602 items found for ""
- INSAN-2
August 2023 | People | Vol 9 english below ŞAHİKA ERCÜMEN BE ORIGINAL by PANERAI - V words Onur Baştürk photos Ayşegül Dinçkök, Tamer Günal S izin gibi serbest dalış sporcusu olan Guillaume Nery, yuzu’da yayınlanan röportajında şöyle demişti: “Derin bir sükunet haline erişene dek dalıyorum. O noktaya kadar suyun kuvvetine karşı mücadele veriyorum. Dibe eriştiğimde ise savaşmayı bırakmış ve durumu kabullenmiş bir şekilde sükuneti buluyorum”. En merak ettiğim şey işte o sükunet hali! Her seferinde farklı mı oluyor? Deneyiminizi merak ediyorum... Her seferinde ve herkes için farklı olduğuna eminim. Benim için her bir dalış yeni bir serüven, yeni bir deneyim, yeniden doğuş! Suda metrelerce derine inerken tamamen teslimiyet, güven, yüzde 100 odaklanma ve keyif almayı seçiyorum. Derin bir meditasyon hali, ama aynı zamanda tamamen uyanık ve yüksek bir sportif performans gerektiren bir süreç. Bir yandan da o derin sükunet -tıpkı Luc Besson’un Derinlik Sarhoşluğu filmindeki ana karakterde ol duğu gibi- bir bağımlılığa da yol açıyor mu? Mesela orada kalmak ve yukarı hiç çıkmak istemediğiniz bir an oldu mu? Olmaz mı! Suyla bir olduğunuz an, hiç nefes almadan orada kalabilecek gibi hissediyorsunuz kendinizi, zaman tamamen duruyor. Suyun kendisi sizi dönüştüren bir şey aynı zamanda. Alerjik bünyesi olan ve evden pek dışarı çıkmayan çocukluk günlerinden sonra kendinizi su sayesinde yeniden yarattınız. Suyun size mesajı olabilir mi bu? Biz karadakilere suların kirliliği hakkında mesaj veren elçi gibi mesela. Benim için hayat ilk nefes aldığımda değil, ilk nefesimi tuttuğumda başladı. Benim hayatımın değiştiği gibi başka yaşamların da değişebileceğini biliyorum. Kendimi hem denizleri koruma projelerinde hem de daha çok insanı suyla buluşturma konusunda sorumlu hissediyorum. SUDAN ÇIKMIŞ BALIĞA DÖNÜYORUM! Dalışlarda rekor kırma stresi oluyor mu? Rekor bu işin ne kadarını kapsıyor? Olmazsa olmazı mı? Ne zaman dezavantaja ve avantaja dönüşüyor? Rekor kırma kısmı tamamen başka boyut. Epey stresli. Bir rekor dalışı yaklaşık 3-4 dakika sürüyor, ama bunun için aylarca çalışıyorsunuz. Üstelik tek bir hakkınız var. O seviyeye gelebilmek için maddi manevi her şeyinizi ortaya koyuyorsunuz. Aslında işin en kolay kısmı dalmak! Özellikle dünya rekorunu organize etmek oldukça stresli bir iş. Sponsor bulmak, hakemleri getirtmek, sualtı çekimlerinin ve güvenlik ekiplerinin organizasyonunu yapmak... Ama rekor kırmanın yanı sıra limitleri keşfetmeyi de seviyorum. Rekor hedefi koymak çıtayı yükseltmemi sağlıyor. Bir röportajınızda “İşin yüzde 70’i zihin kuvveti. Herkes günde 10 saat fiziksel antrenman yapabilir, ama farkınızı ortaya koyan mental kuvvetiniz” demiştiniz. Bu noktada zihne hükmetmek adına gündelik rutin problemlerle kendinizi yormamayı mı tercih ediyorsunuz? Pek çok şey onu nasıl algıladığımızla ilgili. Acaba problem dediğimiz şeyler gerçekten problem mi? Yoksa üstesinden zarif bir şekilde gelebileceğimiz, bizi daha çok tecrübe sahibi yapıp güçlendiren fırsatlar mı? Zihnimin kalıplarını yumuşak bir şekilde esneterek, onunla uyum halinde ilerliyorum. Anda kalmayı en iyi başaranlardan birisinizdir diye düşünüyorum. Peki karaya çıkıp insan arasına karışınca ne hissediyorsunuz? İnsanlar sosyal medya uyarıcılarına maruz kalmış ve odağı kaymış bir şekilde sürüklenirken... Sudan çıkmış balığa dönüyorum! Ama hızlı adapte olan biriyim. Mesela 10 gün inzivaya çekilip hiç konuşmadan meditasyon yapabilirim. Ama günde üç şehre gidip etkinliklere de katılabilirim... Sosyal medyada ise kriter, kendi ince çizgimiz. Dengede kalıp farkında olduğumuz sürece hâlâ umut var. KUZEY KUTBU’NDA DALIŞ YAPACAĞIM Dalışçıların kalbinin su içinde dakikada 20 kere atacak kadar yavaşladığı doğru mu? Başka ne gibi değişiklikler oluyor? Evet, doğru. Kan, kol ve bacaklardan çekilip hayati organlara, yani kalp ve beyne yoğunlaşıyor, nabız düşüyor. Akciğerler basınçtan dolayı bir yumruk kadar küçülüyor ve yapışmasın diye içine kan yoğunlaşıyor. Bu değişimlere dalıcı memeli refleksi diyoruz. Yunuslarda, balinalarda, insanlarda gözlemlenen değişimler. Yani dalış yaparken insan vücudunda mucizevi değişimler oluyor. Yüzeye çıkınca her şey eski haline geri dönüyor. Dalmadığınız, ama fırsat olsa mutlaka dalarım dediğiniz dünyanın farklı bir köşesi var mı? Antarktika beni çok etkilemişti! Şimdi sıra Kuzey Kutbu’nda! KARADA ZAMANIN FARKINDA DEĞİLİM Suyun içindeyken zamanın değeri daha mı iyi anlaşılıyor? Su, zamanın nasıl da izafi olduğunu en çarpıcı hissettiğim yer. Dakikalarca nefes tutuyorsunuz ve birkaç saniye bile hayati öneme sahip. Ama karada gün batımı izlerken saatin farkında bile olmuyorum. “Güneş battı akşam oldu” diyorum... İyi bir dalış saatinin sudaki en iyi dostunuz olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Bu anlamda Panerai’nin dalış saatlerini nasıl buluyorsunuz? Panerai zor şartlara ve derinliklere çok dayanıklı bir saat. Kendi felsefemle çok özdeşleştiriyorum. 2023’te hedefiniz Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına özel 100 metre dalmak. Bu yıla özel başka hedefler var mı? 2021 yılında 100 metreye asansör desteği ile inmiştim. Bu sene 100 metreye sabit ağırlık, yani bir asansör ya da ekstra ağırlık desteği olmadan kendi gücümle inmek istiyorum. Ayrıca elçisi olduğum Birleşmiş Milletler ve Sıfır Atık ile sembolik farkındalık dalışları planlıyoruz. G uillaume Nery, a free-diving athlete like you, said in an interview published on Yuzu, “I dive until I reach a state of deep calm. Up to that point, I fight against the force of the water. When I reach the bottom, I find peace by giving up the struggle and accepting the situation”. What interests me most is this stillness! Is it different every time? I am curious about your experience. I am sure it’s different every time and different for everyone. Every dive is a new adventure, experience, and rebirth for me! I choose total surrender, confidence, a hundred per cent concentration, and enjoyment when I go many meters deep into the water. It is a state of deep meditation, but at the same time, it is a process that requires full alertness and high athletic performance. On the other hand, does this deep calm lead to addiction, like the main character in Luc Besson’s “Le Grand Bleu”? For example, was there a time when you did not want to stay there and never went back up? Absolutely! The moment you become one with the water, you feel that you can stay there without breathing, and time stops completely. The water itself is also something that transforms you. You recovered thanks to water after being allergic as a child and hardly leaving the house. Could that be the message of water to you? For example, it is like the messenger who delivers a message to us on the land about the pollution of the waters. For me, life did not begin with the first breath I took, but with the first breath, I held. I know that other lives can change the way my life has changed. I feel responsible for marine conservation projects and bringing more people to the water. I FEEL LIKE FISH OUT OF WATER! Do you have the stress of breaking a record in diving? What part of that work is the record? Is it indispensable? When does it become a disadvantage, and when does it become an advantage? The record-breaking part is something else entirely. Quite exhausting. A record dive takes about 3-4 minutes, but you have been working towards it for months. Also, you only have one chance. To reach this level, you put everything you have, materially and mentally. In fact, diving is the easiest part! Especially organizing the world record is a very stressful job. Finding sponsors, hiring referees, organizing underwater shoots and safety teams... But apart from wanting to break records, I also like to push the limits. If I set a record goal, I can raise the bar. In one of your interviews, you said, “70 percent of the work is mental toughness. Anyone can train physically for 10 hours a day, but it’s your mental strength that makes the difference”. At this point, do you prefer not to tire yourself out with daily routine tasks to keep your mind in check? A lot has to do with how we perceive it. Are the things we call problems really problems? Or are they opportunities we can address gracefully, making us more experienced and powerful? By gently stretching the patterns of my mind, I move forward in harmony with it. I believe you are one of the best people to stay in the moment. What do you feel when you go ashore and mingle with people? When people drift off, expose themselves to social media stimuli, and shift their focus... I feel like a fish out of water! But I can adapt quickly. For example, I can retreat and meditate for 10 days without speaking. But I can go to three cities every day and participate in events. . . In social media, the criterion is our own fine line. As long as we stay balanced and aware, there is still hope. I WILL DIVE INTO THE NORTH POLE Is it true that a diver’s heart slows to 20 beats per minute in the water? What other changes are there? Yes, it is true. Blood is drawn from the arms and legs and concentrated in the vital organs, namely the heart, and brain, and the pulse rate drops. The lungs shrink into a fist because of the pressure, and the blood condenses, so they do not stick together. We call these changes the mammalian diving reflex. These changes are observed in dolphins, whales, and humans. In other words, miraculous changes occur in the human body when he/she dives. When he/she comes to the surface, everything returns to how it was. Is there another corner of the world where you have not dived yet, but would definitely visit if you had the opportunity? Antarctica really impressed me! Now it’s the North Pole’s turn! I AM NOT AWARE OF THE TIME WHILE ON LAND Do you understand the value of time better when you are in the water? In the water, I feel most clearly how relative time is. You hold your breath for minutes; even a few seconds are vital. But I am unaware of the time I watch the sunset on land. I say, “The sun has set, and it’s the evening”. I do not think it would be wrong to say that a good dive watch is your best friend in the water. With that in mind, what do you think of Panerai’s dive watches? Panerai is a watch resistant to harsh conditions and great depths. I can identify very well with my own philosophy. Your goal for 2023 is to dive 100 meters to celebrate the 100th anniversary of the Republic of Turkey. Are there any other goals you have set for this year? In 2021, I descended 100 meters with the help of an elevator. This year, I want to descend to 100 meters with a fixed weight, without the support of an elevator or additional weight. We are also planning symbolic dives with the United Nations and Zero Waste, for which I am an ambassador. for more Print VOL - IX SPRING 2023 Out of Stock Add to Cart
- INSAN-2
Nisan 2022 | İnsan | İngiltere GOING GREEN MEDIA Tamamen yeşil bir medya Yazı | Onur Baştürk Şöyle bir medya düşünün: Odaklarında sadece tüm gezegene ilham veren yeşil projeler var. Onları çekip yayınlıyorlar. Dünyanın neresinde olursa olsun farketmiyor, projenizi ve sizi tüm dünyaya tanıtıyorlar. Amaçları şu: Çevre sorunları konusunda hiçbir şey yapmamak yerine bir şey yapmaya çalışan insanları, kurumları ön plana çıkartmak ve pozitif bir hareket yaratmak…Böyle bir medya olabilir mi? Oldu bile! İngiltere çıkışlı Going Green Media. Mimarlık eğitimi almış Ben’in 2019'da kurduğu dijital platform Going Green Media, şimdiye kadar İspanya, Singapur, Endonezya, İngiltere ve Danimarka gibi ülkelerdeki sürdürülebilir yenilikleri ve projeleri çekip belgeledi. Going Green Media’nın hikâyesini kurucusu Ben ve ekibe sonradan dahil olan Ciara beraber anlatıyor. GOING GREEN BİR EKO-POZİTİFLİK KAYNAĞI Going Green Media fikri ilk ne zaman ortaya çıktı? Yola çıkarken motivasyonunuz neydi? BEN: Tüm olanlar bizim için gerçekten domino etkisiydi. Ben mimarlık okudum ve 2019'da vegan oldum. Ciara ise çok daha önce vegan olmuş ve Florida'da doğayla çevrili bir yerde büyümüş. Dolayısıyla kendiliğinden hayvansal tarımın iklim değişikliği üzerindeki zararlı etkilerini öğrenmeye yönelmiştik. CIARA: Ben 2019'da Going Green'i başlatırken kanalın başlangıçta sadece sürdürülebilir mimariye odaklanmasını istedi. 2020'de benim ekibe katılmamla birlikte sürdürülebilirlik alanında birçok yönü ve fırsatı kapsamak için çok potansiyel olduğunu fark ettik. BEN: Gerçekten olumlu bir ses olmak istedik. Dünyanın kasvetli gidişatına odaklanmak yerine küresel olarak ya da sadece kendi içlerinde bir fark yaratmak için ellerinden gelenin en iyisini yapan insanlar olduğu gerçeğini vurgulamak istedik. Bu nedenle hedeflerimiz gelişmeye ve değişmeye devam ediyor. Going Green'i bir eko-pozitiflik kaynağı yapmak istiyoruz. Ana akım medyanın aksine ilham veren, çözüm üreten proje ve insanlara odaklanıyorsunuz. Çözüm üretenler sizce yeterli mi? Yoksa yolun başında mıyız? Dünya bu inanılmaz yolculukta gerçekten daha yolun başında. Gidecek uzun bir yol var! Tanıştığımız birçok insan ve çektiğimiz yeşil projeler, çevre dostu bir geleceğin öncüleri. GEZEGENE YARDIM ETMEK BUNLARLA SINIRLI DEĞİL Çektikleriniz arasında şu ana kadar sizi en çok etkileyen kimin hikâyesi ya da projesi oldu? Tek bir favori seçemeyiz. Çünkü amacımız sürdürülebilir fikirleri ele almak! Ziyaret ettiğimiz projelerden bazıları süper yüksek teknolojili ve son derece nitelikli mühendisler, doktorlar ve bilim insanları tarafından geliştirilmiş. Diğerleri ise sıradan insanların tutkulu projelere dönüşen işleri. Bizim için etkileyici olan tanıştığımız insanların tutkusu ve özverisi. Nasıl bir çalışma süreciniz var? Size gelen talepleri mi değerlendiriyorsunuz yoksa siz mi yeşil projeleri bulup çekiyorsunuz? İkimiz de son derece özverili ve inatçı çalışkanlarız! Bu nedenle işimizin özü birlikte çalıştığımız her markayı ya da projeyi derinlemesine incelemek. Böylece yaptığımız her şeyde değerlerimize bağlı kalabiliyoruz. Bir ürünü ya da kampanyayı sadece ücret karşılığı tanıtan influencer’lar gibi olmak asla istemiyoruz. Bu nedenle yeşil bir projeyi çekmeden önce onların etik anlayışlarından geçmiş performanslarına kadar her şeyi sorguluyoruz. Sürdürülebilirlik son yıllarda o kadar çok kullanıldı ki, bazı markaların bu kavramı kullanarak kendilerini çevreci göstermeye başladığını düşünüyorum. Ne dersiniz? Sürdürülebilir ürünlerin ve moda sözcüklerin popülaritesindeki artışın pek çok artı ve eksisi var. Bundan yararlanmak isteyen kâra aç şirketler her zaman olacak. Ürünlerinin üretim süreci ve satışının çevreyi nasıl etkilediğine dair önemli bir değişiklik yapmadan çevre dostu olarak kendini etiketleyen markalar ise gerçekten en kötüsü! "Sürdürülebilir" ya da “çözünebilir” ürünlerini tanıtmamızı isteyen şirketler bize de sıkça yazıyor. Ama gezegene yardımcı olamayacaklarını anlamak için web siteleri ve sosyal kanallarına hızlıca bir göz atmak yeterli. Çünkü gezegene yardım etmek sadece bir ürünün plastik içermemesi ya da bitki bazlı olmasıyla sınırlı değil. Yanı sıra o şirketin çalışanlarına nasıl davrandığı, ürün için ham madde sağlayan kişilere ne kadar değer verdiği de önemli. Tüm bunlara bakıyoruz. Hatta bir şirket “B-Corp” sertifikasına sahipse onlarla çalışma isteğimiz daha da artıyor. İngiltere dışındaki ülkelere gidip proje çekmek zor olmuyor mu? Finansmanı nasıl sağlıyorsunuz? Ailelerimizden hiçbir finansal destek almadan gerçekten kendi kendimizi yetiştiriyoruz. İkimiz de hibeler, burslar, krediler arayarak ve çalışarak üniversiteye girdik.Tanışıp Going Green'i başlatmaya karar verdiğimizde ikimiz de tam zamanlı işlerimizde çalışmaya devam ettik. Ücretli izin alarak ya da boş günlerimizde Going Green için çekimler yaptık. Ücretli ortaklıklar için inandığımız markalara ulaştık. Seyahatlerimizin çoğunu reklam gelirlerinden ve hayırsever kuruluşlardan gelen sponsorluklardan finanse etmeye devam ediyoruz. Going Green Media’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Daha yeni başladığımızı hissediyoruz! İşimizi çeşitli şekillerde çok fazla potansiyele sahip. Topluluğumuzu çeşitli platformlarda büyütmeye devam etmek istiyoruz. Videografi açısından en büyük hayalimiz ise belgesel film yapımcılığına geçmek ve film festivallerine katılmaya başlamak. Ayrıca büyük yayın hizmetlerine girmek. Olasılıklar sonsuz. Bu yüzden nereye gittiğimizi görmemiz gerekecek! A completely green media Words | Onur Baştürk How did the idea of Going Green Media come about? What was your motivation to start this journey? It was all really a domino effect for us. Ben studied Architecture and became vegan in 2019, while Ciara became vegan in 2013 and grew up surrounded by and spending a lot of time in nature in Florida. With these influences, we just both naturally gravitated toward learning about protecting the beauty of our respective environments, as well as over time learning about the detrimental impact of animal agriculture on climate change. In starting Going Green in 2019, Ben wanted the channel to initially focus solely on sustainable architecture, which is what he was most familiar with talking about. Upon me joining the business in 2020, we both realised that there was so much more potential to cover the many aspects and opportunities in the field of sustainability. We also really wanted to be a positive voice, and not so much focus on the doom and gloom of the world. Of course, it’s important to educate yourself on the facts and the truth about what’s happening to our world, but we really wanted to emphasise the fact that there are people and businesses out there working their hardest to make a difference either globally or just within their local communities. From this, I think we hope that more and more people will continue to get involved with green projects, or even start their own. Our business goals continue to develop and change as the world does too. We want to make Going Green a household name, as well as the source for many people on eco-positivity. Unlike mainstream media, your focus is inspiring projects that produce solutions and people's stories. Do you think those who produce solutions are sufficient? Or are we just at the beginning of the journey in this regard? Our goal is to amplify the voices and stories of green projects around the world that are either offering new solutions to global problems, or are reframing how we approach various aspects of our lives. We believe that the world is really just at the beginning of this incredible journey, and still has such a long way to go! A lot of the people that we meet and green projects that we film really are acting as the trailblazers for a more environmentally friendly future, which is so inspiring for us! Sometimes reinventing the wheel isn’t necessary for mass societal change, but instead it’s the small changes in ideology or in one’s habits that can really make all the difference over time. What does the working process of Going Green Media look like? Do you evaluate the requests you receive or do you go out there and find green projects? What are your criteria? We’re both extremely dedicated and stubborn hard workers, so the core of our business is us really thoroughly vetting every brand or project we work with, as well as sticking by our values in everything we do. We never want to be influencers that just push a product or campaign for the sake of a pay check, so before choosing to film a green project or be a part of a campaign for a brand, we question everything about their ethics, track record, and the true sustainability of what they’re creating. Regardless of if we have reached out to a project or if they’ve found us, we still do the same kind of research and evaluation to make sure it’s something we are proud to stand behind and be affiliated with. Sustainability has become so widespread in recent years that I think some brands have started to present themselves as environmentalists by using this concept. What do you think? How do we distinguish true practitioners of sustainability? There are so many pros and cons to the growth in popularity of sustainable products and buzzwords. Of course, we want as many people as possible to make sustainable decisions and create truly eco-conscious habits, but there will always be profit-hungry companies looking to exploit this public desire to know more and be better. Greenwashing, or labelling your products as eco friendly without actually making any substantial changes to how your products’ creation and sale impact the environment, really is the worst! We’re often approached by companies who want us to promote their “sustainable” or “degradable” products, but it only takes a quick look at either their websites or social channels to realise that they’re not actually doing anything different to help the planet. Also, when we say “help the planet”, this doesn’t stop at a product being maybe truly plastic-free, plant-based, or checking if it comes in compostable packaging. We also look at, for example, how that company’s workers are treated, how the people who source the raw materials for a product are valued and compensated, if the company is transparent in its business practices or not, and what companies do to offset the carbon emissions created by manufacturing and shipping the product to consumers. Also, if a company holds any certifications like being a B-Corp, this really boosts their popularity and our willingness to work with them. I know this sounds really time-consuming or energy-intensive, but so much information is available just to be searched online, so we really try to make use of these publicly available tools. How many videos have you recorded as Going Green Media so far? Is it hard to go to countries other than England and shoot projects? Sometimes we wish there could be duplicates of us to create even more videos! We have filmed probably over one hundred videos for Going Green, but with more and more incredible green projects popping up all over the world, we hope to continue to film for many years to come to hopefully one day have a library of thousands! In travelling for our work, I wouldn’t say that it’s hard, but it definitely takes extra levels of planning to shoot projects abroad. We always want to practice what we preach, so trying to get to destinations around the world as sustainably as possible involves extra time and coordination, but at the end of the day, we love immersing ourselves in other cultures and living as travellers instead of as tourists, so it’s all worth it in the end. People will often say, “Well didn’t you fly there?” because flying is so bad for the environment, and we always try to clarify that we take trains and public transport, and rent electric cars as much as possible, but in specific situations (if a filming location is an island for example), we do have to fly. We can’t wait for solar-powered or lithium-ion-battery-powered planes to be invented, but in the meantime, we will continue to off-set our carbon emissions for every flight. What is the future of Going Green Media in your opinion? We really feel like we’re just getting started! We see our business as having so much potential in a number of ways. In social media, we want to continue to grow our communities across various platforms so that people who gain a lot of their knowledge from more short-form content can continue to be informed and inspired. Our digital communities also make people feel more directly connected with us, even if they live half a world away, so we really want to continue to maintain this “small community” feel, even as we continue to grow. In terms of our videography, a big dream of ours is to additionally move toward more long-form, documentary-filmmaking, and start submitting to film festivals and get on big streaming services. We have a couple more dreams and goals up our sleeve and the possibilities are endless, so we’ll just have to see where we go! Çapa 1
- INSAN-2
Mart 2022 | İnsan | Türkiye Denizin yeni muhalifi SUNSET AND SAIL Yazı | Alp Tekin S unset and Sail'in kurucuları Mert Gençbay ve Mustafa Onur Durak, yuzu'nun sorularını yanıtlıyor. Sunset and Sail fikri nasıl ortaya çıktı? İlk ne zaman yapıldı? Sunset and Sail, Türkiye'nin deniz ve rüzgâr açısından birçok ülkeden avantajlı olduğunu göstermek adına ilk kez 28 Temmuz 2021’de yapıldı. Türkiye'deki deniz turizmini duyurma ve dünyada daha görünür hale getirme fikriyle yola çıktık. Aldığımız işletme ve ekonomi eğitimleri ile Mustafa Onur Durak’ın yelken tecrübesini birleştirerek yelken ve eğlencenin buluştuğu Sunset and Sail’i tutkuyla başlattık diyebiliriz. Kalamış ve Göcek olmak üzere şimdilik iki lokasyondayız. Arkadaş grupları ve şirketlere özel etkinlik düzenlemek zor değil mi? Süreç nasıl işliyor, nasıl başvuruluyor? Sosyal medya ve diğer platformlar üzerinden insanlara bu tarz bir etkinliğin varlığını gösteriyoruz. Sorularını yanıtlayıp Sunset and Sail ile bu tecrübeyi yaşamaya davet ediyoruz. Maalesef bu hizmetin daha önce İstanbul’da verilmemiş olması, yani ilk olmak, işimizi zorlaştırsa da bizi motive ediyor. Operasyonel kısımda ise teknelerin seçilmesi, hazırlanması, misafirlerin dikkatlice teknelere yerleştirilmesi, kaptanlarımızın ve kaptan yardımcılarımızın belirlenmesi, izlenecek rotanın planlanması, performans gösterecek sanatçılarla anlaşılması, müzik ekipmanlarının seçilmesi, yiyecek-içecek seçimi ve tedariği gibi birçok takip edilmesi, araştırılması, karar verilmesi ve gerçekleştirilmesi gereken konu bulunuyor. Sunset and Sail üç farklı konseptle karşınıza çıkıyor. Festival kısmı, arkadaş gruplarına özel etkinlikler ve şirketlere özel etkinlikler. Festival ve arkadaş gruplarına özel etkinliklerimizin başvuruları genellikle sosyal medya (instagram) ve web sitemiz üzerinden gerçekleşiyor. Şirketlere özel etkinlikler ise hem sosyal medya hem de ekibimizin şirketlere yaptığı sunumlar üzerinden mail ve yüz yüze gerçekleştirilen iletişim sonrası düzenleniyor. Başvuru esnasında oluşturduğumuz programı sunuyoruz, ama arkadaş grupları ve şirketlere özel etkinliklerde katılımcıları biraz daha özgür bırakıp isteklerine göre etkinliği şekillendirebiliyoruz. Bu etkinlik kimleri hedefliyor? Yelkene, denize, rüzgâra, eğlenmeye ve öğrenmeye tutkusu olan herkes bize katılıp Sunset and Sail’i deneyimleyebilir. Yelkene meraklı olanlara ne tavsiye edersiniz? Nereden başlasınlar? Korkmasınlar ve iyi araştırsınlar. En büyük engel genellikle korku oluyor. Korku, çoğunlukla teknenin batacağının düşünülmesi, açık denizde suya düşmek ve yüksek fiyat algısı. Eğitim verdiğimiz ve etkinlikleri düzenlediğimiz teknelerin hepsi okyanus geçme sertifikası olan, zorlu koşullara dayanıklı, bir kaza olmadığı sürece batması neredeyse imkansız olan tekneler. Açık denizde suya düşme korkusunda ise seyir esnasında can yeleği giyiliyor ve can yelekleri tekne üzerinde bulunan lifeline’a bağlandığından hareket etme özgürlüğü sunuyor ve tekneden düşme riskini sıfıra düşürüyor. Fiyat algısında ise saatlik ücretler düşünüldüğünde go kart, atçılık, golf, enstrüman kursu, spor salonlarındaki PT gibi hizmetlere kıyasla daha uygun fiyatlı. Sunset and Sail kimlerden oluşuyor? Mert Gençbay ve Mustafa Onur Durak olarak deniz ve yelken tutkunu iki genç girişimciyiz. Mert, Koç Üniversitesi İşletme ve Ekonomi bölümlerinde mezun olduktan sonra uluslararası finansal bir kurumun Türkiye ve Londra ofislerinde çalıştı. Mustafa ise İstanbul Teknik Üniversitesi ve State University of New York at New Paltz' da İşletme bölümünden birinci olarak mezun olup önce Amerika’da bir startup’ta, sonrasında da Türkiye’de uluslararası finansal bir kurumda çalıştı. Aynı zamanda milli yelken sporcusu. Rüzgâra merakı olan herkese kapıları açık olan bu festivalle denizin yeni muhalifi olmayı hedefliyor.
- INSAN-2
Ocak 2021 | İnsan | Dünya Netflix’in ‘colorblind casting’ tavrı Yazı | Mert Çam N etflix'in özellikle pandemi süresince elimiz ayağımız olmuşluğu vardır. Fakat son zamanlarda kiminle konuşsam Netflix’ten sıkıldığını ya da tükettiğini, artık orada ilgisini çeken bir şey olmadığını söylüyor. Ekonomik boyutu da var: Netflix 200 milyonu bulan rekor abone sayısına rağmen son iki yıldır zarar ettiğini açıkladı. Peki hayatımızın o kadar içindeyken bu dijital platformdan neden sıkıldık? Bunun nedenlerinden biri monotonluk. Netflix'in içerik seçerken benimsediği bir formül var. Bu formül tamamen yeni kullanıcılar elde etmek adına yaptığı “herkese hitap etmeli ve kimseyi kaçırmamalıyım” tavrı. Bu nedenle içeriğe bakmaksızın her diziye mutlaka siyahi, Asyalı, LGBTIQA+ topluluklarını temsil eden karakterler serpiştiriyor. Platform bu tavrını eşitlikçi, evrensel felsefelere dayandırmak istese de amaç belli: Daha fazla kazanmak... Şu sıra bu açıdan en çok tartışılan dizi ise Bridgerton. Julia Quinn'in romanından uyarlanan, 1800'ler Londra'sında yaşayan yüksek sosyetenin şatafatlı hayatını “Gossip Girl” tadında ekranlara yansıtan dizi, şaşırtıcı biçimde Netflix'in en çok izlenen dizisi oldu. Bununla beraber tartışmalar da başladı. Bir tarafta “Yahu güldük eğlendik, çok da ciddiye almayın” diyenler var. Diğer tarafta ise “Bir dönem dizisi nasıl bu kadar tutarsız yapılır!” diyen de... Hatta diziyi ırkçılıkla suçlayan bile çıktı. Tartışma tam olarak şöyle gelişti: Netflix dizinin ana karakterlerin rollerini romandakinin aksine beyazlara değil, siyahi aktörlere vermeyi tercih etti. Buraya kadar her şey normal. Normal olmayan ise dizinin 1813 Londra’sında geçmesi. O dönem dünyada azılı bir ırkçılık vardı. Siyahi insanlar bırakın asilzade olmayı, işçi sınıfından bile sayılmıyordu. Oysa dizide İngiltere Kraliçesi siyahi bir kadın. Bu durum Netflix'in bazı içeriklerinde benimsediği “colorblind casting” felsefesiyle doğrudan örtüşüyor. Bir hikâyeye oyuncu seçerken ırk, etnik köken, ten rengi, vücut şekli ya da cinsiyeti dikkate almadan seçim yapmaya colorblind casting deniyor. Her ne kadar dizi kendine bambaşka bir alternatif tarihi evren yaratmış olsa da; sanki ırkçılık hiç yokmuş, tüm acılarıyla yaşanmamış gibi davranması, koca bir tarihi göz ardı etmesi tepki çekiyor. Kısacası siyahi karakterlerin başrolde olmasından ziyade, orijinali beyaz olan tarihi figürlerin yerlerine geçmiş olmaları tarihi alt yapısı olan hikâyeyi gölgelediğini düşünenler var. Yani hayli karmaşık bir durum. Aslında alt metinde tartışılan dizi değil, Netflix’in genel tutumu. Tepki çeken bir şey daha: Dizinin sekizinci bölümünde siyahi bir asilzade olan Lady Danbury, beyazlarla siyahların eşitliğini sağlayan kurgusal olaydan bahsediyor. Bu olayın da beyazların seçimi olduğunu belirten sözleri oldukça ironik: “Bizler renkle ayrılan iki ayrı topluluktuk. Kral bizden birine aşık olana kadar. Aşk majesteleri, her şeyi fetheder”. Peki bizler zaman öldürmek için izlediğimiz bu dizilere bu kadar anlam yüklemeli miyiz? O da ayrı bir tartışma konusu!
- INSAN-2
Mart 2022 | İnsan | Türkiye Benim Düzüm, Babama Ters Yazı | Yasemin Yapanar B en bir müddettir havalı kariyerden çok daha ötesini istiyorum! Cebimdeki paraya değil, biriktirdiğim deneyimlere bakıyorum. Çok çocuklu bir aileye sahip olmayı değil, kadın başıma çılgın hayallerimin peşinden koşabilmeyi diliyorum. Biraz orada, biraz burada özgür bir hayat kuruyorum. Kendi gerçekliğimi yaratıyor, hayallerimden bile güzel bir hayat kurma yolunda ilerliyorum. Nereye gittiğimi bilmeden, kalbimin sesini takip ederken benim düzümün, babamın tersi olduğunu görüyorum. Söylenen bir babam, uyum sağlayan bir anam ve tam zıttım bir abim var benim. Çocukluğumdan beri, ailem ne diyorsa onun tam tersini yapma gibi bir inadım var. Bir süredir Kostarika’dayım. Bir müddet daha da dönmeyi düşünmüyorum. Arada bir babamdan gelen dolar kuru hatırlatmaları beni kaygıya soksa da, gözyaşlarımla kazandığım parayla buralarda biraz daha kalmayı ve hatta önümüzdeki kışı burada geçirmeyi diliyorum. Her ne kadar babam her konuşmamızda dönmemi söylese de dinlemiyorum. Epey bir süredir ailemin dediklerini yapmıyor, onların yürü dediği yoldan yürümüyor, doğrularını mutlak doğru bellemiyorum. Bedelini ödemeye razı olarak, doğru bildiğimi yapıyorum. Nereye varacağını öngöremediğim halde sonsuz güvendiğim kendi yolumdan yürürken, ailemin üzülmesinden tedirgin olmuyorum. Keza başkalarının dediği yolu yürüyünce de ben üzülüyorum! Bu matematiğe göre, en azından birimiz mutlu olabiliyoruz. ONLARIN HAKLISIYLA BİZİM DOĞRUMUZ BİR DEĞİL Kendime, “Eğer ailem olmasalardı onların fikirlerini alır mıydım?” diye soruyorum. Her daim kaygılı babamın, bu konular özelinde kesin almazdım biliyorum. Bir kulağımdan gireni diğer kulağımdan salmaya bakıyorum. Bazen kulağıma takılı kalıyor ve babamın kaygısı bana geçiyor. Bunun sebebi de söylediklerinde ‘haklı’ olması. Ailelerimizin yönlendirmelerine kanmamızın en büyük sebebi haklı olmaları ya zaten. Ama onların haklısıyla bizim doğrumuz bir değil ki. Eğer her haklı olanın sözünü dinleseydik, evden sokağa adım atmamamız gerekirdi. Şahsen haklı olana hak vermekten yoruldum. Haklının değil, kendi doğrumun peşinden gitmeyi seçiyorum. Çünkü etrafımdaki tüm ‘haklılara’ rağmen, kendi doğrularımın peşinden gittikçe, kendi yollarımın taşlarına takılıp yeniden kalktıkça, kendi denizimde kulaç attıkça hayat benden yana akıyor. Bana ne yapmam gerektiğini söyleyenlere değil, nasıl yardımcı olabileceğini soranlara ihtiyacım var. HATALARIMA ALAN TANISINLAR Ben ailemin aklını değil, sevgisini istiyorum. Düşünceleri onlara kalsın, bana koşulsuz sevgilerini versinler. Akıl öğretmenim değil, güvendiğim limanım olsunlar. Hata yapayım, onlara kaçayım. Koyunlarında ağlayayım. Sıcacık sarsınlar beni. ‘Ben sana demiştim’ demesinler. Hatalarıma alan tanısınlar. Kapsasınlar beni. ‘’Seni anlayamıyoruz ama kim olursan ol, ne yaparsan yap, biz her zaman seni destekleyeceğiz’’ desinler. Bunları yapmamayı tercih ederlerse de kendileri bilirler. Muhabbetim azalır, sevgim baki kalır.
- INSAN-2
Ocak 2021 | İnsan | İtalya Ergenliğini sev WE ARE WHO WE ARE Yazı | Onur Baştürk H erhalde hiç kimse ergenliğini muhteşem bir şekilde hatırlamıyordur. Keza muhteşem olması ergenliğin öz doğasına aykırı! Nitekim ergenlik dediğimiz şey; bir gün suratında berbat bir şekilde ortaya çıkıp ertesi gün yok olabilen serseri mayın sivilceler gibi gayet düzensiz, asla stabil olmayan bir ruh hali, balta girmemiş ormanlık arazi, vahşi doğanın ta kendisi! Tam “araf” aslında. Geçiş bölgesi ergenlik. Yetişkinliğe doğru evrildikçe de ergenlik boyunca yaptığın tüm o iniş çıkışları, hatta saçmalıkları bir anda unutup gidiyorsun. Yetişkinliğin önceden belirlenmiş düzenine teslim olur olmaz… O yüzden, içindeyken hiç mi hiç güzel gelmese de, aslında ergenlik güzel şey! Elbette bana ergenliği yeniden sevdirmiş biri var: Yönetmen Luca Guadagnino. “Call Me By Your Name” (bundan sonra kısaca CMBYN diyelim) desem anlayacaksınız. Ünlü yönetmenin CMBYN filmini çok çok sevmiş olanlar, sonbaharda HBO’da yayınlanmış yeni dizisine de eminim bayılacak: We Are Who We Are (Blu TV’de var). ELIO VE FRASER İtalya’daki bir Amerikan üssünde geçen dizide bu kez başroldeki ergenimiz: Fraser. CMBYN’deki Elio bir önceki kuşağın ergeniydi. Kültürlüydü, kendine ait bir dünyası olsa bile dış dünyayla o kadar da savaşmıyor, içine kapanmıyordu. Fraser öyle değil. Fraser şimdiki kuşağın ergeni. Dış dünyayla, otoriteyle bir pasif agresif bir savaşı var. Özellikle de lezbiyen annesiyle. Ama o da Elio gibi meraklı ve kültürlü. Tipik Z kuşağı mensubu sayılmaz. Üstelik kaynağı sadece internet değil, kitap okuyor. Her şeyi takip ediyor ve asla kimseyi yargılamıyor. Ama Elio gibi aşırı hassas ve kırılgan. O UPUZUN PARTİ SAHNESİ Gel gör ki We Are Who We Are’da sadece Fraser’a çakılıp kalmıyor yönetmen Guadagnino. Onun etrafındaki diğer ergenlerin dünyalarına da giriyor. Onların din, aile, sistem, cinsel kimlikteki akışkanlık meselesi gibi dertlerine odaklanıyor. Üstelik bunu uzun uzun yapıyor! Sahneler tipik Amerikan dizilerinde olduğu gibi hızlı bir şekilde akmıyor. Yavaş ve bazen olanca gerçekliğiyle bize yansıyor. Mesela ergenlerimizin bir parti sahnesi var. Öyle uzun ki, her detayı göstermiş yönetmen. Ben izlerken hiç sıkılmadım. Hatta kendim partileşmiş kadar oldum! YETİŞKİNLER NE KADAR RENKSİZ! Dizi ergenler kadar yetişkinlerin dünyasını da sorguluyor. Yetişkinlerin kendilerini tamamen “düzen” ve “sistem”e kaptırmalarını, hayatı sorgusuz ve renksiz yaşamalarındaki kayıtsızlığı görüyorsun. Özellikle de Chloe Sevigny’nin oynadığı Sarah ve Faith Alabi’nin oynadığı Jenny rollerinde bu kayıtsızlığın altını fazlasıyla çizmiş yönetmen. HER ŞEYİN BAŞI: YENİLENME Bir şey daha: Her Guadagnino yapımında olduğu gibi (hatırlayın CMBYN’de de vardı) karakterler değişime uğruyor. “Büyüyorlar” desem belki daha doğru... Ve biz onların yavaş yavaş başlayan değişimlerini izlerken hep şunu soruyoruz. Ya da en azından ben kendime sordum: “Ergenliğimden yetişkinliğime geçişte ruhsal olarak neler değişmişti, hepsini hatırlamam lazım”. Doğrusu bu ya, hatırlıyorsun. Ve gariptir, dizi sayesinde kendi ergenliğine şefkatle sarılıyor ve o zamanları çok daha iyi anlıyorsun. Ah en güzeli de, tıpkı Fraser ve suç ortağı Caitlin’in yaptığı hiçbir nedeni olmayan saçmalıklardan yapmak istiyorsun. İşte o kısım, yetişkinliğin berbat ikilemine giriyor: Şimdi böyle saçmalarsam alem ne der!
- INSAN-2
November 2022 | Place & People | Vol VIII for english KOZA GÜRELİ YAZGAN Yazı & Fotoğraflar | Onur Baştürk K oza Güreli Yazgan The Marmara Grubu’nda yönetim kurulu üyesi. 2010 yılında grubun satın aldığı The Çinili Hamam ise Yazgan’ın tutkuyla bağlandığı projelerden biri. İstanbul’un tarihi semti Zeyrek’te bulunan The Çinili Hamam’ın restorasyon süreciyle başından beri yakından ilgilenen ve İstanbul Bienali sergileri sırasında geçici olarak mekanın kullanılmasını sağlayan Yazgan, şimdi de hamamı 2023’te hem müze hem de hamam olarak açmaya hazırlanıyor. The Çinili Hamam, The Marmara Grubu’nun Esma Sultan Yalısı’nda yaptığına benzer bir restorasyon projesi. Projenin başından beri gelişimine tanık olan biri olarak süreci sizden dinlemek isterim... The Marmara Grubu olarak kültür mirasının korunması, tanıtılması ve geliştirilmesine yönelik projeleri desteklemek önem verdiğimiz konular. Esma Sultan gibi kültürel miras yapılarının korunması için verdiğimiz desteği, İstanbul’da UNESCO Dünya Mirası listesine alınan dört semtten biri olan Zeyrek’te yer alan The Çinili Hamam ile devam ettirmek heyecan verici. Proje yaklaşık 12 yıldır devam ediyor. Çinili Hamam 1540’lı yıllarda, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış klasik Osmanlı Mimarisi özelliklerini taşıyan anıtsal bir kültür varlığı. KOZA GÜRELİ YAZGAN Writer & Photos | Onur Baştürk K oza Güreli Yazgan is a board member at The Marmara Group. The Çinili Hamam, purchased by the group in 2010, is one of the projects Yazgan is passionate about. Yazgan, who has been closely involved with the restoration process of The Çinili Hamam in Zeyrek, the historical district of Istanbul, and temporarily gave the opportunity of the usage of the space during the Istanbul Biennial exhibitions, is now preparing to open the hamam as both a museum and a hamam in 2023. The Çinili Hamam is a restoration project similar to the one undertaken by The Marmara Group at Esma Sultan Mansion. As the person who has witnessed the development of the project since the beginning, I would like to hear the process from you... As The Marmara Group, supporting projects for the protection, promotion and development of cultural heritage are the issues we attach importance to. It is exciting to continue our support for the protection of cultural heritage structures such as Esma Sultan with The Çinili Hamam, located in Zeyrek, one of the four districts in Istanbul included in the UNESCO World Heritage list. The project has been going on for about 12 years. The Çinili Hamam is a monumental cultural property with classical Ottoman Architecture features, built by Mimar Sinan in the 1540s by the order of Admiral Barbaros Hayreddin Pasha. Tamamı için... | For more... Print VOL - VIII FALL&WINTER 2022-23 Out of Stock View Details Dijital / Pdf YUZU MAGAZINE - VIII 60,00₺ Price View Details Çapa 1
- INSAN-2
Mayıs 2022 | İnsan | Türkiye SERA GÜRSOY 'Kendi deneyimlerim Miboso’yu oluşturdu' Yazı | Alp Tekin S on dönemin en dikkat çekici ve doyurucu içeriğe sahip wellbeing platformu Miboso’yu kurucusu Sera Gürsoy anlatıyor. Miboso’yu kurma fikri nasıl ortaya çıktı? Yola çıkarken motivasyonun neydi? Kendi tecrübelerim Miboso’nun kuruluşunda büyük rol oynadı. Yıllarca anksiyete ve panik atak ile mücadele ettim ve ilaç kullandım. Antidepresanların benim için kalıcı bir çözüm olmadığını anladığımda alternatif yöntemleri denemeye karar verip geleneksel ve tamamlayıcı tıbba yöneldim. Alternatif yöntemlerin özellikle zihin sağlığı problemleriyle başederken ne kadar etkili olduğunu anladım. Bunu daha fazla insana ulaştırabilmek ve insanların daha sağlıklı ve daha huzurlu bir hayat yaşamalarında etkili olabilmek en büyük motivasyonum oldu. Wellbeing alanı çok geniş. Kapsamınız daha çok hangi konularla ilgili? Wellbeing alanı da her alan gibi trendlere göre çok değişiyor. Benim yapmak istediğim, bu trendleri takip etmek yerine, doğruluğu yıllardır test edilip kanıtlanmış yöntemleri uygulamak ve başkalarına en doğru şekilde aktarmak. 5000 yıldır uygulanan ve Hindistan’da bir tıp bilimi olan Ayurveda, yine aynı şekilde uzun yıllardır tedavilerde kullanılan Pranayama teknikleri ve yoga öğretileri, bunların arkasındaki derin felsefe, benim de kendi tedavi sürecimde yararlandığım ve başkalarına da iyi geleceğine inandığım başlıca konular. YAMA NİYAMA SERİSİ İLGİ GÖRÜYOR Miboso'yla ulaşmak istediğin hedef nedir? Türkiye’de zihin sağlığına yeterince önem verilmiyor. Bu konuda var olan tabuları yıkmak, bakış açısını değiştirerek farkındalık yaratmak istiyoruz. Kişilerin iyileşme süreçlerinde geleneksel ve tamamlayıcı tıbbın önemini anlatarak, zihin sağlığına bu yöntemlerin ne kadar iyi geldiğini paylaşmak istiyoruz. Özellikle Türkiye ve Orta Doğu’da kadınların daha mutlu, huzurlu, sağlıklı, kendinden emin, güçlü ve üretken hissedebilmesi için doğru içerikleri üretiyor, doğru rehberleri sağlıyoruz. En çok hangi workshop’lar, konular ilgi görüyor? Şirketlerin wellbeing konusuna ilgisi çok arttı. Dr. Neslihan İskit ile tasarladığımız, şirketlere özel wellbeing eğitim kataloğumuz büyük ilgi çekiyor. Kurumsal ve Günlük Hayatta Stres Yönetimi, Masa Başı Yogası ve Odak Güçlendirme, Rahatlama için çeşitli nefes teknikleri eğitimleri gerçekleştiriyoruz. Bu dönemde online eğitimlerimize devam ederken fiziksel etkinliklere de ağırlık vermeye başladık. Mesela Petra ile iş birliği yaptık ve birlikte Ayurvedik Kahve Workshop’ları düzenlemeye başladık. Hindistan’daki Ayurveda uzmanımız tarafından hazırlanan tariflerle katılımcılar hem Ayurveda hakkında bilgi edinirken kendi ‘dosha’sını öğreniyor hem de kendisine daha iyi gelen ayurvedik kahve karışımları hakkında bilgi sahibi oluyor. İkinci Ayurvedik Kahve Workshop’umuzu 25 Mayıs’ta gerçekleştireceğiz. Büyük ilgi gören bir başka konu da, Patanjali’nin 8 basamaklı yolundan esinlenerek hazırladığımız Yama Niyama serisi. ‘Ahlaki kodlar ve doğru yaşam yolları’ olarak tanımlanan Yama ve Niyama’lar, bize erdemli, mutlu ve huzurlu bir yaşam için izlememiz gereken adımları ve tabii bunun özü olan iyi insan olmayı hatırlatıyor. MIND-BODY-SOUL Nasıl bir yaşam tarzın var? Hayatıma yön veren en temel prensip her şeyi yapacak gücün kendi içimizde olduğu gerçeği. Hatta bunu sadece güç gibi de görmüyorum, gerçekleşmesi en zor olduğunu düşündüğümüz şeyleri bile kendimize inanarak mümkün kılabildiğimize inanıyorum. Ancak bunun da ötesinde bir gerçek var. Herhangi birine duyduğumuz kızgınlık ve öfke türü hislerin birebir kendimizle ilintili olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde mutluluğumuz da öz sevgimiz ve öz kabulümüze paralel olarak artıyor veya azalıyor. Bu prensiplere gönülden inanıyorum. Kendimle ya da başkalarıyla olan ilişkilerimden kariyer kararlarıma ve wellbeing yaklaşımıma kadar her konuda, hayatımın her alanında beden, zihin ve ruh bütünlüğünü koruyabilmek benim için önemli. Zaten Miboso’nun adı da buradan, ‘mind-body-soul’ kelimelerinin birleşiminden geliyor. ‘SOUND HEALING’DE BİRÇOK FARKLI ENSTRÜMAN VAR Yuzu Green Day'de yapılacak “sound healing” ve “aura cleansing” hakkında detay verebilir misiniz, bizi neler bekliyor? Sound healing ve aura cleansing, seslerin frekansından ve çanakların titreşiminden yararlanarak kullanılan çok etkili bir tedavi yöntemi. Farklı ses titreşimleri ve frekansları bedeni etkileyerek vücudun derin gevşemeye geçmesine, rahatlamasına, duygusal travmalardan arınmasına, stres ve kaygının giderilmesine yardımcı oluyor. Merdol Can Dinçer çok yetenekli bir sound healing terapisti. Bir sürü farklı enstrüman kullanıyor ve seslerin frekansı ile alışık olmadığımız bir deneyim yaşatıyor ve katılanların kendilerini daha iyi hissetmesine neden oluyor.
- INSAN-2
January 2023 | Place & People | Vol VIII below english EMİRHAN PARALI Yazı & Fotoğraflar | Onur Baştürk İ stanbul’un gözde restoran markalarından Markus’un ortağı Emirhan Paralı, en az kendisi kadar film yıldızı edasındaki köpeği Iggy’yle sosyalleşiyor desem yanlış olmaz. Çünkü Emirhan ve Iggy’yi en son bir sergi açılışında gördüm ve Emirhan bir saniye bile kucağından indirmedi Iggy’yi. Bu şahane ikiliye İstanbul’un cool ve bohem yerlerinde ansızın rastlamadan önce Emirhan’a kulak verin... Hayalindeki İstanbul nasıl bir yer? Estetik değerleriyle tarihi kültürüne sahip çıkılan, yapılaşması belirli bir regülasyona tabi olan, ve en önemlisi insan yaşamına yönelik tasarlanmış bir şehir. Sen İstanbul’u nasıl yaşıyorsun? Her gün farklı bir bölgesini deneyimliyorum. Maslak, Beyoğlu ve Anadolu Yakası arasında bir üçgen kurmuş durumdayım. Dolayısıyla şu sıra şehrin keyfini çıkarabilmek için çok limitli zaman yaratabiliyorum. Markus iki farklı lokasyonda. Beyoğlu’ndaki Tavern ve Maslak’taki Markus Prime Ribs Society. Bunun artıları ve eksileri neler? Bu yıl bizim için çok hareketli geçti. Beyoğlu’ndaki Tavern’i baştan sona yeniledik. Bağdat Caddesi’nde Markus To Go adlı yeni “Fast Good” konseptimizi hayata geçirdik ve son olarak Maslak’taki konseptin aynısını Anadolu Yakası’ndaki Emaar Square’de açtık. Markus bir insan olsaydı, onu nasıl tanımlardın? Aslında ismimizi seçmeden ve marka kimliğimizi çalışmadan önce bir ‘persona’ oluşturmuştuk. Markus kendi kurallarını belirleyen, samimi, şaşırtıcı ama aynı zamanda güven veren biri. İstanbul sosyal hayatında en çok hoşuna giden ve en çok katlanamadığın şey nedir? İyi yemek ve eğlenceyi bir arada yakalayabildiğim yerleri seviyorum. En katlanamadığım şey ise gittiğim yerde kötü müzik çalması. EMİRHAN PARALI Writer & Photos | Onur Baştürk It wouldn’t be wrong of me to say that Emirhan Paralı, a founding partner of Markus, one of Istanbul’s most trendy restaurants, has been socializing with his dog Iggy, who has the air of a movie star just as much as Emirhan. Because the last time I saw Emirhan and Iggy, it was at the opening of an exhibition, and Emirhan did not put Iggy down even for a second. Before you run into this wonderful duo around Istanbul’s coolest and most bohemian corners, hear what Emirhan has to say... What’s your dream Istanbul like? A city whose aesthetic values and historical culture are taken care of, where new construction is subject to certain regulations, and above all, a city that is designed for human life. How do you experience Istanbul? I experience a different area each day. I have basically formed a triangle between Maslak, Beyoğlu, and the Anatolian side. So, I’m only able to spare a very limited amount of time to enjoy the city nowadays. Markus has two separate locations. Tavern in Beyoglu and Markus Prime Ribs Society in Maslak. What are the pros and cons of that? This year has been quite busy for us. We’ve renovated Tavern in Beyoglu from top to bottom. We’ve opened up our new place Markus To Go with the “Fast Good” concept, and finally, we’ve opened another venue with the same concept as the one in Maslak in Emaar Square on the Anatolian side. If Markus was a person, how would you describe them? We had actually constructed a ‘persona’ before coming up with our name and formulating our brand identity. Markus is someone who makes their own rules, a sincere, unpredictable, yet trustworthy person. What do you like most about social life in Istanbul, and what is one thing you can’t stand? I like the places where I can enjoy both good food and entertainment at the same time. One thing I can’t stand at all is when there is bad music playing somewhere I’m visiting. Tamamı için... | For more... Print VOL - VIII FALL&WINTER 2022-23 Out of Stock View Details Dijital / Pdf YUZU MAGAZINE - VIII 60,00₺ Price View Details
- PEOPLE
October 2023 | People EFE ÇAKAREL MUBI’nin yaratıcısı Yazı | Timur Can Ersoy Fotoğraflar | Akira Suemori, Dan Smith 2007 yılında kurduğu MUBI ile arthouse ve sinema dünyasının eşsiz filmlerini kullanıcısıyla buluşturan Efe Çakarel, dijital film platformunu ve yaşam stilini anlatıyor. Bağımsız filmleri izleyebileceğimiz bir platform oluşturma fikri nereden çıktı? Bir elektrik mühendisliği öğrencisi olarak, transistörlerin elektrik sinyallerini nasıl değiştirdiği konusu kariyer planlarımdan daha çok meşgul ediyordu zihnimi! Hayatta ne yapmak istediğim hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Ama bir şeyler inşa etmek istediğimi biliyordum ve bunu gerçekleştirebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Hâlâ da gerçekleştiriyorum. MUBI hayatımın işi ve son 15 yıldır bu böyle. Başka bir şey yaptığımı hayal dahi edemiyorum. Ama itiraf etmeliyim ki transistörlerden hâlâ etkileniyorum! Martin Scorsese ile yollarınız nasıl kesişti? Marty, muhtemelen dünyadaki en etkili ve ilham verici yönetmen. Kendini tamamen sinema sanatına adamış. Bir sabah Metin Erksan'ın “Susuz Yaz” filmini restore ettiğini duydum ve onunla tanışmanın bir yolunu bulmam gerektiğine karar verdim. Sonunda onunla tanıştım ve kurucusu olduğu The Film Foundation'la iş birliği yaparak “Susuz Yaz”ın ilk gösterimini MUBI’de yapmayı başardık. Kendisini çok seviyorum, hem insan hem de muhteşem bir sinemacı olarak. Hayalimde bir gün birlikte bir film yapmak var. MUBI’NİN BU YANI KÜÇÜK BİR KAHVE DÜKKÂNI GİBİ Arthouse sektörünün önde gelen, uluslararası öneme sahip Almanya merkezli The Match Factory ve Match Factory Productions markaları MUBI bünyesine katıldı. Önümüzdeki günlerde buna bağlı olarak nasıl yenilikler bekliyor takipçileri? MUBI ve The Match Factory uzun yıllardır iş birliği içindeydi. Her zaman birbiriyle mükemmel şekilde eşleşen iki kurum olduk. Harika filmleri dünyanın her yerinden sinemaseverlerle buluşturma hedefini paylaştık. Apichatpong Weerasethakul'un Memoria'sından Sebastian Meise'nin Great Freedom'ına, Tatiana Huezo'nun Prayers for the Stolen'ından Pablo Larraín'in Ema'sına, Gianfranco Rosi'nin Notturno'sundan Michel Franco'nun New Order'ına, birçok filmde birlikte çalıştığımız için birbirimizi çok iyi tanıyoruz. The Match Factory’nin çalışmalarını her zaman hayranlıkla izledik ve şimdi bu yolculukta yan yana olmak gerçekten heyecan verici. MUBI’de insanların izledikleri filmleri puanladıkları ve filmler hakkındaki yorumlarını paylaştıkları bir database bulunuyor. Arthouse dünyasının sosyalleştiği bir alan diyebilir miyiz? MUBI'nin bu yanını küçük bir kahve dükkânı gibi düşünebilirsiniz. En sevdiğiniz sinemanın hemen köşesinde, 24 saat açık ve her zaman canlı. Film izledikten sonra ilk gittiğiniz yer. Kafanız az önce izlediğiniz bir sahneyle doluyken, oturup arkadaşlarınızla tartışabileceğiniz bir yer. Hatta bir filmi görmeden hemen önce sizi bekleyen yeni maceranın heyecanıyla uğradığınız bir yer. Odağında sinema olan kolektif deneyimler yaratmayı seviyoruz. Hatta bu MUBI fikrinin özünü oluşturuyor. Tartışmak, düşünmek, keşfetmek ve paylaşmak için bir alan yaratmak istedik. MACHESI 1824’TEN BİR DİLİM TORTA AURORA MUBI’nin merkezi Londra’da ve sen de orada yaşıyorsun. Londra seni nasıl besliyor? Hem iş hem de sosyal yaşantı olarak… Londra harika bir yer. Kendinizi canlı hissettiğinizde o da capcanlı. Huzura ihtiyacınız olduğunda gizli köşeleri var. Üstelik her zaman iyi kahve bulmak mümkün. Hem de hiç zorlanmadan. İş açısından, özellikle MUBI için Londra olunabilecek en iyi yer. Tanışılacak birbirinden heyecanlı ve hevesli sayısız insan var. Burada bir şeyler yapmak istemenizi tetikleyen bir enerji var. İşim nedeniyle tüm dünyayı geziyorum ve Londra bunu kolaylaştırıyor. Her zaman eve dönmek için güzel bir yer. Londra aynı zamanda sinema dünyası ve kültürünün de merkezi. MUBI burada kendini doğal olarak evinde hissediyor. Sinemalarla kuşatılmış olmanın iyi bir his olduğunu söyleyebilirim. Ofisimden beş dakikada yarım düzine sinemaya yürüyerek gidebiliyorum. Ayrıca burada yaşamayı seviyorum. Londra, dünyadaki her ülkeden her çeşit insanın paylaştığı bir şehir. Sadece burada kalarak insanlar ve hayat hakkında çok şey öğrenebilirsiniz. Burada yaşamanın en sevdiğim yanlarından biri kendi favori yerlerimi bulmak. Bir bank, küçücük bir kafe ya da yemyeşil bir park gibi. Ama Londra'da olmanın en güzel yanı aslında Milano'dan geliyor. Mount Street'teki Machesi 1824'ten bir dilim Torta Aurora. Bir veya iki kapuçino ile. Boş bir öğleden sonra ve iyi bir kitap eşliğinde. SİNEMA PLANLARIMI BİR GECEDE DEĞİŞTİREBİLİYOR Bir tam günün nasıl geçiyor? Bu yanıtın sıkıcı versiyonunda sabah erken kalkmak, mailleri kontrol etmek, ara sıra kahve içmek, insanlarla tanışmak ve akşam yemeğinde çoğunlukla makarna yemek var. Sıkıcı olmayan yanıtlar tabii ki daha içtendir. Bilmiyorum. Sinema dünyası doğası gereği durmadan yenilenir. Her sabah yeni favori filmimin adını ilk kez duyma ihtimalim var. Yaptığım şey ve MUBI'nin özü dolayısıyla her gün her şey olabilir. Sinema beni düşünmeye itiyor. Her zaman beni şaşırtmayı ya da bana hayal bile etmediğim şeyler göstermeyi vadediyor. Planlarımı veya fikirlerimi bir gecede değiştirebiliyor. Herhangi bir günü önceden tahmin etmem mümkün değil. Tıpkı sinemayı da tahmin edemeyeceğim gibi. Bu oldukça güzel bir duygu. EFE ÇAKAREL Creator of MUBI Words | Timur Can Ersoy Photos | Akira Suemori, Dan Smith Efe Çakarel, who brings unique movies from the arthouse and cinema world to his users with MUBI, which he founded in 2007, talks about the developing digital world, the digital movie platform he developed and of course his lifestyle. Where did the idea of creating a platform where we can watch independent films come from? As an electrical engineering student, how transistors change electrical signals was occupying my mind more than my career plans! I had no idea what I wanted to do in life. But I knew I wanted to build something, and I feel very lucky that I was able to do it. And I'm still doing it. MUBI is my life's work and has been that way for the last 15 years. I can't imagine doing anything else. But I have to admit, I'm still impressed by transistors! How did you cross paths with Martin Scorsese? Marty is probably the most influential and inspiring director in the world. He completely devoted himself to the art of cinema. One morning, I heard that he was restoring Metin Erksan's movie “Susuz Yaz” and decided that I had to find a way to meet him. Finally, I met him and, in cooperation with The Film Foundation, which he was the founder of, we managed to premiere "Susuz Yaz" on MUBI. I love him very much, both as a person and as a great filmmaker. My dream is to make a movie together one day. THIS SIDE OF MUBI IS LIKE A SMALL COFFEE SHOP The Match Factory and Match Factory Productions, the leading brands of the arthouse industry with international importance, based in Germany, have joined MUBI. What kind of innovations can the followers expect in the upcoming days? MUBI and The Match Factory have been in collaboration for many years. We have always been two perfectly matched institutions. We shared the goal of bringing great movies to movie lovers around the world. As we have worked together on many films from Apichatpong Weerasethakul's Memoria to Sebastian Meise's Great Freedom, from Tatiana Huezo's Prayers for the Stolen to Pablo Larraín's Ema, from Gianfranco Rosi's Notturno to Michel Franco's New Order, we know each other very well. We have always admired The Match Factory's work and now it is truly exciting to be alongside them on this journey. MUBI has a database where people rate the movies they watch and share their comments about the movies. Can we say that this is an area where the arthouse world socializes? You can think of this side of MUBI as a small coffee shop. Just around the corner from your favorite cinema, open 24 hours and always lively. The first place you go after watching a movie. It's a place to sit and discuss things with your friends while a scene you just watched is still in your mind. In fact, it is the place you visit right before seeing a movie with the excitement of the new adventure that awaits you. We love creating collective experiences centered around cinema. In fact, this is the essence of the idea of MUBI. We wanted to create a space to discuss, think, explore and share. A SLICE OF TORTA AURORA FROM MARCHESI 1824 MUBI is headquartered in London and you live there too. How does London nourish you? Both in business and social life… London is a wonderful place. When you feel alive, it is alive too. When you need peace, it has its hidden corners . Moreover, it is always possible to find good coffee. And without any difficulty. For business, London is the best place to be, especially for MUBI. There are countless excited and enthusiastic people to meet. There is an energy here that makes you want to do something. I travel all over the world for my job and London makes it easy. It's always a good place to come home to. London is also the center of the cinema world and culture. MUBI feels naturally at home here. I can say that it feels good to be surrounded by cinemas. I can walk from my office to half a dozen movie theaters in five minutes. I also love living here. London is a city shared by all kinds of people coming from every country in the world. You can learn a lot about people and life just by being here. One of my favorite things about living here is finding my own favorite places. Like a bench, a tiny cafe or a lush park. But the best thing about being in London actually comes from Milan. A slice of Torta Aurora from Machesi 1824 on Mount Street. With one or two cups of cappuccino. During a free afternoon and a with good book. CINEMA CAN CHANGE MY PLANS OVERNIGHT How does your one whole day go? The boring version of this answer involves waking up early in the morning, checking emails, occasionally drinking coffee, meeting people, and eating mostly pasta for dinner. Of course, answers that are not boring are more sincere. I don't know. The world of cinema is constantly renewed by its nature. Every morning I get to hear the name of my new favorite movie for the first time. Because of what I do and what MUBI is about, each day anything can happen. Cinema pushes me to think. It always promises to surprise me or show me things I never imagined. It can change my plans or ideas overnight. It is impossible for me to predict any day in advance. Just like I can't predict cinema. It's a pretty good feeling.
- INSAN-2
Aralık 2020 | İnsan | Türkiye Hayata karşı takınılması gereken 4 tavır Yazı | Onur Baştürk E n güzel tavır, rüzgâr tavrı. Onu biraz daha açar mısın? Genellikle içsel durumumuz dış tesirlere göre kolayca değişir. Bulunduğumuz yeri çirkin ya da kötü görüyorsak oradan hemen çıkmak isteriz. ‘Sevmiyorum, beğenmiyorum’ diye etiketlediğimiz birinin yanındaysak ondan uzaklaşmak isteriz. Rüzgâr böyle ayrımlar yapmaz. Hiçbir yeri kötü bulmaz, kimseyi beğenmemezlik etmez, ikiliğin kurbanı değildir. Herkesi ve her şeyi olduğu gibi görür, kabul eder. Her yerde aynı kolaylıkla, aynı hoşnutlukla dolaşır. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details
- INSAN-2
Temmuz 2021 | Volume IV - Y A Z ROLAND HERLORY “Pozitif Riviera ruh halini aşılamaya çalışıyoruz” Yazı | Sibel İpek B u yıl 50’inci yaşını kutlayan Vilebrequin’in sırrına vakıf olmak için markanın CEO’su Roland Herlory’ye kulak verin. Herlory, tasarımlarının bir noktasına mutlaka sinen 70’lerdeki St Tropez ruhunu, plajda yaşama sanatını ve sürdürülebilir ürün yaratmanın kodlarını zarif bir şekilde anlatıyor. Markanın başlangıç hikâyesini çok merak ediyorum... Vilebrequin’in geçmişi 1971’de başlayan bir aşk hikâyesine dayanıyor. Markanın kurucusu Fred Prysquel aslında dünyanın farklı coğrafyalarında yarışları takip eden bir Formula 1 muhabiri. Bir gün St Tropez’deyken plajda Yvette’i görüp aşık oluyor. Kendini Yvette’e beğendirmek için herkesten farklı görünmeye karar veriyor ve Kaliforniyalı sörfçülerin şort modelleri ile Afrika’nın wax adı verilen desenli kumaşlarından aldığı ilhamla kendine mayolar yapıyor. Başarı çok kısa sürede geliyor; hem Yvette Fred’e aşık oluyor hem de şortları gören tüm ünlüler aynısından sipariş ediyor! İşte bu Vilebrequin’i eşsiz yapan ve başka hiçbir markada olmayan bir aşk hikâyesi... . St Tropez 70’lerin özgürlük ve cazibe merkezlerinden biriydi... Vilebrequin’in marka ruhuna bu özgürlüğün de etkisi olmuştur mutlaka değil mi? Evet, St Tropez o yıllarda dünyanın merkeziydi. Mick ve Bianca Jagger çifti 1971’de St Tropez’de evlendiği zaman burası ünlüler için özgürlüklerinin tadını çıkarttığı bir buluşma noktasıydı. Vilebrequin olarak biz de müşterilerimize mutlaka bu pozitif Riviera ruh halini aşılamaya çalışıyoruz. Nerede olursa olsunlar. İster St Tropez, Los Angeles, İstanbul ister St Barts ya da Forte dei Marmi’de. Tamamı için... Print YUZU MAGAZINE - IV Out of Stock View Details
- INSAN
Haziran 2020 | İnsan | Türkiye Neden söz vermekten kaçınıyoruz? Yazı | Sibel İpek P rogram yapılırken hep şu cümleleri mi kullanıyorsunuz: “Bakarız, haberleşiriz, tamam ama söz vermiş olmayalım, yine konuşuruz” Peki uzun dönemli program yapmaktan ödünüz mü patlıyor? Uçak biletlerinizi hep son dakika mı satın alıyorsunuz ya da aldıktan sonra sürekli değiştirme cezası yiyenlerden misiniz? İlişkilerinizde içten içe bir şekilde size uygun olmadığını bildiğiniz insanları mı tercih ediyorsunuz? Ya da çok uygun olabileceğinizi düşündüğünüz birisi bile olsa, azıcık baskı görünce hemen kaçacak delik arayanlardan mısınız? Örnekler uzar gider, önemli olan yanıtlarımız. Neden herhangi bir şeye bağlanmaktan bu kadar korkuyoruz? Kendi başına olmayı sevdikçe bağlanma korkularımız tetikleniyor mu? Aslında plan yapmayı istememek insanlarla görüşmek istemediğimiz izlenimini de veriyor. Daha iyi bir plan çıkarsa diye söz vermediğimiz de oluyor, ki kendimden örnek vermem gerekirse çoğu zaman böyle durumlar kendimle kalmayı tercih etmemle sonuçlanıyor! UNUTULAN ÖNEMLİ BİR ŞEY VAR Araştırmalar gösteriyor ki; bağlanma korkusu tek bir travmatik olay, erken çocukluk döneminde yaşanan stresler ya da pek çok irili ufaklı olayın birikiminden kaynaklanıyor olabilir. Ebeveynlerin boşanması ya da evlilikte yaşadıkları problemleri çocuklarına yansıtmaları, potansiyel bir ilişkinin mutsuz sonuçlanmasından korkmak, daha önceki ilişkilerde travmatik olaylar yaşamak, başkalarına güvenmekte zorlanmak gibi… Bence unutulan çok önemli bir şey var! O da insanın kendiyle olmayı sevmesi ve kendiyle olma halindeki dokunulmazlık ve mahremiyete, biriyle olmaktan çok daha fazla ihtiyaç duyması. SAVUNMA MEKANİZMASININ ROLÜ BÜYÜK Bağlanma korkusu denildiğinde akla ilk gelen romantik ilişkiler. Oysa bu korku ofisteki başarıyı da etkileyebiliyor. Mesela iş ortamında yaşanan korku, kişinin uzun vadeli projeleri reddetmesine neden olabiliyor. Bazı araştırmacıların savundukları ise şu: Bağımsız olma eğiliminin kaynağında savunma mekanizmasının rolü büyük. Yani güçlü görünme çabasıyla taktığımız maskeler, hassas ve kırılgan yanlarımızı göstermeme çabası. Ki bu yanlarımızı saklayarak gerçek bir ilişki yaşama ihtimalimiz elbette yok. HADİ SÖZ VERDİK DİYELİM, YİNE DE KORKUYORSAK? Bu korku bitmez mi diyebilirsiniz. Bitmez! Bazen ciddi bir ilişkinin içine girmiş olsak bile yine de kendimizi ilişkiye tamamen veremiyor, zırhlarımızdan kurtulup tamamen açık olmayı seçemiyor olabiliriz. Pek çok insan ilişkilerini bu şekilde yaşamaya devam edebiliyor. Neden mi? Bazen her türlü korkumuza rağmen o ilişkinin içinde kalmak istediğimiz için kalırız. Aslında ilişkiyi terketmek istesek bile toplum baskısından dolayı ilişkide kalmayı tercih edebiliriz. Çünkü çevremiz bizden bunu bekliyordur. Bir de tabii konfor alanımızı terketmek istememe, alışkınlarımıza olan bağlılığın bazen duygusal ihtiyaçlarımızın önüne geçebilmesi… BİRAZ PRATİK HAYAT KURTARIR Psychology Today’den psikiyatrist Barton Goldsmith’in güzel bir örneği var. Diyor ki: “Kavanozdaki kırmızı balık gibi herkes kendi ortamına göre büyür”. Yani eğer kendinize keskin sınırlar çizer ve kendinizi sınırlandırırsanız, başka insanları hayatınıza alma ya da yeni sularda yüzme ihtimalinizi azaltırsınız. Eğer bunu değiştirmek istemenize rağmen bir türlü yapamıyorsanız o zaman daha ciddi yardım almanın vakti gelmiş olabilir. O zaman işte size bağlanma korkusu pastasından en çok pay alan ‘romantik İlişki’ özelinde kas geliştirici ufak adımlar listesi: 1. Partnerinizle bir geceyi birlikte geçirmeyi deneyebilirsiniz! Mümkünse onun evinde olsun. Böylece dilediğiniz zaman evinize dönebileceğinizin rahatlığıyla kalırsınız:) 2. İlk adım birkaç kez başarıyla atlatıldıktan sonra yaşadığınız yere yakın mesafede bir yerde hafta sonunu birlikte geçirmek ikinci adım olabilir 3. Kalabalıklar içinde el ele tutuşmak kulağa ne kadar saçma gelse de, bunu da denemek fena olmayabilir, bir düşünün! 4. Yakın arkadaşlarınızla tanıştırdınız. Peki partnerinizi ailenizle de tanıştırmanın vakti gelmedi mi? Evet biraz gergin bir durum olabilir, ama yapın gitsin… 5. Farklı mevsimlerde birlikte yapmak isteyeceğiniz tatil hayallerinizi paylaşın. Mesela her hafta düzenli plan yapıp bir ay boyunca bu planlara sadık kalmaya gayret gösterin. 6. Bu adımların bir tık sonrası tabii ki şu: Birlikte yaşamak isteyebileceğiniz semtleri, mahalleleri konuşmaya başlamak! İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!
- INSAN-2
Ocak 2021 | İnsan | Türkiye MUZAFFER YILDIRIM Yeni bir şey yapmak benim karakterim Yazı | Onur Baştürk Fotoğraflar | Emre Doğru F atih’te güvercinlere takla attıran Muzaffer’den şimdiki Muzaffer’e: Yıllar sende neleri değiştirdi, neleri değiştirmedi? Göçmen bir ailede, partizan bir babanın oğlu olarak Fatih’te dünyaya geldim. Aslında çocukluktaki karakter oluşumumun devamını tam da ‘bugünkü ben’ olarak görebiliyorum. Evet, güvercin beslerdim. İki güvercinle başlayıp 150 güvercine sahip olmuştum. Daha fazla sayıda güvercin besleyenlerin elli güvercini olurken benim bu sayıya iki güvercinle ulaşmam, bir şeyi yaparken büyük ve etkileyici yapmakla ilgili bir derdim olduğunu gösteriyor. Çocukluktaki bu felsefem, iddiam, hırsım, hatta kavgacılığım ve vazgeçmeme kültürüm halen devam ediyor. O zaman sokakta savaşçıydım, şimdi de savaşçıyım. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details
- INSAN-2
Temmuz 2021 | Volume IV - Y A Z O SÖĞÜT AĞACININ ALTINDA ‘YEŞİLMİŞİK’ MUHABBETİ Yazı | Onur Baştürk Fotoğraflar | Elif Kahveci N e zaman şehirdeki binaları arkamda bırakıp Polonezköy yoluna girsem mutlu oluyorum. Özellikle ağaçların yola dek uzanan dalları arasından geçerken böyle oluyor. Anlık, çabasız bir mutluluk. En güzeli de bu değil midir? Bu nedenle o yoldan her seferinde daha yavaş geçmek istiyorum. Tadına tam varabilmek için... Cumhuriyet Köyü’ndeki Komşuköy’e geldiğimde de hep aynı hissiyatı yaşıyorum: Biraz daha mı kalsam, biraz daha mı şu yeşilliklere bakıp dalsam, biraz daha, biraz daha... Bu kez bunlara bir şey daha eklendi: Bu sohbet daha çok mu uzasa, sabaha kadar şu söğüt ağacının altında konuşsak mı? O zaman detay vereyim. O gün Komşuköy’deki o söğüt ağacının altında beş kişiydik. Moda tasarımcısı Aslı Filinta, Komşuköy’ün kurucu ortaklarından Özden Akyıldız, şef Maksut Aşkar, oyuncu Eylül Su Sapan ve ben. Ağacın altındaki sohbetimizde yiyip içtiğimiz şeylerden tutun da, doğanın bize ne hissettirdiğinden ve kendi hayatımızda doğaya saygı adına neler yaptığımıza kadar birçok ‘yeşil’ alt başlıkta konuştuk. Kimi zaman savrulduk, sohbetin akışına uyduk. Doğanın kendisi gibi işte, sohbeti sıkıcı bir moderatör gibi yönetmektense serbest bırakmayı tercih ettim. İşte o sohbetten seçtiğim anlar... “NEOLOKAL’İ TAMAMEN VEJETARYEN YAPACAKTIM” ONUR: Madem Komşuköy’deyiz. Güzel yiyip içiyoruz. Herkese önce nasıl beslendiğini sorayım... EYLÜL: Ben et yemiyorum. Vejetaryenim. Vegan olmayı da denedim. Ama sonra yapamadım. Vejetaryen olmam hem köpek sahiplenmemle hem de aldığım ürünlerin içeriğini okumamla başladı diyebilirim. Sanırım herkes aynı döngüyü yaşıyor. İçeriğe bakınca, biz neler yiyormuşuz gerçeğinin farkına varıyorsun. ASLI: Ben de bir buçuk yıldır et yemiyorum. Balığı da eşim Tolga’yla aramız bozulmasın diye yiyorum! MAKSUT: Geçen yıl çok radikal bir fikir gelmişti aklıma. Ortağıma dedim ki, “Seneye Neolokal’i tamamen vejetaryen olarak açmayı planlıyorum”. Söyledim ve tabii yuttum o lafı! Çünkü bunu yaparsak batma ihtimalimiz çok yüksekti. Neyse ki menü içerisinde çok vejetaryen seçeneğimiz var. Ama ben, “Neden Türkiye’nin ilk vejetaryen fine-dining restoranı olmasın?” diye düşünüyordum. ONUR: Sen et yiyorsun ama, değil mi Maksut? MAKSUT: Evet, ama şöyle düşün: Viyana’da bir tane vejetaryen restoran var, adı Tian. Şefi Paul Ivic vejetaryen değil. Bana göre Avrupa’daki en iyi vejetaryen restoranlarından biri. Aslında her şey güllük gülistanlık olsaydı; yani bombalamalar ve kapanıp açılmalar olmasaydı, eminim vejetaryen Neolokal projesinin arkasında dururdum. “CEKETİM ATIK PARÇALARDAN YAPILDI” ONUR: Sosyal ve iş hayatınızda tabiata saygı adına neler yapıyorsunuz? Nasıl çözümleriniz var? MAKSUT: Özellikle bu noktada insanlar kadar, etki alanlarını düşününce markalara, iş dünyasına da büyük görevler düşüyor. Mesela Anadolu Efes’in yeşil şişesinin arkasındaki QR kodu okuttuğunuzda bir tohum topu atılıyor. Elbette tabiatı koruyup geliştirmenin yanında insanların tabiatla bağlarını güçlendirecek, onlara tabiatın değerini hatırlatacak çalışmalar da çok önemli. Ben kendi markam Neolokal’i kurarken hayal ettiğim şey şuydu: Yeni nesil toprağa dokunmuyor, toprağı bilmiyor. Sanıyorlar ki domates süpermarkette yetişiyor. Onlara bunu öğretmeliyiz. ONUR: Eylül 28 yaşında, ona soralım. Gerçekten öyle mi Eylül? EYLÜL: Evet tabii, annemlerin nesline göre topraktan ayrı, asfaltta büyüyen bir gençliğiz. MAKSUT: İşte benim için de toprağı tanımayan birinin mutfakta yemek pişirebilmesi soru işaretiydi. Bu nedenle Kilyos Gümüşdere’de altı yıl önce bir bahçe kurduk. Her yıl neyi, nasıl ekeceğimize karar veriyoruz. Mutfak ekibi gidip hasat ediyor. Malzemenin değeri çok önemli. Benim için tabiata saygı bu anlama geliyor. ÖZDEN: Maksut’un bahsettiği konuyla bağlantılı bir şey söylemek istiyorum. Biz de Komşuköy olarak bu kaygılarla son beş yıldır USLA Akademi’nin müfredatındayız. Orada okuyan aşçı adayları her cuma buraya gelerek ekip biçip topluyorlar. Yaz sıcağında bir kilo fasulye toplamanın ne kadar zahmetli bir iş olduğunu görüyorlar. Bunu görünce de o fasulyeyi hemen çöpe atamaz bir hale geliyorlar. Sürdürülebilirlik dediğimiz şey bütünü kullanmak, israf etmemek aslında. EYLÜL: Aynen öyle. Ben de sevgilimi motive ettim bu dönemde! Beraber çöpleri ayırıyoruz. Aslında etrafımızdaki birçok insan, özellikle benim yaşımdakiler, yaptığımız küçük bir şeyin çok da işe yaramadığını düşünüyor. İlla çok büyük bir şey yapılması gerektiğine inanıyor. Oysa bu da önemli. ONUR: Peki sen neler yapıyorsun Aslı? ASLI: Üzerimdeki ceket atık parçalardan yapıldı. Bu yaptığımız şeyin adı ileri dönüşüm. Bu süreç anne olmamla beraber başladı. Çocuğuna bir tane kaşmir kazak alıyorsun. Sen onu alana kadar zaten çocuk büyüyor. Özellikle kadınların dolaplarındaki kıyafetlerin yüzde 60’ı kullanmadıkları ürünlerden oluşuyor. Annesinden kalmıştır ya da başka birinden. Veremiyordur ama giyemiyordur da... Bu yüzden web sitemizde bir ileri dönüşüm hizmeti başlattık. Hizmeti satın aldığın zaman ben o giyemediğin ürünü kapından aldırıyorum. “Nasıl olsaydı bu kıyafeti giyerdin?” diye soruyorum. Sonra onu ileri dönüştürerek, yani bizdeki atık kumaşları da kullanarak tekrar değerlendirip sana yolluyorum. Mesela geçen yıl martta New York’ta bir defile yaptım. O defilede annemin bütün çeyizlerini çıkarıp kullandım! Üzerimdeki gömleğin dantelleri de annemin zamanında eliyle yaptığı bir dantel örgüsü. ONUR: Moda denilen kavrama inanıyor musun Aslı? ASLI: Şöyle örnek vereyim: Beş buçuk yaşındaki oğlum online derse katılıyor. Öğretmeni oğluma soruyor, “Annen ne iş yapıyor?” diye. Oğlumdan şöyle bir yanıt geliyor: “Annem moda tasarımcısıydı ama modayı bıraktı”. Soranlara böyle diyorum artık, şahane değil mi? Tamamı için... Print YUZU MAGAZINE - IV Out of Stock View Details