediğiniz zaman dağ yürüyüşüne çıkabileceğiniz bir dolu patika ve milli park var. Arizona'da vaka ve ölüm oranları nasıl? New York kadar hiçbir eyalet etkilenmedi. Maalesef vakaların yüzde 50’si New York’ta. Burada da vaka sayısında artış var, özellikle insanların yoğunlaştığı Kuzey Arizona’da. İş için kullandığım Slack aplikasyonunda Coronovirüs kanalı var. Oradan dünyadan gelen, kaynağı belli araştırmalara göz gezdiriyorum bazen. “Mesafeli” arkadaşlar edindiniz mi? İlk akşam Sedona civarlarında kaldığımız yerde enteresan iki karakterle sosyal mesafeli bir şekilde tanıştık. Bir tanesi San Francisco’da ev kiraları fiyatlarına dayanamayan aktivist. Bir domuzu ve iki kedisiyle iki yıldır doğada yaşayan biriydi. ​ Bir diğeri ise “Ferrari’sini satan bilge” tadında, kendisini emekliye ayırmış, kişisel silahlanmayı kendi doğrularıyla savunan bir avukattı. Böyle farklı karakterlere normal bir günde denk gelmeniz oldukça zor. Yolda olmanın güzel yanı da bu. Hep sevgiliyle olmak zor mu? Bizim için zor bir durum olmadı hiç. Alanınız varsa ve çok komplike bir yapınız yoksa, beraber olmak güzel bile. Bahçemiz olması ve vakit geçirebilecek değişik köşeleri olmasının da avantajı var. Catalina Dağları’na yakın bir yerdeyiz. Çok bunaldığımızda kulaklığı takıyoruz, kısa bir yürüyüş iyi geliyor. NEREYE GİTSEK KENDİMİZE BİR EV YARATIYORUZ Sosyal medya bağımlılığınız ne oranda? Instagram ve Facebook telefonlarımızda yok. Mahremiyet ve data hakkını vermeme konuları son iki üç yıldır radarımızda. Önümüzdeki dönemde kişisel datalar artık bu platformlar tarafından size haber verilmeden satılmak yerine herkes kendi karar verebilecek bir hale dönüşecek. Kim kime ne kadar datasını göstermek istiyor gibi bir formata dönüşecek. Dijital kimliklerimiz oluşacak ve bir emtia haline gelecek. Haberleri sosyal medya üzerinden değil, kaynağı belirli makaleler ve web siteleri üzerinden takip ediyoruz. Twitter’ım var, vpn kullanıyorum aynı zamanda. Zoom ve Slack iş için sürekli kullandığım aplikasyonlardı, remote modele geçtiğimden dolayı. Onun dışında Twitch ve Livesets müzik performansları için güzel. Bu süreçte kişisel olarak ne gibi değişimler yaşadın? Adaptasyon ve ortama alışma konusunda zaten önceden de tecrübeliydik, ama bu kadar çok bilinmeyen arasında kısa sürede karar verme ve bunu uygulama işini geliştirdik diye düşünüyorum. Evden uzakta ev yaratıp iş ve yaşantımıza devam etmeyi başarabildik. Sanki uzun süredir buralıymışız gibi bir his var. Biz nereye gitsek kendimize bir rutin ve ev yaratıyoruz galiba. ​ Dönüş nereye ve ne zaman? Kararlar haftalık olduğu için, bir sonraki rotamız da belirsiz. Dilerim hayati tehlike ortadan kalkınca sevdiklerimize kavuşabiliriz. İlk önce New York’a gideriz, olur da açılırsa. Daha bir ay daha buralardayız gibi. En çok neyi özlediniz? Mahallemizde (Williamsburg) başı boş dolaşmayı, temposu hiç düşmeyen sergileri, köşeden bir dilim pizza alıp gelen geçeni seyretmeyi. Arkadaşlarla yeni bir restoran keşfetmeyi. Bisikletle Williamsburg Köprüsü’nden geçmeyi, metrodaki nevi şahsına münhasır karakterleri... İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    December 2023 | Vol 11 english below GÖKTUĞ ÖZDEMİR BE ORIGINAL by PANERA I - VII Ritz Carlton, W Hotel ve Hillside Su başta olmak üzere önemli markaların üst kademe pozisyonlarında çalıştıktan sonra bir süredir farklı yeme-içme markalarını aynı çatı altında toplayan, kurucu ortağı olduğun c-paces’le meşgulsün. Nedir bu c-paces? “Curated Social Spaces” olarak adlandırdığımız çatı markamızın kısaltması. Bir küratörün sergi ya da koleksiyona eser seçmesi gibi biz de içinde bulunduğumuz projelere değer katacak marka ve konseptleri seçerek yeni deneyim alanları yaratmak üzere yola çıktık. Yönettiğimiz projelerde sadece kendi işlettiğimiz markalara değil; sektörün diğer güçlü markalarına da yer vererek daha geniş kitlelere ulaşan çekim merkezleri oluşturmak istedik. Şu anda İstanbul’daki üç önemli lokasyonda (Ortaköy, Maçka, Karaköy) yer alan yedi markayı yönetiyoruz. Mesela Feriye’nin içinde Sea Salt, dekk’te ise Nappo Pizza, Banko Burger, Rita Deli gibi iş birliği içinde olduğumuz farklı markalar var. Bu kadar farklı markayı yönetmek nasıl bir çalışma programı gerektiriyor? Zaman sana yetiyor mu? Sürekli ilgi gerektiren bu sektörde, kaybettiğimizde yerine geri koyamadığımız zamanı doğru kullanmak çok önemli. Her an her yerde olma şansım olmadığı için hayata ve işe bakışı bizimle paralel olan güçlü bir ekiple şirketi yönetiyorum. Yaklaşık 30 kişilik bir merkez yönetim ekibi ve her işletmenin ruhuna uygun, yetkin ve şirketi temsil edebilen yöneticileri bulunuyor. Bu sayede şirketin pazarlama, konsept ve iş geliştirme kısımlarında daha aktif rol alabiliyorum. Bu markalar arasında özellikle İstanbullular için Restoran Modern ve Feriye ayrı bir yere sahip. Bu iki markayı nasıl anlatırsın? 27 yılı aşkın bir süredir hizmet veren Feriye; konumu, tarihi, mutfağı ve manzarası ile İstanbul’un klasiklerinden biri olsa da; son birkaç yıldır yenilediğimiz konsepti, içinde bulunan üç farklı markası ve etkinlikleriyle çıtayı sürekli yukarı koyarak yoluna devam ediyor. Lokanta Feriye’nin bu yıl Michelin listesine girmesi de bu çalışmalarımızın onaylanması anlamında bize güç verdi. Restoran Modern ise Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi olan İstanbul Modern’in restoranı olması dolayısıyla özel bir yere sahip. Henüz yeni açılmış olmasına rağmen ulaştığı farklı kitlelere, Türk ve Akdeniz Mutfağı’nın en lezzetli örneklerini mevsimsel malzemeler ve modern dokunuşlarla, tarihi yarımadanın nefes kesen manzarası eşliğinde sunan, deneyim odaklı bir restoran. Galataport’taki konumuyla yeni bir cazibe noktası oldu bile. Restoran Modern süssüz, çabasız bir restoran. Ama yemekleriyle iddialı. Üstelik mutfağın başında genç bir şef var. Yemeklere ve şef seçiminde neye dikkat ettin? Ünlü mimar Renzo Piano’nun tasarladığı bu ikonik binada, İstanbul Modern gibi şehrin önemli sanat yapılarından birinin içerisinde yer almanın verdiği sorumlulukla tüm yerli, yabancı misafirlerimize öğle ve akşam başta olmak üzere farklı menüler sunuyoruz. Genç şefimiz Tuğçe Mirza Canik de bu restoranın vizyonunu hayata geçirecek eğitime ve ‘background’a sahip bir şef olarak ekibimize dahil oldu. Otantik lezzetleri koruyarak, mevsimsellik, sürdürülebilirlik, atıksız mutfak gibi felsefelerden vazgeçmeden yenilikçi tabaklar yapmayı başardı. DAHA ŞEHİRLİ BİRİYKEN ŞİMDİ DOĞA İNSANI OLDUM İş dışında nasıl bir life style’ın var? Uzun yıllar New York, Milano, Singapur, İstanbul gibi şehirlerde yaşayıp otel ve yeme-içme sektöründe olunca yeni yerleri görmek, yeni şeyleri keşfetmek yaşam tarzımın bir parçası haline geldi. Zaman bulabildiğim her kısa tatilde özellikle yurtdışına seyahat etmeyi çok seviyorum. Bu hem zihnen dinlenmemi hem de gelişmeye devam etmemi sağlıyor. Spor hayatımın her zaman önemli bir parçasıydı. Halen haftada 2-3 kez yaparak formda kalmaya çalışıyorum. Ama eğer İstanbul’daysam, cumartesi sabahları beni Maslak Oto Sanayi’de görmeniz çok mümkün. Çünkü boş zamanlarımı sahip olduğum klasik otomobillerin restorasyonuna harcıyorum. Özellikle gençlik döneminde almak istediğim 80-90’lı yılların spor araçlarını yeniliyorum ve günlük hayatımda onlarla vakit geçirmekten inanılmaz keyif alıyorum. 10 yıl önceki Göktuğ’la şimdiki arasında nasıl bir değişim var? On yıl önceki ben ile şimdiki ben arasında gerçekten hissettiğim farklar oluştu. 40 yaşına girmeye hazırlanan Göktuğ, kurumsal hayatı bırakmaya karar vermiş daha hırslı, işkolik, maddesel şeylere daha fazla önem veren biriyken on yıl sonra sahip olduğu şeylerden mutlu, daha dingin, yaptığı işlerde değer yaratmaya çalışan, ama işinden ziyade ailesini merkezine koyan bir insan oldu sanki. Daha şehirli bir adamken şimdi daha doğa adamı oldum. Hızlı arabalar yerine klasikleri sevmeye başladım. Gerçekten yaşlanıyorum galiba! 10 yıl sonra kendini, nerede, ne yaparken hayal ediyorsun? On yıl sonra geçmiş on yılda yaşadığım kadar bir değişim yaşayacağımı düşünmüyorum. Şu anki halimi biraz daha sindirmiş olurum herhalde. Yapmak istediğim şeyler arasında yurtdışında bir projeyi hayata geçirmek var. 20’li yaşlardayken yurtdışında çalışma şansım olmuştu. Şimdi ise kendi adıma bir proje yapmak istiyorum. Son dönemde çok fazla zaman geçirdiğim Miami’de otel, restoran gibi bir proje ile sürpriz yapabilirim. LÜKS ARTIK DAHA RAHAT VE MODERN Dünyada hangi restoran ve oteller favorin? Yeme-içme için Yunanistan, İspanya ve Uzakdoğu her zaman favorim. Otellerde ise Philippe Starck imzalı Ian Schrager otelleriyle (Delano, Mondrian, Sanderson) başlayan tasarım otel merakım beni hep tasarım ile konforu bir arada sunan otelleri tercih etmeye yönlendirdi. Mesela şu anda Aman Resorts’un birçok oteli beni mutlu ediyor: Amanzoe, Aman Sveti Stefan, Amankila gibi… Şu sıra sık gittiğim Miami’de ise otel olarak The Setai ve East Otel’i seviyorum. Yine Miami’de restoran olarak Kiki on the River, Bagatelle, Komodo gittiğim yerler arasında… Mekanların dışında İstanbul’daki favori yeme-içme noktaların hangileri? İstanbul son dönemde gastronomi anlamında hızla gelişiyor ve yeni restoranlar açılıyor. Ama aslında çeşitliliğinden çok şey kaybetti. 10-15 yıl öncesinde gittiğimiz birçok mekan, özellikle gece hayatı ve eğlence mekanları, artık maalesef yok. Yaklaşık 18 milyon kişinin yaşadığı, bir o kadar da turistin ziyaret ettiği bir şehrin bu zenginliğinin azalmaması tek temennim. Ama yuzu okuru için şu mekanların bazılarını yemeği bazılarını ise ambiyansı için önerebilirim: Tarabya Kıyı, Turk Fatih Tutak, Mikla, Yeni Lokanta, Ulus 29 ve Pandeli. Dünyadaki yeme-içme trendleri nereye doğru evriliyor? Mesela artık insanlar eskisine göre daha mı fazla dışarda yiyip içiyor? Ne dersin? Trendler kesinlikle değişiyor. Artık ‘fine dining’ dediğimiz o eski, ağır konseptlerin azaldığını görüyoruz. Lüks artık daha rahat, daha modern bir şekilde karşımıza çıkıyor. İnsanlar bu yeni life-style’a uygun, hem yemek yiyip hem de eğlenebildikleri mekanları tercih ediyor. Çoğu restoranda menüler çeşitlendi, ama bir o kadar da birbirine benzedi. İnsanlar akşam gidecekleri restoran tercihini yaparken ne yiyeceklerinden ziyade bulundukları ortama, ambiyansa, müziklere, tasarıma ve yan masalarda kimlerin oturduğuna bakarak karar vermeye başladı. After working in senior positions in important brands such as Ritz Carlton, W Hotel and Hillside Su, you have been busy with c-paces, which gathers different food and beverage brands under the same roof. What are c-paces? It is the short name of our umbrella brand name "Curated Social Spaces". Just as a curator selects works for an exhibition or collection, we set out to create new experience areas by selecting brands and concepts that will add value to the projects we are involved in. In the projects we manage, we wanted to create attraction centres that reach a wider audience by including not only the brands we operate, but also other strong brands of the sector. We currently manage seven brands in three major locations in Istanbul (Ortaköy, Maçka, Karaköy). For example, there are different brands we collaborate with such as Sea Salt in Feriye, Nappo Pizza in dekk, Banko Burger, Rita Deli. What kind of a work programme does it require to manage so many different brands? Is that enough time for you? In this sector, which requires constant attention, it is very important to use the time correctly, which we cannot replace when we lose it. Since I do not have the chance to be everywhere at any time, I manage the company with a strong team whose view of life and work is parallel to ours. There is a central management team of about 30 people and managers who are competent and able to represent the company in accordance with the spirit of each business. In this way, I can take a more active role in the marketing, concept and business development parts of the company. Among these brands, Restoran Modern and Feriye have a special place especially for Istanbulites. How would you describe these two brands? Serving for more than 27 years, Feriye is one of the classics of Istanbul with its location, history, cuisine and view; but in the last few years, it continues on its way by constantly raising the bar with its renewed concept, three different brands and events. The fact that Feriye Restaurant was included in the Michelin Guide list this year gave us strength in terms of the approval of our efforts. Restoran Modern has a special place as it is the restaurant of Istanbul Modern, Turkey's first modern art museum. Although it has just recently opened, it is an experience-oriented restaurant that offers the most delicious examples of Turkish and Mediterranean Cuisine with seasonal ingredients and modern touches, accompanied by a breathtaking view of the historical peninsula. It has already become a new attraction point with its location in Galataport. Restaurant Modern is a no-frills, effortless restaurant. But it's ambitious with its food. Furthermore, they have a young chef in charge of the kitchen. What did you pay attention to when choosing the food and the chef? With the responsibility of being located in this iconic building designed by the famous architect Renzo Piano in one of the important art buildings of the city such as Istanbul Modern, we offer different menus to all our local and foreign guests, especially lunch and dinner. Our young chef Tuğçe Mirza Canik joined our team as a chef with the training and background to realise the vision of this restaurant. By preserving authentic flavours, he managed to make innovative plates without giving up philosophies such as seasonality, sustainability and waste-free cuisine. I WAS A CITY-DWELLER AND NOW I HAVE BECOME A NATURE LOVER What is your life style outside of work? After living in cities such as New York, Milan, Singapore and Istanbul for many years and being in the hotel and food and beverage industry, it has become a part of my lifestyle to see new places and discover new things. I love travelling, especially abroad, on every short holiday I can find time for. This allows me to both rest mentally and continue to develop. Sport has always been an important part of my life. I still try to keep fit by exercising 2-3 times a week. But if I am in Istanbul, you can see me at Maslak Oto Sanayi on saturday mornings. Because I spend my free time restoring the classic cars I own. I restore sports cars from the 80s and 90s that I really wanted to buy when I was young, and I enjoy spending time with these cars in my everyday life. What is the difference between Göktuğ 10 years ago and now? There are differences between me ten years ago and me now that I really feel. Göktuğ, who is about to turn 40, was an ambitious, workaholic, materialistic person who decided to leave the corporate life, but ten years later he seems to have become a more serene person who is happy with what he has, who tries to create value in his work, but who puts his family at the centre rather than his work. I was more of a city-dweller and now I'm more of a nature lover. I started to like classics instead of fast cars. I must really be getting old! 10 years from now, where do you envision yourself, and doing what? Ten years from now, I don't think I will experience as much change as I have experienced in the past ten years. I think I'll be able to digest what I am now. Among the things I want to do is to realise a project abroad. I had the chance to work abroad when I was in my 20s. Now I want to make a project on my own behalf. I may surprise you with a project such as a hotel or a restaurant in Miami, where I have spent a lot of time recently. LUXURY IS NOW MORE COMFORTABLE AND MODERN Which restaurants and hotels around the world are your favourite? Greece, Spain and the Far East have always been my favourite destinations for food and beverages. In hotels, my interest in design hotels, which started with Ian Schrager Hotels (Delano, Mondrian, Sanderson) signed by Philippe Starck, has always led me to prefer hotels that offer a combination of design and comfort. For example, many hotels of Aman Resorts make me happy right now: Amanzoe, Aman Sveti Stefan, Amankila. In Miami, where I go frequently nowadays, I like The Setai and East Hotel. Again in Miami, Kiki on the River, Bagatelle, Komodo are among the places I went to as restaurants... Apart from the venues, what are your favourite places to eat and drink in Istanbul? Istanbul has recently been developing rapidly in terms of gastronomy and new restaurants are opening. But it has actually lost a lot of its diversity. Many of the places we used to visit 10-15 years ago, especially nightlife and entertainment venues, unfortunately no longer exist. It is my only wish that this richness of a city where approximately 18 million people live and as many tourists visit will not diminish. But for yuzu readers, I can recommend some of the following places for their food and some for their ambience: Tarabya Kıyı, Turk Fatih Tutak, Mikla, Yeni Lokanta, Ulus 29 and Pandeli. Where are the global food and beverage trends evolving? For example, do people eat and drink out more now than before? What do you think? The trends are definitely changing. We see that the old, heavy concepts that we call 'fine dining' are decreasing. Luxury now appears in a more comfortable, more modern way. People prefer places that are suitable for this new life-style, where they can both eat and have fun. The menus in most restaurants have diversified, but they have also become similar to each other. When choosing a restaurant to go to in the evening, people started to decide by looking at the environment, ambience, music, design and who is sitting at the tables next to them rather than what they will eat. for more Print VOL - XI FALL & WINTER 2023-24 Out of Stock Add to Cart

  • INSAN-2

    Ocak 2021 | İnsan | Türkiye DANSIN DAVID BOWIE’Sİ OLMAK İSTİYOR Yazı | Sibel Arna C İNSİYETÇİ TABULARI YIKMAK İSTİYORUM ​ Cinsiyetçi tabuları kendin için mi yıkmak istiyorsun? Asla! Önceliğim kendi hayatım değil. Yıkmak istediğim tabular, küçük Buğralar için. Yolunu bilen, ama adım atmaya cesareti olmayan her çocuk için. Elime birçok fırsat geçti ama gitmemeyi tercih ettim bu zamana kadar. İmkansız deyip hayal kurmaktan korkan, kendisiyle ve hayalleriyle barışmaya çekinen herkes için bir yol yapmak istiyorum. Gerekirse her taşı kendi kendime döşerim. Zira kendi hayatımı da bu şekilde ilerletiyorum. Mücadele etmekten korkmuyor ve kaçmıyorum. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    Mayıs 2022 | İnsan | Türkiye YAĞIZ ACAR “Agartha’da Kapadokya’nın hikâyesinden kesitler var” Yazı | Timur Can Ersoy K apadokya bu yaz da farklı deneyimleri içinde barındıran festivallere ev sahipliği yapacak. Onlar arasında en popüler ve biletleri tamamen tükenen festival Echoes From Agartha. 29 haziran - 4 temmuz tarihleri arasında düzenlenecek olan festivali kardeşi Yalım’la beraber organize eden Yağız Acar, Agartha’nın hikâyesini anlatıyor. Echoes from Agartha’yı Nevşehir’de yapmanın sebebi nedir? Agartha’nın hikâyesi pandemiyle başladı. Pandeminin en yoğun yaşandığı, aynı zamanda Los Angeles’ta Floyd protestolarının olduğu dönemde üç yıl aradan sonra Türkiye’ye uçmaya karar verdim. Bu gelişim diğerlerinden çok farklıydı. Bu sefer iş stresi olmadan pandeminin durdurduğu dünyada keşif dolu bir yolculuk bekliyordu beni. Yaklaşık 12 yıl aradan sonra Türkiye’de uzun bir süre geçirdim ve bu inanılmaz coğrafyayı Nemrut’tan Mardin’e, Ege’den Akdeniz’e karış karış gezdim. Bu durakların sonuncusu Kapadokya’ydı. Buraya geldiğimde iç sesim bana çok heyecanlı bir şekilde fısıldadı, “Burası inanılmaz bir yer, Yağız burada hemen bir festival yap!” Kapadokya’daki festivali kurgularken nelerden ilham aldın? Mitoloji ve mistisizmden beslenir, tarihten ilham alırım. Kapadokya’daki hikâye tek başına zaten çok güçlü. Burası tarih boyunca Anadolu’nun ilk medeniyetlerinin hep merkezinde olmuş. Echoes From Agartha’da bu hikâyelerin hepsinden birer kesit veriyoruz. Bölge tarihinin ve kültürünün merkezde olduğu bir deneyim sunuyoruz. Bu organizasyonu planlarken hedeflediğin kitleye ulaşabildin mi? İlk yıldan itibaren bir anda global bir işe döndü Agartha. İstatistikler internet sitemizin günde dört binden fazla tıklama aldığını gösteriyor ve bilet satışları dünyanın her bir köşesinden geliyor. Bu yıl yine çok kozmopolit bir kitle ağırlayacağız. GERÇEKLİK İÇİNDE BİR RÜYA Özel parti ve etkinlikler düzenliyorsun. Yaptığın işi tam olarak nasıl özetlersin? Deneyim satıyoruz, gerçeklik içinde bir rüya. Elbette buralara kulüplerin dans pistlerini aşındırarak geldim. Kendimi bildim bileli hep müziğin içindeydim. Bizimkiler evde inanılmaz artistlerin albümlerini çalardı. Aile evim hep bir kulüp havasındaydı. Pink Floyd, Depeche Mode, Genesis’le yatıp kalkardık. O yaşta bu derecede iyi müziğe maruz kalmak insanı başka bir yöne doğru itiyor. Şimdiki jenerasyonun eğlence anlayışını nasıl buluyorsun? Artık iş kulüplerden çok farklı destinasyonlara kaydı. Aynı zamanda sadece müziğin merkezde olduğu değil; sanat, kültür ve destinasyonun ortasında dönen deneyimlere doğru bir trend izliyoruz. Yeni jenerasyon içinde biraz maceranın olduğu, yeni kültürler tanıyıp yeni şehirler deneyimleyeceği etkinlikler arıyor. Bu çok doğru bir anlayış, çünkü tüm duyulara hitap ediyorsun. Los Angeles’ta ne tarz organizasyonlar düzenliyorsun? Los Angeles’ta daha çok urban etkinlikler yapıyoruz. Bu kış son konseptimiz Club Gate’i hayata geçirdik. Club Gate konsepti aslında ayda bir ortaya çıkan pop-up bir kulüp. Farklı lokasyonlarda gerçek bir kulüp inşa ettik, ama sadece bir gece için…

  • INSAN-2

    August 2022 | People | Vol VII türkçe için tıklayın! TANER CEYLAN'S DREAMS OF OLYMPOS Writer & Photography | Onur Baştürk T aner started to tell excitedly that he had a strange dream a few days ago: “We were in a crowded place. It was dark. Everyone was partying. I was trying to show Alp (İşmen) the Ursa Minor in the sky. But the sky was cloudy. Then the clouds began to clear. You know, satellite images, that show the night state of the world. Just like that, the continent of another planet appeared in the sky. I started calling out everyone. "Look up, look up…" Everyone raised their heads. It was a very strange feeling. We were looking at a brand-new continent on another planet, somewhere other than Earth. I said, "Alp are you here? Touch me." I said, "Kiss me". We hugged each other. Because nobody knew what would happen next. We stayed just like that. At that moment, I woke up. That's how I feel in this house right now. A new discovery, a new life. Something new has begun”. Taner told his dream with such emotion that I was lost in similar dreams in daylight, looking at the Tahtalı (or Olympos, its known name) Mountain standing in front of me in all its glory. A new continent, a new dream, and a new life. Even the dreams on Olympos have quantum leaps, reminiscent of shamanic gates to other dimensions. Just like Taner's house in Olympos... HE REALIZES THAT HE HAS PASSED THROUGH PLACES IN HIS DREAMS AND... The beginning of the story of this house in Olympos, which took six years to build, is also connected with a dream. In the dream he had years ago, Taner descends into a valley from the sky gliding. He sees a lush forest emanating wide under his feet and starts walking. Never forgetting this impressive dream, Taner meets a German woman in Olympos one summer day. She has spent her youth voluntarily building primary schools in Anatolian villages, has gone on mystical tours with Bedouins in the Sahara Desert, and eventually has gone on to live with the name, Zamyat, given to her by a Sufi grandfather. In a short span of time, he befriends Zamyat and one day goes for a walk in the forest with her. Zamyat takes him to an unknown forest road of Çıralı. When the walk begins, Taner encounters valleys and steep cliffs that he has never seen before. He soon realizes; he is passing through the places in his dreams that he cannot forget! At the end of the walk, Zamyat points to the small, newly built white house at the edge of the valley. They come home and knock on the door. As soon as he enters, Taner is infatuated with the house and wants to buy it. The owner of the house, Ali Dede, tells that he had this house built for his son and that his son will come and live in this house with his bride. Taner, with a momentary decision, says to Ali Dede, "Call me if you change your mind," and leaves his number. Two weeks later, while in New York, Taner's phone rings. The caller is Ali Dede's son. He has good news. Taner first rents the house, and months later, he buys this house along with the land including 300 olive trees, which he sees in his dreams, overlooking Mount Olympos. MY CITY ADDICTION IS OVER Taner has spent the last year entirely at the Olympos house. “It was very romantic in the winter,” he says, “It has rained so much… When it rains, this place becomes so fantastic. From this valley you see, clouds begin to flow backwards and forwards. We couldn't leave the house when there was a storm, but we did a lot of walking when there wasn't. July and August were terribly hot. Fortunately, we are comfortable in the evening as there is breeze. This place was told to be the threshing wind, the threshing wind of the village”. Taner says that he is used to the heat, but Alp is not. At that time, Alp laughs and says, “You are brunet, I am white. This is how we whites, we the blue bloods are.” They also had an incident of mushroom poisoning together. “We barely made it to the hospital,” Alp tells. Taner's house in Olympos consists of three parts. The main house, workshop, and warehouse. Taner's workshop is right across the main house. Taner is completing the works of his new exhibition to be opened in the autumn in this workshop: “When I started working, this place got even better. I saw that my city addiction was completely over. Also, I am more social here than in Istanbul. I used to spend 8-9 months in the workshop in Istanbul and work and sleep there. Here, on the other hand, there are new friends, pards, trips to Beycik, dinners, parties… I hadn't been to the theater for 20 years. I went to the theater in Antalya. As I also told Alp, I was not such a social person. That is, another life has begun”. I CAN'T CLEAN THE HEATING STOVE, THE AIR CONDITIONER IS NOT FOR ME Taner's original idea was to fix the white house Ali Dede had built for his son and live in it. He has visited Serpil Bayar Arıcı, the architect of the Olympos house, with this idea. “I wanted to enlarge the windows, let the room get light, and make my paintings in there. At first, this was the idea. Mrs. Bayar Arıcı said "ok", "but first let's take a look at the deed". When we looked at the deed, we saw that the road passes through the house! The former landlord didn't even go to the directorate of land registry, as he thought he would be living here anyway. Mrs. Bayar Arıcı said, "You are a foreigner, this will be a problem for you in the future, let's do everything according to the rules"... She suggested to demolish the old house and build a new one. But primarily, she stipulated the construction of a solid retaining wall. Because the slope of the land was too much." By this way, the construction of the new house has begun, and the rough construction has taken about four years. “I was in Istanbul; I could visit from time to time. For this reason, the bathroom was dismantled and rebuilt four times. My fault!" On the one hand, Taner has constantly visited construction fairs with the architect Arıcı. They have explored the materials and have chosen everything together, including the tiles. “Taner was very clear about what he wanted,” says Mrs. Bayar Arıcı, and not neglecting to add: “My perspective on construction has changed with this project”. Olympos House has heated floors. It was again Taner's choice. “I can't clean the heating stove. Air conditioning is not for me at all. I explored, and the best solution was a heat pump. It is also very economical. Something like a refrigerator. Well, the wires behind the refrigerator get hot, imagine those wires running under the house. When it gets cold, this time it gives it outside. You can also transfer that cold to air conditioners in the summer”. In the summer, when the hotels in Olympos were actively used, there has been power outage sometimes. Therefore, Taner has the idea of generating electricity from solar panels. He says, "At least I can get my lights on, have the TV turned on, that's enough for me." He tells of that he will implement solar panels in the future. THE FEELING OF OWNERSHIP IS IMPORTANT TO ME One of the remarkable elements of the house is the stones. “We came across a very good stonemason,” says Taner. “He used Limra stone and laid them all one by one. I let the stonemason well alone in that regard. At the last minute, I also wanted the building where the workshop is located. That part was actually an empty terrace. The stonemason said, "We can't use stone here, it won't lift." But he said he would find a very good material. Cast concrete made with Alaçatı decor. The stonemason laid it in such a way that it really became like Alaçatı stone. Moreover, it is light”. When he surrounded the whole land with a wall, the villagers have reacted, saying "Keep it open, why are you closing everyplace?" . “The sense of ownership is very important to me,” says Taner. “I'm a Taurus, that's why, I guess. My house in Istanbul was also covered with walls. The villagers are not used to this here. But now they are used to it, everyone started building walls.” I WANTED EVERYTHING TO BE CRAMMED TOGETHER The two bedrooms of Olimpos House look very stylish with vintage chandeliers. All the walls of the house are like an art gallery. A painting, object, or sculpture is springing forth from everywhere. Taner is happy with this sweet chaotic ambiance of the house. Because the house he lived in Istanbul was the opposite of this; “I lived in a house like a cockpit for 15 years in Istanbul. It was my Gallerist period. Everything was very sterile, very white. It was like the inside of Galerist. There was no furniture. A stewardess friend of mine said, 'You literally live in the cockpit, so I don't feel as a stranger when I come here'! As I'm a Taurus, I got tired of that simplicity. Therefore, I wanted everything to be crammed in this house, artifacts to be hung everywhere and the house filled with objects.” AT FIRST, THAT RESPONSIBILITY WAS TERRIFYING As I wander through the olive trees and descend into the lower parts of the Olympos House lands, I realize that this place is really huge! "Wasn't the responsibility of the whole estate intimidating at first?" I ask Taner. He responds, “Yes, at first the responsibility was terrifying. I was dumping everything on my assistant. He was coming and doing the stuff. I thought about what it would be like when he left, but it's ok now. Constructors are now like my brothers. My ironmonger or my carpenter comes. We transformed every work into pleasant and enjoyable. Watering a garden is the most fabulous thing of the day right now. Alp is already in love with the pines he planted. The vegetable garden is also his responsibility. Ayşen and Ziya (the couple who owns Olympos Lodge) had the fire-bowl built. We have a fire corner. The house began to create itself. Like a living organism”. The cypress trees planted around the land inevitably remind me of Tuscany. I tell Taner this feeling, and he confirms me; “I went to Italy during the construction of the house. Indeed, the villages of Italy are fantastic. The cypress trees are enormous, like sculptures. During that trip, I said that the cypresses must be on my land. I wanted to combine the texture of Italy with Antalya. With plenty of palm and date trees and cypresses. Think of the palms and dates growing in five years, this place will be different. A little more patience.” for more... Print VOL - VII SUMMER 2022 Out of Stock View Details Dijital / Pdf YUZU MAGAZINE - VII 60,00₺ Price View Details

bottom of page