top of page

583 items found for ""

  • INSAN-2

    Ocak 2021 | İnsan | Türkiye DANSIN DAVID BOWIE’Sİ OLMAK İSTİYOR Yazı | Sibel Arna C İNSİYETÇİ TABULARI YIKMAK İSTİYORUM Cinsiyetçi tabuları kendin için mi yıkmak istiyorsun? Asla! Önceliğim kendi hayatım değil. Yıkmak istediğim tabular, küçük Buğralar için. Yolunu bilen, ama adım atmaya cesareti olmayan her çocuk için. Elime birçok fırsat geçti ama gitmemeyi tercih ettim bu zamana kadar. İmkansız deyip hayal kurmaktan korkan, kendisiyle ve hayalleriyle barışmaya çekinen herkes için bir yol yapmak istiyorum. Gerekirse her taşı kendi kendime döşerim. Zira kendi hayatımı da bu şekilde ilerletiyorum. Mücadele etmekten korkmuyor ve kaçmıyorum. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    Aralık 2020 | İnsan | Türkiye Under'30 Yazı | Onur Baştürk Lal Batman, Miro Gerede Erkaya, Buğra Büyükşimşek, Kutsal Engeç Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    Ocak 2021 | İnsan | Türkiye MUZAFFER YILDIRIM Yeni bir şey yapmak benim karakterim Yazı | Onur Baştürk Fotoğraflar | Emre Doğru F atih’te güvercinlere takla attıran Muzaffer’den şimdiki Muzaffer’e: Yıllar sende neleri değiştirdi, neleri değiştirmedi? Göçmen bir ailede, partizan bir babanın oğlu olarak Fatih’te dünyaya geldim. Aslında çocukluktaki karakter oluşumumun devamını tam da ‘bugünkü ben’ olarak görebiliyorum. Evet, güvercin beslerdim. İki güvercinle başlayıp 150 güvercine sahip olmuştum. Daha fazla sayıda güvercin besleyenlerin elli güvercini olurken benim bu sayıya iki güvercinle ulaşmam, bir şeyi yaparken büyük ve etkileyici yapmakla ilgili bir derdim olduğunu gösteriyor. Çocukluktaki bu felsefem, iddiam, hırsım, hatta kavgacılığım ve vazgeçmeme kültürüm halen devam ediyor. O zaman sokakta savaşçıydım, şimdi de savaşçıyım. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    Aralık 2020 | İnsan Ne olacak bizim ‘Vivarium’larımızın sonu? Yazı | Onur Baştürk Ç ok tatlı bir çift. Gemma ve Tom. Ev bakıyorlar, birlikte oturabilecekleri bir ev. Bir gün yolda rastladıkları bir emlakçıya giriyorlar. Bir ev projesinden bahsediyor emlakçı. Ballandıra ballandıra. “İsterseniz bir görün” diyerek tatlı çifti ikna ediyor ve hep beraber yola çıkıyorlar. Ev projesinin olduğu alana geliyorlar. Birbiri ardına sıralanmış nane yeşili evler. Emlakçı onları 9 numaralı eve götürüyor. Tatlı çiftimiz evi gezerken emlakçı bir anda ortadan kayboluyor. Sonrası? Sonrasında çıkış yok! Ev projesinin tanıtım kampanyasındaki slogan gibi gelişiyor olaylar: “Burası eviniz. Sonsuz dek”. Gerçekten de Gemma ve Tom, yani o tatlı çift, bu ev projesine hapsoluyorlar, kendi dünyalarına bir türlü dönemiyorlar. Arabalarıyla dönüp dolaştıkları tek yer 9 numaralı “müstakbel” evleri oluyor! Zaten bir noktada benzinleri de bitiyor. Evet, telefonları da asla çekmiyor! Bir noktadan sonra bu duruma alışıyorlar. Aynılığa, tekdüzeliğe, bu sinir bozucu kısırdöngüye. Derken hayatlarında bir değişiklik oluyor. Yola bir paket bırakılıyor. İçinde bir bebeğin olduğu bir paket! Onları bu labirent dünyanın içine tıkıştıran/ sıkıştıran her kim ya da neyse, özetle diyor ki: “Artık bir çocuğunuz var, onu büyütün!” Yeterince anlattım, gerisini anlatmayayım. Bu çılgın içinden çıkılmazlığıyla hayli iç karartıcı olan filmin finalinden hele hiç bahsetmeyeyim! Evet, bu bir film. Adı da “Vivarium”. 2019 yapımı. Vivarium’u izlerken mart 2020’den beri yaşadıklarımız aklıma geldi. İster istemez. Aşamaları hatırlarsınız. Tüm dünya önce korktu, deli gibi endişelendi, evlere kapandı. Marketlerden gelen ürünleri silip arkadaşlarımızı bile görmekten çekindiğimiz, anne babalarımıza sarılmadığımız, kendimize kaldığımız zamanlar… Tek seçeneğimiz vardı, dijital sosyalleşme. Derken ilk karantina dönemi bitti. Bu kez açıldık. Hiçbir şey olmamış gibi yeniden hayatımıza geri döndük. Çok geçmeden ikinci dalga, yani karantina dönemi geldi. Şimdi onu yaşıyoruz, ama ilk karantinadaki duygularımız yok. Evet herkes sağlığını elbette düşünüyor, ama o sıkıştırılmışlık, kısıtlanmışlık duygusu da psikolojileri yavaş yavaş kemirmek üzere. Sabah olur olmaz, “Saat 21.00 olmadan eve girmeliyim” düşüncesi sizin de içinizi basmıyor mu yani? Tamam, belki bu kısıtlama olmadan evvel 21.00’dan çok daha önce evinizde oluyordunuz. Ama kendi isteğinizle. Şimdi bir saat kuralı var, ona uymak zorundasınız. Tıpkı “Vivarium”daki tatlı çiftin tatlı yuvalarında yaşamak zorunda olmalarına yavaş yavaş alışması gibi. Önlerine, gizemli biri ya da birileri tarafından sunulan her aşamayı kabullenmeleri gibi. Şu an sanki biz de “Vivarium”daki çift gibi sınanıyor ve gözlemleniyor gibiyiz. “Bakalım bu ikinci karantina durumunda ne yapacaklar, nasıl davranacaklar?” deniliyor sanki. Bir deneyde gibi ölçümleniyor her halimiz. Ve yavaştan şunun dedikodusu alttan alta yayılarak üstelik: “Üçüncü dalga olacakmış duydun mu? O zaman üçüncü kez karantina olacak”. Bu arada “Vivarium” ne demek biliyor musunuz? Onu da söylemem gerek: Bilimsel amaçla hayvanların doğal davranışlarını gözlemlemek ve araştırmak için doğal hayat şartlarının oluşturularak muhafaza edildiği yere verilen isim. Karantina süreçlerinin hepsi, bir bakıma tabii, bizim Vivarium’larımız. Gözetleniyor, denetleniyor; davranışlarımızın, düşüncelerimizin nereye doğru evrildiğinin ipuçlarını etrafa yayıyoruz: - Birbirleriyle bir araya gelmeden, evlere kapanarak nasıl yaşayacaklar? - Bir noktadan sonra kendisiyle çok fazla kalanlar buna zihinsel olarak dayanamayacak mı? - Evin içinde vakit geçirmeye alışacaklar ve artık hiç dışarı çıkmayacaklar mı? - Birbilerine duydukları aşk, arkadaşlık, sevgi gibi duygular/kavramlar evrim mi geçirecek? Hakikatan ne olacak bizim Vivarium’larımızın sonu? Bu labirentten çıktığımızda (ya da çıkamadığımızda) biz de Gemma ve Tom gibi kabullenmeyi mi seçeceğiz, hiç farkında olmadan… İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Aralık 2020 | İnsan | Türkiye Hayata karşı takınılması gereken 4 tavır Yazı | Onur Baştürk E n güzel tavır, rüzgâr tavrı. Onu biraz daha açar mısın? Genellikle içsel durumumuz dış tesirlere göre kolayca değişir. Bulunduğumuz yeri çirkin ya da kötü görüyorsak oradan hemen çıkmak isteriz. ‘Sevmiyorum, beğenmiyorum’ diye etiketlediğimiz birinin yanındaysak ondan uzaklaşmak isteriz. Rüzgâr böyle ayrımlar yapmaz. Hiçbir yeri kötü bulmaz, kimseyi beğenmemezlik etmez, ikiliğin kurbanı değildir. Herkesi ve her şeyi olduğu gibi görür, kabul eder. Her yerde aynı kolaylıkla, aynı hoşnutlukla dolaşır. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    Aralık 2020 | İnsan | Türkiye REZZAN BENARDETE ile 13’Ün Sırrı Yazı | Onur Baştürk Fotoğraflar | Alican Yıldız D ışardan kendine baktığında, gördüğün Rezzan hoşuna gidiyor mu? Hiçbir zaman kendi yaptıklarımla yetinen ve mutlu olan biri olmadım. Hep daha fazlasını yapmak için çabalamak istedim. Kendimle ve yaptıklarımla mutluyum diyemem. Ama yaptığım işler beğenilince elbette mutlu oluyorum. Şu anki yaşına kadar olan hayatına on üzerinden kaç puan verirsin, neden? Hiçbir zaman 10 puan vermek istemem! Çünkü daha güzel şeyler yaşanacağına inanıyorum. Ama yaşanan her saniye için şükrediyorum. Acısı ve tatlısıyla 39 yıl geçirdim. 40 yaş şu an gözümde çok büyüyor. Ama bundan sonrasının da aynı şekilde temiz, saf ve daha heyacanlı geçmesini diliyorum. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Mayıs 2020 | İnsan | Türkiye Aras ve Deniz: Biraz cesaret ve özgüven şart! Yazı | Onur Baştürk T ürk instagram kullanıcıları arasında ‘çift’ profili olan hayli fazla. Gösteriş yapmayı seveni, muhafazakârı, maceracısı, gezgini; çeşit çeşit ‘çift’ profili var yani. Aras ve Deniz ise hepsinden ayrılıyor. Çünkü onca yerli heteroseksüel çift profilinin yanında -benim bildiğim kadarıyla- tek gay çift profili onlarınki. 80 bin küsur takipçiye sahip, biri mühendis diğeri tasarımcı bu çiftin hem stil pozlarını hem de gezip gördükleri yerleri epeydir takipteyim. Peki gerçekten profillerinden göründüğü gibi mükemmel bir çift yaşamına mı sahipler? Aras ve Deniz’in samimi ve eğlenceli yanıtlarına buyurun… YURTDIŞINDAKİ ÇİFTLER BİZE İLHAM VERDİ Beraber yaşamak, beraber seyahat etmek ve tüm bunları yaparken çok eğlenmek… İmrenilesi bir çiftsiniz! Peki çift olarak “ahenk” sırrınız nedir? Öncelikle iltifat için teşekkür ederiz! Dışardan böyle algılanmak bizi mutlu ediyor. Aslında aramızdaki doğal bir uyum. Bunun için özel bir şey yapmıyoruz. Sadece varolan ahengi artırmak için bazı sırlarımız var:) En önemlisi birbirimize saygı duymamız. Sonuçta Aras’ın sevmediği şeyleri Deniz biliyor, Deniz’in sevmediği şeyleri de Aras. Ayrıca sürekli fikir alışverişi yapıyoruz. Birbirimizin hem zevkine güveniyoruz hem de fikrine. Böylece aramızdaki saygı+iletişim+sevgi+aşk ve güven bu ahengi korumamızı sağlıyor! Ortak instagram hesabı açma fikri nasıl ortaya çıktı? Ortak hesap fikri aslında ilişkimiz kadar uzun süreli bir fikir değil. İlk günden beri gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi seviyoruz. Şimdiden 20’yi aşkın lokasyona gitmişiz ve henüz gidip görülecekler listemizin yarısında bile değiliz! Yurtdışı seyahatlerimiz sırasında tanıştığımız ve hayatlarını özgürce yaşadıklarını gördüğümüz çok tatlı çiftler oldu. Aralarında, bu şekilde hesap açıp sosyal medyada ses getirmiş olanlar da vardı. Bize onlar ilham verdi. KIRMIZI PANJURLU EV HAYALİ KURAN BİR ÇİFT OLMADIK Peki instagramda sadece mükemmel olan tarafı mı gösteriyorsunuz? Arada sürtüşmeler oluyor mu? Olmaz mı:) Bu sürtüşmeler hayatın bir parçası. Hiçbir zaman yan yana oturup ufka bakarak kırmızı panjurlu ev hayalleri kuran aşırı ciciş bir çift olmadık! Laf aramızda, öyle çiftler bize hep komik geldi! Bir de instagram bizim için bir fotoğraf albümü. Ve kimse evindeki albüme tartışırken çekilen bir fotoğrafını koymaz. Bize göre iki erkeğin birlikte olması bir kadınla erkeğin birlikte olmasından çok daha şiddetli bir durum! İlişkiyi gerçek tutan şey, zıt düşündüğün konularda bile ortak paydada buluşup o doğal şiddeti sönümleyebilmek. Mesela sözümüzü asla esirgemeyiz birbirimizden. Bu durum sürtüşmelere de neden oldu, oluyor ve olacaktır. Her konuda fikir birliği sağladığımızı düşünmeyin sakın:) Bu olayların sonu önemli: Tartışma bitmeden alanı terketme ve ne olursa olsun küs uyuma! Sosyal medyaya dair yakın gelecek planlarımızda bu didişmeli gündelik hallerimizi daha çok yansıtma gibi bir hayalimiz var. YENİ NESİL ÇOK AÇIK GÖRÜŞLÜ Sanırım ülke sınırları içinde sizin gibi ‘açık’ bir şekilde çift profili olan yok. Bu bir özgüven mi yoksa olması gereken mi sizin için? Bizimki bildiğimiz ilk profil evet, ama tek profil değil. Birilerine azıcık da olsa cesaret verebiliyorsak ne mutlu bize! Çünkü bizim için bu durum ‘normal’. Binlerce çift profilinden farksız. Bu tür cesaretlendirmelere özellikle bizim gibi ülkelerde çok gerek var. Ne yazık ki öyle bir kesim var ki; bireysel hesaplarında bile cinsel yönelimleri belli olacak diye endişe duyuyor. Arkadaşımız olan ama gizlilik nedeniyle bizi takip edemeyenler bile var. Birazcık cesaret ve özgüven şart! Ülkemiz her şeyi kabul edebilen bir ülke. Sadece güçlü durmak lazım. Yeni nesil çok açık görüşlü. O yüzden herkes istediği şekilde yaşamalı. Elbette saygı çerçevesi dahilinde… NEFRETE, NEFRETE YAKLAŞINCA İŞLER ÇÖZÜLMÜYOR Olumsuz yorumlarla başa çıkma sırrınız nedir? Aldığımız tepkilerin çoğu olumlu. Bu bizi çok mutlu ediyor ve daha da cesaretlendiriyor. Birçok kişiden bizden ilham aldıkları yönünde mesajlar alıyoruz, ki bunu duymak çok değerli. Bazen de çok şaşırıyoruz, çünkü hiç beklemediğimiz ünlü kişilerden öyle güzel yorumlar geliyor ki hediye gibi oluyor. Olumsuz tepkiler de olmuyor değil. Ama onlar bizim için o kadar önemsiz ve değersiz ki; genelde okuyor, gülüyor ve yok sayıp geçiyoruz. Nadiren tepki verme ihtiyacı duyuyoruz. Geçenlerde biri fotoğrafımızın altına, “Cehenneme gideceksiniz” yazmış. Üşenmedik, araştırdık ve bir şekilde telefon numarasına ulaştık. Adam özür dilemekten mahvoldu. Yani iletişim çok önemli. Nefrete nefretle yaklaşınca işler çözülmüyor. Anlatmak, öğretmek gerek. Ortak hesabı yönetmenin zorlukları var mı? “Hayır bunu koyma, kendimi beğenmedim” diyor mu birinizden biri? Zorluklar hesabı yönetme noktasından daha çok fotoğraf çekimi ve paylaşımlara karar verme aşamasında yaşanıyor. Az önce bahsettiğimiz sürtüşmelerin çıkış noktalarından biri de bu anlarda yaşanan zorluklar. Doğru karelere karar vermek ya da içeriği, ışığı veya pozu iyi görseller yakalamak saatlerimizi alabiliyor. SEKİZİNCİ YILIMIZI KUTLADIK Ne kadar süredir berabersiniz? Bir gün yollarınız ayrılırsa bu ortak hesaba ne olacak? Bu yıl sekizinci yılımızı kutladık Venedik’te, tahtaya vurun:) Salgın nedeniyle daha da unutulmaz bir seyahat oldu. Yollarımızı ayırma gibi bir planımız yok, ama hayatın ne getireceğini hiçbirimiz bilemeyiz. Öyle bir durumda da yaşadıklarından pişman olan insanlar olmadığımız için hepsi güzel bir anı olarak kalacaktır. Asıl soru; bu hesabı gören herhangi biri bizlerden biriyle bir şey yaşama topuna girer mi, onu düşünmek gerek. Seyahatlere ortak mı karar veriyorsunuz? Nasıl belirleniyor rotalar? Her zaman gitme hayalleri kurduğumuz rotaların upuzun bir listesi tam önümüzde açık duruyor zaten. Sadece bunları doğru sıraya sokmaya çabalıyoruz. Mesela gideceğimiz yerdeki özel günlere ve organizasyonlara bakıyoruz. Venedik Karnavalı, San Francisco Pride ya da Paris’e ucuzluk zamanı gitmek gibi… Elbette kararlar ortak veriliyor. Konu seyahat ise en uyumlu anlarımızı yaşıyoruz. PARİS İKİNCİ EVİMİZ GİBİ Şimdiye dek en çok sevdiğiniz şehirler ve oteller hangileri oldu? Türkiye’de Sacred House ve Simurg Inn gerçekten çok özel bir deneyimdi. Yaz tatili olarak da Mandarin Oriental Bodrum. Bangkok bizi çok mutlu etti diyebiliriz. Deniz bir süre Paris’te yaşadığı için Paris aşığı. Bulunmaktan en çok keyif aldığımız iki şehir Los Angeles ve Barselona oldu. Otel listemiz ise hayli uzun: Barselona’da Soho House. Bu otelin konumunu ve cana yakın ilgisini çok seviyoruz. Roma’da Hotel Hassler. Roma’ya aşığız. Keşke bir de denize yakın olsa ve gece hayatı akşam 22.00’da bitmese! Paris’te ise Ritz. Bu şehir sanki ikinci evimiz gibi… Venedik’te Aman Oteli. Burası bizim için çok çok özel. İyi ki festival zamanı gitmiş ve kostümlerimizle birkaç günlüğüne Ortaçağ’ı yaşamışız. Los Angeles’ta Chateau Marmont. Bu otel tıpkı Paris’teki Ritz gibi. Özellikle akşamları bahçesinin her köşesinde ünlü birini görebiliyorsunuz. Berlin’de Gorki Apartments… Açıkçası Berlin’e bir türlü ısınamadık. Çünkü biz gittiğimizde hava gerçekten çok soğuktu ve yaz insanları olduğumuz için şehri tam anlamıyla yaşayamadık. O yüzden Berlin bir şansı daha hak ediyor. AĞUSTOSTA MYKONOS PLANI Bu yıl içinde belirlediğiniz rotalar -salgına rağmen- vardır mutlaka… Gerekli önlem ve tedbirleri almak kaydıyla bu yıl da gezmek ve görmekten uzak kalmaya hiç niyetimiz yok:) Önce ağustosta Mykonos planımız var. Daha sonra sonbaharda spontan bir Paris kaçamağı olabilir. Son olarak da yılbaşına New York’ta girerek 2020’nin tüm negatif enerjisini üzerimizden silkeleyerek atmayı planlıyoruz. Sonrası için diğer rotalar: Marakeş, Tokyo, Cancun, Sao Paulo ve Ölüler Günü’nde Puebla. Şimdi ayrı ayrı yanıtlayacağınız bir soru geliyor. Aras seyahatteyken nasıl biridir Deniz? Ve Deniz, Aras evdeyken nasıl biridir? Aras: Deniz seyahatteyken aşırı planlı birine dönüşür. Nereye, saat kaçta, hangi yollardan gideceğimiz hep onun kontrolündedir. Ayrıca mükemmelliyetçidir. Onun yanında dünyanın neresinde olursa ol, kendini hep evde ve güvende gibi hissedersin. Deniz: Aras gerçekten her eve lazım. Mutfakta çok başarılı ve bana kıyasla oldukça sabırlı. Bununla birlikte şikayetçi olduğum tek konu bana göre evde fazla titiz oluşu. İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN

    Haziran 2020 | İnsan | Türkiye Neden söz vermekten kaçınıyoruz? Yazı | Sibel İpek P rogram yapılırken hep şu cümleleri mi kullanıyorsunuz: “Bakarız, haberleşiriz, tamam ama söz vermiş olmayalım, yine konuşuruz” Peki uzun dönemli program yapmaktan ödünüz mü patlıyor? Uçak biletlerinizi hep son dakika mı satın alıyorsunuz ya da aldıktan sonra sürekli değiştirme cezası yiyenlerden misiniz? İlişkilerinizde içten içe bir şekilde size uygun olmadığını bildiğiniz insanları mı tercih ediyorsunuz? Ya da çok uygun olabileceğinizi düşündüğünüz birisi bile olsa, azıcık baskı görünce hemen kaçacak delik arayanlardan mısınız? Örnekler uzar gider, önemli olan yanıtlarımız. Neden herhangi bir şeye bağlanmaktan bu kadar korkuyoruz? Kendi başına olmayı sevdikçe bağlanma korkularımız tetikleniyor mu? Aslında plan yapmayı istememek insanlarla görüşmek istemediğimiz izlenimini de veriyor. Daha iyi bir plan çıkarsa diye söz vermediğimiz de oluyor, ki kendimden örnek vermem gerekirse çoğu zaman böyle durumlar kendimle kalmayı tercih etmemle sonuçlanıyor! UNUTULAN ÖNEMLİ BİR ŞEY VAR Araştırmalar gösteriyor ki; bağlanma korkusu tek bir travmatik olay, erken çocukluk döneminde yaşanan stresler ya da pek çok irili ufaklı olayın birikiminden kaynaklanıyor olabilir. Ebeveynlerin boşanması ya da evlilikte yaşadıkları problemleri çocuklarına yansıtmaları, potansiyel bir ilişkinin mutsuz sonuçlanmasından korkmak, daha önceki ilişkilerde travmatik olaylar yaşamak, başkalarına güvenmekte zorlanmak gibi… Bence unutulan çok önemli bir şey var! O da insanın kendiyle olmayı sevmesi ve kendiyle olma halindeki dokunulmazlık ve mahremiyete, biriyle olmaktan çok daha fazla ihtiyaç duyması. SAVUNMA MEKANİZMASININ ROLÜ BÜYÜK Bağlanma korkusu denildiğinde akla ilk gelen romantik ilişkiler. Oysa bu korku ofisteki başarıyı da etkileyebiliyor. Mesela iş ortamında yaşanan korku, kişinin uzun vadeli projeleri reddetmesine neden olabiliyor. Bazı araştırmacıların savundukları ise şu: Bağımsız olma eğiliminin kaynağında savunma mekanizmasının rolü büyük. Yani güçlü görünme çabasıyla taktığımız maskeler, hassas ve kırılgan yanlarımızı göstermeme çabası. Ki bu yanlarımızı saklayarak gerçek bir ilişki yaşama ihtimalimiz elbette yok. HADİ SÖZ VERDİK DİYELİM, YİNE DE KORKUYORSAK? Bu korku bitmez mi diyebilirsiniz. Bitmez! Bazen ciddi bir ilişkinin içine girmiş olsak bile yine de kendimizi ilişkiye tamamen veremiyor, zırhlarımızdan kurtulup tamamen açık olmayı seçemiyor olabiliriz. Pek çok insan ilişkilerini bu şekilde yaşamaya devam edebiliyor. Neden mi? Bazen her türlü korkumuza rağmen o ilişkinin içinde kalmak istediğimiz için kalırız. Aslında ilişkiyi terketmek istesek bile toplum baskısından dolayı ilişkide kalmayı tercih edebiliriz. Çünkü çevremiz bizden bunu bekliyordur. Bir de tabii konfor alanımızı terketmek istememe, alışkınlarımıza olan bağlılığın bazen duygusal ihtiyaçlarımızın önüne geçebilmesi… BİRAZ PRATİK HAYAT KURTARIR Psychology Today’den psikiyatrist Barton Goldsmith’in güzel bir örneği var. Diyor ki: “Kavanozdaki kırmızı balık gibi herkes kendi ortamına göre büyür”. Yani eğer kendinize keskin sınırlar çizer ve kendinizi sınırlandırırsanız, başka insanları hayatınıza alma ya da yeni sularda yüzme ihtimalinizi azaltırsınız. Eğer bunu değiştirmek istemenize rağmen bir türlü yapamıyorsanız o zaman daha ciddi yardım almanın vakti gelmiş olabilir. O zaman işte size bağlanma korkusu pastasından en çok pay alan ‘romantik İlişki’ özelinde kas geliştirici ufak adımlar listesi: 1. Partnerinizle bir geceyi birlikte geçirmeyi deneyebilirsiniz! Mümkünse onun evinde olsun. Böylece dilediğiniz zaman evinize dönebileceğinizin rahatlığıyla kalırsınız:) 2. İlk adım birkaç kez başarıyla atlatıldıktan sonra yaşadığınız yere yakın mesafede bir yerde hafta sonunu birlikte geçirmek ikinci adım olabilir 3. Kalabalıklar içinde el ele tutuşmak kulağa ne kadar saçma gelse de, bunu da denemek fena olmayabilir, bir düşünün! 4. Yakın arkadaşlarınızla tanıştırdınız. Peki partnerinizi ailenizle de tanıştırmanın vakti gelmedi mi? Evet biraz gergin bir durum olabilir, ama yapın gitsin… 5. Farklı mevsimlerde birlikte yapmak isteyeceğiniz tatil hayallerinizi paylaşın. Mesela her hafta düzenli plan yapıp bir ay boyunca bu planlara sadık kalmaya gayret gösterin. 6. Bu adımların bir tık sonrası tabii ki şu: Birlikte yaşamak isteyebileceğiniz semtleri, mahalleleri konuşmaya başlamak! İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Mayıs 2020 | İnsan | Türkiye Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Yazı | Onur Baştürk Fotoğraflar | Marcella Winograd C addebostan’daki parka çizilen sosyal mesafe çemberleri bize özgü bir uygulama değil. Şu an dünyadaki birçok metropoldeki parkta bu çemberlerden var. Toronto'daki Trinity Bellwoods Park’tan Brooklyn’deki Domino Park’a kadar… Biraz sıkıcı bir gerçek ama bu daireler bir süre hayatımızın bir parçası. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, özellikle parklarda bir araya geldiğimizde mesafeyi korumakta zorlanıyoruz. Daha doğrusu salgını anında unutuyoruz! Bu sosyal mesafe çemberleriyle beraber sanırım şöyle bir yeni gerçekliğe de kendiliğinden alışacağız: Tek başınalığın yüceltilmiş haline! Brooklyn’deki parkın tepeden çekilmiş fotoğrafına bakın… Tek başına güneşlenenler çocuğuyla beraber vakit geçiren ya da arkadaşlarıyla sosyalleşenlerden daha rahat, daha yayılmış görünüyor. Çünkü o daireye en fazla üç kişi sığıyor. Dördüncü illa ki dışarıya taşıyor. Biz illa ki şartları zorlarız, tamam. Ama bu dairenin ideali de gerçekten tek kişilik. Onun için tasarlandığı, düşünüldüğü apaçık. Sosyal mesafeyi bir yana bırakın; bir noktadan sonra bu tek başınalık hoşumuza gitmeye başlayabilir mi? Nitekim bu sosyal mesafe çemberleri de karantina dönemiyle birlikte ruhumuza yapışan “izole” vaziyetin bir kamusal alan cilası değil de nedir? İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Haziran 2020 | İnsan | Türkiye CANSU DERE ‘Yoldayken hayatımdan gereksiz yükleri çıkarttım’ Yazı | Onur Baştürk O yunculuğu kadar bildik ünlülerden olmamasını da seviyorum. Çünkü onu kategorize edemiyorsun. Yaşam tarzı kendi istediği gibi: Özgür ve özgün. Dahası, bunun için çabalamıyor. Doğalı bu. Geldiği gibi yaşıyor. Bu yüzden setlere üç yıl ara verip yollara düşmesine, bol bol seyahat etmesine şaşırılmasına şaşırıyor. Cansu Dere’den bahsediyorum. O benim için her şeyden öte bir ‘seyahat insanı’. O yüzden yolda olmayı konuştuk. Her yönüyle. Çünkü çoktan yoldan çıkmıştık… Yola çıkmak, yolda olmak… Sana neler hissettiriyor? Özgürlük ve yenilenme! Özellikle ilk kez gittiğim yerlerde her seferinde farklı bir hayata uyanıyormuşum gibi hissediyorum. Yolda neler öğrendin? Nelerden vazgeçtin? Hayatından neyi çıkardın ve neyi hayatına ekledin? Yolculuklarda tanıştığım insanların hayatlarına şahitlik ettikçe hoşgörüyü ve hayatın çeşitliliğini daha çok farkettim. Beni üzmüş olan şeylerden vazgeçtiğimi gördüm. Hayatımdan gereksiz yükleri çıkarttım ve farklı bakış açıları ekledim. En güzel kısmı da şu: Yeni mutluluklar ve mutlu edecek sebepler ekledim. Gezen tozanı seven/anlayan bir kültürden gelmiyoruz. Hayata “Çalışmak, mal mülk edinmek ve emeklilik” üçgeninde bakan bir kültürün çocuklarıyız. Hepimiz az çok böyle yargılarla yetiştik. Ama son dönemde bakış açıları değişmeye başladı. Hatta buna instagramın da katkısı oldu sanki. Ne dersin? Neye yatırım yapmak istediği insanın kendi tercihi. Ben kendime yatırım yapmayı tercih ettim. Ev almayı anlıyorum, ama bir sürü ev alabilmek için insanın bu deneyimden vazgeçmesini pek anlayamıyorum. Dediğim gibi, her şey tercih meselesi. Aslında benim ailem de bana öyle öğretmedi. Çünkü onlar da öyle öğrenmemiş. Biz bir ‘yerli’ değiliz. Dedelerimin bir konağı ya da köyü yok. Herkes başka ülkede, başka şehirde doğmuş. Hayat kurduğu yer onun evi olmuş. Anne tarafımda annesiyle aynı şehirde doğan bile yok. Annem İzmir doğumlu, anneannem İstanbul, onun annesi Selanik, onun annesi başka yerden gelmiş. Babam zaten Bulgaristan doğumlu. ‘Hiçbir yerli’ olmama hali sınırlı mülkiyet duygusunu destekleyip besliyor. Evet, dediğin gibi instagramın katkısı oldu. Amaç biraz değişmiş olabilir, ama bu bile hep aynı yerde olmaktan iyidir. Ne olursa olsun, seyahatteyken farkında olmadan çok şey öğrenirsiniz. İNSAN KENDİSİNİ BİLE SEYAHATTE TANIYOR Seyahat tutkun hep var mıydı yoksa yıllar içinde gelişti mi? Merak en baştan beri vardı. Farklı yerleri, hayatları, yaşam biçimlerini, yabancı kültürleri hep merak etmişimdir. Tutku kısmı sonradan gelişti. Deneyimledikçe arttı, hatta evrildi. “İnsan yakınını en iyi seyahatte tanır” derler. Bana göre insan kendisini bile seyahatte tanımaya başlayabiliyor. Yıllar içinde gezip gördüğüm yerlerle birlikte hoşlandığım, beğendiğim ya da beğenmediğim şeyler de değişti. Çocukken en heyecanlandığım hediye dünya küresiydi. Kardeşimle ülkeleri bulma yarışması yapardık. Coğrafyayla hep çok ilgiliydim, sonra buna bir de dünya tarihi eklendi. 18 yaşımdan itibaren, özellikle modellik yaparken o kadar çok seyahat ettim ve farklı kültürlerden insanlarla tanışıp çalıştım ki, güzellik tanımım bile değişti. Seyahatte rakamcılardan mısın? Şu kadar ülke bu kadar şehir gezdim diyenlerden? Bir hedef belirlemek, hedefe ulaşmak için bir şeyler yapmak hayat görüşüme uygun bir durum değil. Şu kadar yer göreceğim ya da şu kadar ülke gezeceğim diye düşünmek, bunu sadece bir hedef olarak görmek, bir amaç için gerçekleştirmek demek. Bana göre seyahat etmek tam aksine hayatın düzenli akışının dışına çıkmak, zorunluluklardan, görevlerden uzaklaşmak, kısaca özgürleşmek demek. Bu yüzden hiç ülke/şehir saymadım. Hedef belirlemek ve ulaşmaya çabalamak için harcanacak vakti o anları, o yerleri yaşayarak doldurdum. İLK AKLIMA GELEN KARAYİPLER Seyahat anlayışın nasıl? Konforlu mu yoksa daha mı bohem mi takılmayı tercih ediyorsun? Doğa mı seviyorsun kültür mü? Ayrıca neye göre belirliyorsun gideceğin yerleri? Önceliğin merak mı? Seyahatin rotası, şekli ya da konsepti konusunda kesin yargılarım hiç olmadı. O an kendimi bulmak istediğim yer ya da görmek istediğim şey ne ise ona göre plan yapıyorum. Bazen değişik bir şehir görmek ve kültürü tanımak istiyorum, bazen de sadece sakinlik, dinginlik arıyorum. O zaman doğayla daha iç içe, daha bohem yerler tercih ediyorum. Tercihim bunlardan hangisi olursa olsun kaldığım yerin temiz ve konforlu olması önemli. Son yıllarda özellikle sevdiğim bir otel yoksa o şehrin duygusunu taşıyan bir ev kiralamak da keyif vermeye başladı. Tekrar tekrar gitmekten sıkılmayacağın yer neresi? Ve “Bir kez gittim, yetti” dediğin yer? Şimdi düşünmeden nereye giderim dediğim zaman ilk aklıma gelen Karayipler. Hem iklimi, doğası hem de birbirine yakın birçok farklı seçeneği barındırdığı için Karayipler’i çok seviyorum. “Bir kez gittim yetti” diyebileceğim bir yer yok. Çünkü yerden bağımsız olarak orada bulunduğunuz mevsimin ya da gittiğiniz kişilerin farklılaşması bile gidilen yeri bambaşka kılabilir. Yeni deneyimler yaşatabilir. “Burada yaşarmışım ben” dediğin bir şehir var mı? New York. O PERSONEL ODASINDAKİ GECEYİ UNUTAMAM İz bırakmış bir seyahat anın var mı? Katalonya seyahatimizin başlangıç noktası olarak seçtiğimiz Barselona’da çok güzel bir ev kiralamıştık arkadaşım Deniz’le. Arabayla önce yakın kasabaları gezdik. Hatta içlerinden bir tanesini öyle beğendik ki, akşam geri dönmeyip orada beğendiğimiz otelde kaldık. Hafta sonu Valencia’ya devam edecektik, ama hem Barselona’nın tadını yeterince çıkartamadığımız için hem de o an keyfimiz çok yerinde olduğundan vazgeçtik. Hafta sonunda da Barselona’da kalmaya karar verdik. Tabii planlarımızı değiştirince kaldığımız evi de değiştirmek zorundaydık. Çünkü bizden sonraki tarihler rezerve edilmişti. Sabah evi boşaltmadan seyahat acentemizi arayıp otel rezervasyonu yapmalarını rica ettik. Bu sırada Barselona’nın birbirinden güzel sokaklarını gezmeye başladık. Ama hem zamanı hem de akşam hâlâ gidecek bir otelimiz olmadığını unuttuk! İlgilendiğimiz tüm otellerin dolu olduğunu öğrendiğimizde ise biraz üzüldük ama keyfimiz yerinde olduğu için fazla takılmadık. Nasıl olsa koskoca şehirde kalacak bir yer buluruz diye düşündük. En kötü ne olabilirdi ki! Anın tadını çıkarmak ve şuursuzluk had safhada yani... Akşam olup artık yorulduğumuzda otel bulmaya karar verdik. Biz karar vermiştik ama şehir bizimle aynı fikirde değildi! Kalmayı tercih edeceklerimiz bir yana “Burada kesinlikle kalamam” dediğimiz yerler bile doluydu! Tek bir oda yoktu koskoca şehirde. Saat ilerliyordu ve biz bir arabayla sokakta kalmıştık. Çaresiz geceyi arabada geçireceğiz, hadi bakalım nasıl olacak derken yolda birisi yanıma gelip benimle fotoğraf çektirmek istediğini söyledi. Hiç yeri ve zamanı değildi, ama olur dedim. Sohbet sırasında Fas asıllı olduğunu ve Barselona’da bir otel çalışanı olduğunu söyledi. Hayat işte... Tam o anki konunun insanıydı:) Durumu anlatıp tek bir oda bile bulamayacak kadar şehrin kalabalık olmasına şaşırdığımızı söyleyince o da bize şaşırdı. Hafta sonu bu sezonda Barselona’da son dakika oda bulamamış olmamızın normal olduğunu dile getirdi. Bütün iyi niyetiyle de çalıştığı otelde personele ayrılmış bir odayı ayarlayabileceğini söyledi. Kabul ettik. Otel çalışanlarının şaşkın suratlarını ve o personel odasında geçirdiğim geceyi hiç unutmam! O temiz kalpli ve yardımsever insanla iyi ki fotoğraf çektirmiştim. Kimin kime, ne zaman, nasıl yardım edeceği hiç belli olmuyor. TANINMAKTAN ÖTE NASIL TANINDIĞIM ÖNEMLİ Üç yıl boyunca gezdiğin bir dönem var. Başkası olsa bu kadar uzak kalmazdı şöhretinden. Sen aksini yaptın. O dönemki Cansu’da en çok neyi sevdin? Bu hiç aklıma gelmeyen bir şeydir mesela. Dedim ya; hedefler, büyük ve uzun vadeli planlar yapan biri hiç olmadım. Şöhret dediğimiz durum çok genç yaşımdan beri hayatımda olan bir şey. Kazanmak için çaba harcadığım ya da planlar yaparak elde ettiğim bir şey olmadığı için sanırım kaybetmekten de korkmuyorum. Daha da önemlisi hayatımı şekillendirmesine müsaade etmiyorum. Tanınıyor olmak yaptığım işin doğal bir sonucu olarak gibi geliyor bana. Asıl önem verdiğim şey, tanınmaktan öte nasıl tanındığım. Yanılmıyorsam tek başına yolculuğu daha çok seviyorsun. Tek başınalık seni ürkütmüyor yani. Doğru mu? Evet, tek başıma olmakla ilgili bir problemim yok. Ürkütücü bulmuyorum. Yolculuk, hayatımdaki herkesle yapabileceğim bir şey değil. Birine çok kıymet veriyor olmak birlikte iyi bir yolculuk yapabileceğiniz anlamına gelmiyor. Bu konuda biraz şanslıyım. Birlikte seyahat etmekten, anılar biriktirmekten keyif aldığım, bir aradayken tek başınaymışcasına özgür hissettiğim insanlar var. En sevdiğin seyahat arkadaşın Ece Sükan olmalı. Arkadaşla çıkılan seyahatlerde kendiliğinden oluşan o ‘gang’ olma hali hoşuna gidiyor mu? Ece’yle seyahatlerimize bayılıyorum. Zaten mükemmel yolculuklar yaptığım Ece ve Deniz var. İkisi dışında kimseyle kıtalararası yolculuk yapmam. Çünkü seyahat ederken uyum önemli. Birlikte gülebilmek ve susabilmek, samimiyet, doğallık ve kendin olabilmek... İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Mayıs 2020 | İnsan | Türkiye En yeni seksi şef: Karpat Deviren Yazı | Onur Baştürk A slında şehir plancısı. Ama “Sultans Of The Dance” gösterisinin en parlak dönemlerine denk gelmiş sıkı bir modern dans kariyeri de var. Sonrası çorap söküğü: Danstan hemen sonra MSA’da alınan atölye eğitimleri, Bodrum’a taşınıp “Tatlıcı” adlı profiterol dükkânı açma ve Casa dell’Arte Oteli’nin sahiplerinden Ahu Serter’le tanıştıktan sonra bu kez otelciliğe doğru evrilen yeni bir kariyer daha… Karpat Deviren gibi insanlara bayılıyorum! Hayatı sadece tek bir çizgide yaşamayan, yetenekleri doğrultusunda kendine yeni alanlar yaratabilen ve hikâyesini farklı deneyimlerle daha da ileriye götürmeyi başaran… Karpat’ı en son bıraktığımda Emre Çelik’le beraber Bodrum ve Lizbon’daki Casa dell’Arte Otelleri’nin işletmesinden sorumluydu. Mutfağa bu denli ilgisi olduğunu ise karantina döneminde, “Karpat Mutfakta” adlı instagram hesabından öğrendim. Ve şimdiden kendisine “en seksi şef” kategorisinde ödülünü verdim bile! Gerisi onun ağzından… NEDEN SADECE TEK BİR İŞ YAPALIM Kİ? Modern dans, Bodrum'da profiterol dükkânı, sonra Casa dell’Arte Oteli. Ve şimdi mutfağa geri dönüş… Kariyerin artık buradan mı ilerleyecek? Aslında mutfaktan hiç çıkmadım. Kendimi bildim bileli bir şekilde mutfaktayım ve orada olmaktan keyif alıyorum. Emre (Çelik) ile birlikte başladığımız Bodrum maceramız beşinci yılında. Sevdiği şeyleri yapan, yaptığı şeyleri seven adamlarız. Bunu insanlarla paylaşmak ve tepkileri izlemek çok keyifli. Profesyonel olarak dansettiğim yıllarda da böyleydi. Şimdilerde yemek yaparken de aynı mutluluk ve heyecanı yaşıyorum. Hedeflerim ve istediklerime bakarak; kariyerimin tek bir çizgide değil, iç içe geçmiş, kesişen çizgiler ağında ilerleyeceğini biliyorum artık. Neden sadece bir işi, bir yerde yapalım ki? Bodrum ve Lizbon’da Casa dell’Arte otellerini işletmek, Florida’ya gidip Casa Hermanas’ın restoran kurulumuna katılmak, Bodrum’da Tatlıcı Bodrum’un ortağı olup aynı zamanda “Karpat Mutfakta” projesini yürütmek… Belki deli işi, ama deniyoruz. Daha yolda sürprizler de var! KAHVALTI CÖMERT, ÖĞLE SAATİ ÇÖZÜM ODAKLI Herkes karantina sürecinde şef yanını daha çok keşfetti. Kimi ekmek yapmaya doyamadı kimi de sağlıklı yemek yapmaya. Sen en çok hangi yemekleri yaptın? Daha doğrusu senin mutfak tarzın ne? İnsanın kendi kendini besleyebilmesi aslında çok temel bir yeti. Birçok insan hayat temposunda vakit bulamadığı için bu yönüyle bu dönem tanıştı. Yarın yine yapmayacak belki ama, en azından bu sektörde olana, yemek yapana saygısı ve takdirinde bir değişim olacak. Benim mutfak tarzım; iyi planlanmış haftalık bir alışveriş ve onun düzenli menüsüyle “Elde ne malzeme var, bununla ne yapabilirim?” arasında gidip geliyor! Tembel bir adam değilim ama evden çıkmadan, elimdeki malzeme ile ne yapabilirim diye diye reçeteler gelişti:) Bu süreçte kahvaltıda cömert, öğle saatinde çözüm odaklı, akşam ise “Aman fazla ağır olmasın” eğilimli yemeklere gittim. Çekimler için yapılan ekmekler, hamur işleri ve tatlıların karşılığı ise her gün bir saat spor! Mutfakta saatlerce vakit geçirebilir misin? Mesela kaç tane yemek yapabilirsin arka arkaya? Bu sorunun yanıtını psikopat gibi algılanmadan nasıl verebilirim?:) Mutfakta yemek yapmak terapi gibi. Kendimi kaybediyorum bazen. Ödümü patlatmak istersen ben yemek yaparken gelip, “Naber?” demen yeterli. Hoplarım muhtemelen! Dalıp gidiyorum mutfakta. Öyle bir rekor denemesi yapmadım, ama bir girişte 3-4 zeytinyağlı ve ana yemek yapıp çıkarım genelde. ZORLAYINCA FELAKETİN ÖLÇEĞİ BÜYÜYOR Mutfakta hiç sıkıldığın olmadı mı? Oldu elbette. Çok iyi fikir gibi gelen denemelerin hüsranla sonuçlananları can sıkıyor. Uğraşıp duruyorsun ve sonu bulamaçla biten bir deneme moralini bozuyor insanın. Bir de çok az olsa bile, “Bugün mutfakta olmamalıyım” dediğim zamanlar var. İnat etmeyip çıkıp bir yürümeyi, üstümden o enerjiyi atıp geri dönmeyi öğrendim. Zorlayınca felaketin ölçeği büyüyor! Sanırım hayatın her noktasında bu böyle. Bazen, “Hayır şimdi değil” diyebilmek lazım. EĞER TAT REFERANSIM YOKSA… Senin bile zorlandığın bir yemek söyle bize? Sadece bir tane değil de şöyle anlatayım: Daha önce yemediğim bir yemek benim için hazırlaması en zor yemek! Tarifi birebir dahi uygulasam bende bir tat referansı olan bir yemek değilse kafamda hep bir soru oluyor: Bundan daha lezzetlisi nasıl olurdu? Başak burcuna huzur yok yani! İlla bir tane dersen, bir yılbaşı Beef Wellington yaptım arkadaşlarıma. Hâlâ dışı nasıl daha gevrek, içi nasıl daha sulu olurdu diyorum:)) Peki her gün olsa yerim dediğin bir yemek? Hiç düşünmeden: Yoğurtlu, etli yaprak sarma. Yurtdışında çok vakit geçirmekle de ilgisi var sanırım. Gittiğimde hem yoğurt özlerim hem de etli sarma! Ne zaman uzun bir yurtdışı turnesi ya da seyahatinden gelsem, annemleri ziyaretimde beni bekler. Anneminki bir başka oluyor... HECHA İÇİN YAPTIĞIMIZ EKMEK VİDEOSU REKOR KIRDI Hecha Türkiye hesabıyla da ortak çalışman var. Neden Hecha? Mutfakta, taze ve kaliteli ürün kadar kullandığın ekipman da çıkardığın yemeğin kalitesini ve aldığın zevki belirliyor. Keskin bir bıçak, ısıyı iyi ileten bir tencere ve tava. Hecha döküm tencere ve tavalar bence bu alanda Türkiye’de üretilen en kaliteli ürünler. Üstelik iyi bakıldıklarında yıllarca kullanılabiliyor. Neden Hecha ile ortak çalışma yaptık sorusuna gelince… Emre ile beraber, işletmesini yaptığımız Casa dell’Arte otellerinin sahiplerinden Ahu Serter, aynı zamanda Hecha markasının da sahibi. Karantina döneminde evde yaptığım yemeklerin tariflerini paylaşmaya başladım. Ahu bunları görünce “Hecha IGTV için de bir video çeker misiniz?” dedi. Hecha döküm tencerede, yoğurmadan ve yorulmadan yapılan bir ekmek videosu çekip paylaştık. Video neredeyse 100 bin görüntülenmeye ulaşıp rekor kırınca “Başka neler yapabiliriz?” dedik. Emre ile çekimlere devam ediyoruz. Birlikte bir ‘Hecha Elçi’liği üzerine çalışıyoruz. Mutfakta olmaktan keyif alan, gusto sahibi ve Hecha ürünleri ile yaptıklarını paylaşmayı sevenlerin buluşacağı bir platform hayalimiz var… Fotoğraflar: 1. Karpat Deviren’in mutfağından. 2. Hecha döküm tava ve tencere 3. Alinea şefi Grant Achatz 4. Tablo gibi pastalarıyla ünlü Julie Jones. Hangi şefleri takip ediyorsun? Kimlerden ilham alıyorsun? Ülkemizde müthiş işler yapan şefler var. Hepsini hayranlıkla izliyorum. Dünyadan bana ilham verenler isimler ise şöyle: 1. Alinea şefi Grant Achatz. Her yönüyle başlı başına ilham kaynağı benim için. 2. French Laundry’nin şefi Thomas Keller bir ekol. 3. Karim Bourgi. Patisserie konusunda beğendiğim bir şef. 4. Amaury Guichon. Kendisi son çikolata bükücü! 5. Julie Jones. Resim gibi turtalarını izlemekten çok keyif alıyorum. 6. Tortik Annushka School ekibinin dünyanın en havalı kek ve pastalarını yaptıklarını düşünüyorum. Sağlıklı yemek tutkunu olanlar için kolay hazırlanacak bir tarif versen? Wok’ta sebzeli makarna tarifi verebilirim. Sıcak suyu kaynatıp tam buğday penneyi ekliyoruz. Pişme süresi 8-9 dakika. Kızgın bir wok tavada 1 kaşık zeytinyağıyla önce ince doğranmış soğan, ardından 2 diş kıyılmış sarımsak, sonra istediğiniz doğranmış sebzeleri (sırasıyla havuç, kereviz, karnabahar, sonra daha yumuşak olan kabak, domates) birer kaşık su ilave ederek soteliyoruz. Wok ile yüksek ısıda pişirirken su ekleyince yağ koymaya gerek kalmıyor. Baharat ve sos olarak isteğe göre çok az soya sosu veya pekmez eklenebilir. Makarna al dente, yani dişe dokunur kıvama gelince süzüp wok’a ekliyoruz. Birkaç tur birlikte çeviriyoruz. Bu kadar. İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    May 2020 | People | Turkey Conversation with GSA among with plenty of possibilities: “Life turns into what you have been convinced” Words | Onur Baştürk H ere is a conversation with Gaye Su Akyol (GSA) as we review all possibilities. Read right away before quantum offers new possibilities. I wonder your state of mind during these quarantine days. Are you the ones who says ''I have put myself in a creative session'' or the ones that says ''I am not doing anything’’. I am experiencing a lot of different emotions but I know it is normal. You do not encounter with an epidemic such as this everyday. But I will say this; clearly I have been waiting for this period for a long time! Surviving was like living in a organism that stinks from bottom to the top. Diseased, malignant, foul, ambitious and unbalanced… The world as it is now were already like this last time we have left it. We have faced the truth that we can not go on with the system we used to live in, or probability of another world, and with consuming, shameless, arrogant gluttonous people. Are we all faced it yet? I don't know... But one thing is for sure: Either we fit in to this or we will be gone. NO, WE WON'T BE REACHING NIRVANA INSTANTLY How does this period reflected to your music? I have got lots of new songs. Notes, some groundwork, verses... I have got enough to fill at least two albums. Think of the notes on the book as if they have been done by music; drafs, scribbles, moods, ideas.. “The things you can not make fun of will seize you”, my mind is currently scrabbling with this sentence, applying it everywhere like a litmus paper. Does this epidemic will achieve to change ourselves? Or once everything settles down will we forget this will ever happened and live like we used to do? No, we won't be reaching to nirvana instantly. But we are in something historical. Once this period is over we will be able to agree lots of things all so easily. Like a stone thrown in the water, we have also inevitably changed, and we will be keep changing. Maybe it won't look like something revolutionary or maybe some of us will resist to it and will try to go back as it is used to be but it's futile, lot of things will change. IT WAS LIKE A MIRACLE AND A TORTURE Before the epidemic you were traveling a lot due to music tour. Did you miss traveling to other countries/cities? 2019 is like both a miracle and a torture! We gave over 100 concerts in different places on earth. Even changed three planes and five different cars within the same day. At these times my migraine showed up again which was dormant over the years. On one hand there was headaches and exhaustion, on the other hand there was excitement and passion, yet I have yearned so much being able to just sitting at home, doing nothing and having no responsibilities... For me 2020 is taking a breathe, resting, having a chat with myself, updating my needs and creating in my home. With the epidemic it became a must but I am not complaining. Frankly, I have missed my home, friends even more I missed myself, I haven't yet to missed any other place. I WON'T BE SURPRISED IF THERE WOULD BE ANY ZOMBI ATTACK There are theories of virus being a conspiracy... How much are you close to this idea or how far? Everything is possible! All these theories like “Someone in China ate a bat and got infected then infected the world'' or “We are all in a simulation, and got an error now it needs to be shut down” or ''The families who runs the world are declared themselves a biological war and this virus is a part of it'' are nonsense. If there would be a zombi attack tomorrow I won't be surprised. Althought it is the very thing that connect me to the life; being everything possible. LIFE TURNS INTO WHAT YOU HAVE BEEN CONVINCED I dont know if you have watched the movie called ''Mr. Nobody’’. The film were talking about the choices and the parallel lifes and universes affecting by each choice. Now I want to ask a parallel universe and quantum question: Were there be any other Gaye that may give other decisions on the past and moved on differently than your path? If you believe there would be and if you had the chance, which Gaye's life would be interesting that you would follow? When you look at the universe from the eyes of the quantum mechanic that would tell us none of the physical action is certain and predictable and everything we know is nothing but statistical data. We are currently know not so much about the quantum physics and they are quite limited. The universe is filled with infinite possibilities, and I am quite neutral to the idea of another me living in one of those infinite possibilities. It is hard to be convinced by any of this. They have left blurred and unknown this on my programming. Life turns into what you have been convinced. So you must be very careful what you have been convinced with. TRT'S STUDIO AMBIANCE BACK IN 70’s “Rock’n Roll musical Societie’s” live records broadcasting came across with the isolation days, and I think it is good. When did you come out with this idea? Exactly one year before, we have recorded it on May-2019, and planned to broadcast it within two months. Althought it took longer, and we had also tours going on,other video projects and exhibition projects got in between. For the last 8 months videos were waiting ready to be published. We did a little overhaul and wanted to sent them to the infinity which felt good... I wanted to recreate the ambiance of TRT back in 70’s while there was no CGI and computer based effect were very little. So we have recorded in front of the green curtain and converting them into retro futurist videos while we were trying to catch the ambience of those years. All the videos are the product of İdil Ergün. There was no other intervention besides talking about the ambiance and its connection with the music. I think freedom is the corner stone of such collective works. On some videos we have used Anatolian motifs and symbols. What have you watched/read/listened during this period ? What I love to watch and finished series are Normal People, Anne With An E, The Kominsky Method, The Marvelous Mrs. Maisel, Bosch and Undone. Beside these I have watched the Miles Davis “Birth Of The Cool”. On Spotify I have made a list called ''GSA'yla Karantina Keyfs’’. I am now adding some of the musics I listen to the list. I have read Allen Ginsberg's ''Kaddish'', Shunryu Suzuki's '' Zen Mind, Beginner's Mind'' and Judith Butler's ''Gender Trouble’’. İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Mayıs 2020 | İnsan | Türkiye Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu Yazı | İsmail Polat O nu tanıdığımda şehrin en büyük organizasyonlarına imza atıyordu. Hatta kurucusu olduğu 7 Tur’la ortak işler yaptık ve gittikçe güçlenen bir dostluğumuz oldu. Çok sık görüşemesek de onun sıcaklığını hep hissederdim. Bir gün yine bana yazdığında yeni bir proje var sanmıştım. Evet “yeni” bir şey vardı ama bu kez bambaşkaydı! İki yıl önce açılan “Pelin’in Ekmeği” ile büyük ilgi gören Pelin Uğur’dan bahsediyorum. Pandemi döneminde marketlerde ekşi mayaların tükenip herkesin evde ekmek yapmaya başladığı bu dönemde bu ilginin nedenini ve tabii ki iyi ekmeğin sırrını Pelin’e sordum. Tabii ki Pelin’in ekmeklerinin sıkı müdavimi olan Sezen Aksu’nun favorilerini öğrenmeden olmazdı; o da yazının bonusu… Şehrin en iddialı etkinliklerini yaparken “Pelin’in Ekmeği” nereden çıktı? Merak... Ekmek, aslında serüvenimin kilit kelimesi. Senin de yakından bildiğin gibi iş için çok fazla seyahat ediyordum. Ve her şey yurtdışında yediğim ekmekleri sorgulamakla başladı. Sürekli “Neden bizim ekmeklerimiz bu kadar güzel değil?” diyordum. “Unları mı farklı acaba?” diye düşünüp dururken ve ekmek hakkında en ufak bir bilgim dahi yokken, Fransa’dan Eric Kayser’in “Larousse du Pain” kitabını aldıktan sonra serüvenim başladı. Yoğun iş hayatımdan dolayı mutfakla hiç alakam yokken ekmekle yatıp kalkar oldum! 2015 yılında hayata gözlerini açan ekşi mayam ile sayısını hatırlamadığım kadar ekmek yaptım ve eş dostla paylaşmaya başladım. Ve bir somun ekmek, hayatıma ne kadar çok değerli ve yeni dostlar kattı tahmin dahi edemezsin. Bu paylaşım zinciri o kadar büyüdü ki, ekmeğimi yiyenler, istedikleri zaman bu ekmeğe ulaşmak istediklerini ve onları bu tattan mahrum bırakmamam gerektiğine beni ikna ettiler. TARTINE BAKERY’NİN KAPISINA KADAR GİTTİM Öncesinde nasıl bir hazırlık dönemi oldu? Ekmek aşkım, dünyada ekmek konusunda fenomen ve ilham kaynağı olan San Francisco’daki Tartine Bakery’nin kapısına kadar götürdü beni. ABD, Fransa, İtalya, Almanya’dan bavulda taşınan unlarla yapılan denemeler, artizan ekmek için en uygun yerli organik unu bulmama yardımcı oldu. 20 yıldır süregelen profesyonel iş hayatımın yanı sıra hobi olarak başladığım ekmek aşkı 2017 yılında minik bir fırına dönüştü. İşime ve evime yakın, sokak arasında, kimsenin dikkat etmediği sürece göremeyeceği 25 metrekarelik minik bir dükkân buldum ve haziran 2017’de ekşi mayalı ekmek fırınımı açtım. Önce bilenler gelip almaya başladı. Alıp da memnun kalanlar eşine dostuna söyledi. İkinci yılıma girdiğimde işim beklediğimden de fazla büyümüştü. İYİ EKMEK SABIR GEREKTİRİYOR İyi ekmeğin sırrı nedir? Ekşi mayalı ekmek her şeyden önce inanılmaz bir özen ve ilgi istiyor. İşin sırrı tam da burada. Hem mayana hem yoğurduğun hamura bebek gibi bakman gerekiyor. Artizan ekmek, tamamen el emeğiyle her aşamasına özen göstererek üretilen, ustalık gerektiren bir zanaat. Her gün aynı reçeteyi aynı şekilde uygulasan bile aynı sonucu alamayabilirsin. Dolayısıyla mevsim değişikliklerini, ortam şartlarını her an göz önüne alarak büyük bir dikkatle üretim yapmak gerekiyor. Bununla da kalmıyor. En çok da sabır gerektiriyor. Ekmeklerimiz yaklaşık 30 saat süren uzun ve yavaş fermantasyon sonrası pişiyor. Ne tür ekmekler yapıyorsun? Yaklaşık 15 çeşit ekmeğimiz var. Bunların 10 tanesini her gün çıkarıyoruz. Bazı özel ekmekleri ise sipariş üzerine yapıyoruz. Ekmeklerimizin tamamı ekşi maya ile yapılıyor ve endüstriyel maya kullanmıyoruz. En sevilenler hangisi? Klasik köy ekmeği en çok tercih edilen. Herkesin ekşi mayalı ekmek diye tabir ettiği en çok bilinen ve tüketilen ekmek. Ayrıca genetiği bozulmamış atalık tohumlardan üretilen 8-9 bin yaşında Siyez, Kars Kavılca, Karakılçık ve Dinkel unlarından yaptığımız ekmeklerle glutensiz karabuğday ekmeği de en çok tercih edilenler arasında. SEZEN, HELLİMLİ VE ZEYTİNLİ EKMEK SEVİYOR Sezen Aksu dahil birçok ünlü isim senden ekmek alıyor. Başka kimler var? Fırını açmadan önce de ekmek yapıyordum Sezen’e. Onun dışında Nil Karaibrahimgil, Sertab Erener, Büşra Pekin, Seda Bakan, Burcu Esmersoy, Hale Soygazi, Gülse Birsel ve Aslı Enver ilk aklıma gelenler... Sezen Aksu’nun en sevdiği ekmek hangisi? Sezen, hellimli&zeytinli ekmeğe bayılıyor. Diyet yapıyorsa siyez ekmeği tüketiyor. Ayrıca Ramazan pidesinden hiç vazgeçmiyor. Sezen’e yıl boyu Ramazan pidesi yapıyoruz. SOSYOLOJİK AÇIKLAMASI MUHAKKAK VARDIR Ekmek yapmak karantina döneminin de en popüler uğraşıydı. Sence neden? Gerçekten en popüler aktivite oldu. Olay o kadar büyüdü ki, en sonunda sosyal medyada tepki verenler, ti’ye alanlar bile oldu. Ekşi mayalı ekmek yapmak kolay bir iş değil. Ekşi mayalı ekmek yaparken gramajlar, oranlar çok önemli. Bunlarla ilgili süreç çok uzun olduğu için zorlananlar olduğunu gördüm. Ben de bu dönemde hem ekşi maya yapımı hem de ekmek tarifi paylaştım. Yapanlar oldu ama “Şimdi mecburen evde yapıyoruz, siz bir an önce geri dönün de sizden alalım” diyen çok oldu. Neden herkes yaptığı ekmeği paylaşma ihtiyacı hissetti? Bu bir rüştünü ispat etme durumu mu? Sosyolojik açıklaması muhakkak vardır ama benim tahminim şöyle: Yıl 2020. Açlık nedir, yokluk nedir, bilmiyoruz. O hikâyeler çok eskilerde kalmış. Ve birdenbire gözle dahi göremediğimiz bir virüs sebebiyle neredeyse tüm dünya eve kapanmak zorunda kaldı. Dolayısıyla herkes içgüdüsel olarak şuna odaklandı: Hasta olmamak ve aç kalmamak. Ekmek de binlerce yıldır insanların en temel besini. Sanırım herkes o yüzden ekmek yapmaya başladı. Ekmek normalde evde pek yapılan bir şey değildir biliyorsun, bu yüzden paylaşımlarda ekmek patlaması oldu. Evde de hep ekmek yapar mısın yoksa bu tamamen iş mi? Fırını açmadan evvel üç yıl boyunca evde ekmek yaptım. İş olarak yapmaya başladıktan sonra evde ekmek yapmayı bırakmıştım. Ancak pandemi ile birlikte ben de üç yıl aradan sonra tekrar evde ekmek yapmaya başladım. 15 nisanda fırını tekrar açtık. Şu an evde ekmek yapmıyorum, ancak croissant gibi bazı ürünlerin ekşi mayalı versiyonlarının evde denemelerini yapıyorum. İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Nisan 2020 | İnsan | Türkiye ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Yazı | Onur Baştürk I STANBUL ’74’ün kurucusu ve kreatif direktörü Demet Müftüoğlu Eşeli salgın günlerinde boş durmayanlardan. Özellikle ’74PODCAST’te eşi Alphan Eşeli’yle birlikte gerçekleştirdiği uluslararası birçok isimle yapılan ‘gelecek konuşmaları’ serisi büyük ilgi gören Demet, son olarak tasarım dergisi Cabana için de bir İstanbul hikayesi kaleme aldı. Demet’le ürettikleri üzerine konuştuk… Salgın hepimizin planlarını altüst etti. Başta yaratıcısı olduğun IST. Festival olmak üzere senin programın nasıl etkilendi? Şu an neler yapıyorsun? IST. Sanat ve Kültür Festivali’nin bu yılki edisyonunu erteledik. Dijital varlığımızın öneminin iyice arttığı bu dönemde biz de ’74 olarak uluslararası işbirliği yaptığımız yeni projeler üretiyoruz. Mesela ‘74PODCAST'te Alphan (Eşeli), “What Is Coming? Conversations for Tomorrow” adlı yeni bir podcast serisi başlattı. Şimdiye kadar aralarında yönetmen Mike Figgis, sanat eleştirmeni / medya teorisyeni ve filozof Boris Groys, sanatçı José Parlá’nın da bulunduğu fikir önderleriyle zihin açıcı sohbetler gerçekleştirdi. “How Can We All Make It to the Future?” adlı sanat, tasarım, moda, film gibi birçok farklı disiplinlerden yaratıcı ismin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz bir podcast serisi daha ortaya çıkardık. Burada da sanat eleştirmeni ve küratör Beral Madra, sanatçı Refik Anadol, moda danışmanı Robert Burke, tasarımcı Yvés Behar, moda perakende danışmanı “Retail Prophet” Doug Stephens ve Calvin Klein’ın uzun süre kreatif direktörlüğünü yapmış tasarımcı Francisco Costa gibi isimleri konuk aldık. Yaz için planların ne? Kafanda oturmaya başladı mı bir şeyler? Yeni normale uyum sağlayacağımızın öngörüldüğü yaz ayları için ISTANBUL‘74 ve ‘74STUDIO’nun kreatif projeleri için strateji geliştiriyoruz. Seyahat tutkunu olan topluluğumuzun keşiflerine yer verdiğimiz ‘74Escape tarafında Dream Travels projemiz devam ediyor. Burada topluluğumuzun hayallerindeki seyahat rotalarını, sevdikleri destinasyonlarla özdeşleşmiş anılarını tekrar canlandırıyoruz. Yavaşladığımız bu dönemde neler okudun, nelere göz attın, neler ilgini çekti? Kimler sana ilham verdi? David Lynch, Annie Leibovitz, Jane Goodall ve Frank Gehry gibi isimlerin workshop çalışmalarını barındıran Masterclass derslerini alıyorum. Moda alanındaki yeni diyalogları dinlemek benim için çok önemli. Bu nedenle Business of Fashion’ı takip ediyorum. Kurucusu Imran Amed ile bir podcast yapıyor olacağız bu hafta. Önümüzdeki günlerde yayına alacağız. Ek olarak, NYTimes Daily podcastleri’ni kaçırmadan dinliyorum. Prada Possible Conversations ve Parley LIVE takip ettiğim canlı yayınlar arasında. NY Times, Financial Times makalelerini okuyarak güne başlıyorum. Bir yandan ‘74 Online Exhibitions kapsamında Bryce Wolkowitz, Perrotin, Hauser & Wirth gibi önde gelen galerilerle işbirlikleri yapıyoruz. Kapanan sergileri web sitemiz ve sosyal medya hesaplarımızda yayınlıyoruz. Müziğin birleştirici gücünü odağına alan ‘74 Open Call For Music için dünyanın dört bir yanından müzisyenleri Instagram'daki açık müzik çağrımıza katılmaya davet ettik. #74OpenCallforMusic hashtag’iyle etiketlenen videoları Instagram hesabımızdan yayınlıyoruz. Porter Dergisi senin hakkında bir yazı yayınlamış ve stil sahibi olarak tanımlamıştı. Klasik soru ama, stil sahibi olmak neyle bağlantılı? Porter Dergisi’nden Alice Cavanaugh’nın yazdığı kapsamlı bir dosyada yer aldım. Buradaki bölüm “Stil Sanatı (The Art of Style)” çerçevesinde ele alınmıştı. Stil sahibi olmak benim için kendini tanımak ve yansıtabilmek. Belli bir moda akımına bağlı kalmadan, yakışanı ve zamansız parçaları seçmek… Online alışveriş insanı mısın? Son iki ayda mesela kendine neler aldın? Online alışverişe şu sıra pek vakit ayırmıyorum. Sadece sevdiğim dergilerin yeni sayılarını alıyorum, bir de kitaplar tabii ki… Dergilerde favorin hangileri? Cabana Magazine yıllardır çok severek takip ettiğim, koleksiyonunu yaptığım bir iç mimari ve tasarım dergisi. Yılda iki defa çıkıyor ve her sayfası özenle hazırlanıyor... Her kapağı ayrı bir tasarımcı tarafından yaratılıyor. Cabana’nın yeni sayısı için bir İstanbul hikayesi kaleme aldım ve bu hikayenin kreatif direktörlüğünü üstlendim. Yine yakından takip ettiğim dergiler arasında Another, Holiday, Document, T Magazine, System, WSJ ve daha sayamadığım birçok yayın var... New York ikinci şehrin gibi. Bize favori New York adreslerini versen ve faydalansak? Aynen öyle, New York benim ikinci evim. Çok adres var. Ama benim için vazgeçilmezler şunlar. Restoranlar: 4 Charles, Waverly Inn, Il Buco, Omen, Indochine. Mağazalar: The Strand, Dover Street Market, Bergdorf Goodman. Galeriler: Lehmann Maupin, Hauser & Wirth, Galerie Perrotin, Gagosian Gallery ve Neue Galerie. Takipte olduğun sanatçılar kimler ve son dönemde radarına aldıkların? Doug Aitken, Olafur Eliasson, Shirin Neshat, Jose Parla, Justin and Jonah, JR, İnci Eviner ve Elif Uras her daim takipte olduklarım. Son dönemde radarıma aldığım sanatçılar arasında ise Amoako Boafo, Roe Ethriche ve Cao Fei var. Seyahat stilin nasıldır? Favori lokasyon ve otellerin? Gideceğim yere göre planlarım stilimi. Favori otellerim: Meksika’da Cuixmala, Jamaika’da Goldeneye, İtalya’da Il Pellicani, Los Angeles’ta Chateau Marmont. Patmos’ta ise her yaz ev tutuyoruz :) Gardırobunda hangi parçadan çok fazla bulunur, neden? Blazer, gömlek ve jean vazgeçilmezlerim! '74web: istanbul74.com '74podcast: anchor.fm/istanbul74 Fotoğraflar: l. Meksika'da Cuixmala 2. Cabana Magazine 3. Waverly Inn İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Mayıs 2020 | İnsan | Antartika Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Yazı | Onur Baştürk Y eme içme dünyasına hakim olanlar şef Melih Demirel’i Nişantaşı’ndaki Frankie’den hemen anımsayacaktır. Frankie’den önce de kendi restoranı Tabla’dan. Gayet net hatırlıyorum; Nu Pera içinde 2014’te açılan Tabla hayli başarılıydı, ama ülkenin içinde bulunduğu türlü talihsiz durumlar nedeniyle bu restoran da kapanmak zorunda kalmıştı. Melih’in şeflik geçmişi Türkiye’yle sınırlı değil: Gramercy Tavern, French Laundry, Noma ve Narisawa gibi ünlü restoranlarda da çalışmışlığı var. Şu anda d.ream grubunun marka şefi olan Melih’in parlak kariyeri elbette şahane ama onu şahane kılan, daha doğrusu diğer şeflerden ayrılmasını sağlayan başka bir özelliği daha var: Bir anda karar verip yollara düşmesi! Zaten onunla konuşmak istememin sebebi de bu. Geçen yıl yaptığı 97 günlük Latin Amerika seyahati. Bu seyahatin neden sıradışı olduğunu okuyunca anlayacaksınız… Melih seninki sıradan bir seyahat değildi. Bildiğim kadarıyla gittiğin şehirlerde, hatta kasabalarda bir süre yaşadın ve oraların restoranlarında çalıştın… Evet, gastronomik açıdan zengin her yerde bir süre kaldım. Mesela Kolombiya gastronomik açıdan çok zengin değildi. Ama Arjantin gezip keşfettikçe daha çok şey sunmaya başladı ve yolculuğumun seyri bu zenginliklere göre değişti. Başa dönelim. Nasıl karar verdin seyahate? Neydi seni yola çıkartan? Tamamen plansız ve spontane bir karardı. İstanbul’daki ofiste bunalmış bir şekilde yorucu bir maliyet toplantısından çıkmıştım. Bilgisayara oturdum ve altı gün sonraya tek yön bir Lima bileti satın aldım! İnsan Kaynakları’na gidip ücretsiz izin formu doldurdum. Patrona bir mail attım ve sırt çantamı hazırladım! Çok iyi! Neden Güney Amerika? Gastronomik zenginliği ilgimi çekiyordu. Dahası, St. Pellegrino gibi uluslararası Top 50 değerlendirme ölçütlerinde Güney Amerika’dan çok fazla ülke yer edinmeye başlamıştı. Bir de kendimi donatmayı, farklı kültürler görüp bizim mutfağımızla kıyaslamayı çok seviyorum. Sonuçta biz şefler tecrübemizi tabaklarımızla misafirlerimize iletiyoruz. Ayrıca bu seyahatlerin mutfak milliyetçiliği tarafı da var. Duyduğumuz bu öncü mutfaklar neyi iyi yapmış? Yaptıklarını nasıl duyurmuş ve pazarlamış? Bizden daha iyi hangi ürünleri var? Bu dürtülerin tamamı beni yola çıkartan sebepler oldu. KİMİ DELİ MUAMELESİ YAPTI KİMİSİYLE DE DOST OLDUK Gitmeden önce çalışacağın restoranların şefleriyle yazıştın mı? Yoksa her şey yolda mı gelişti? Hiç hazırlık yapmadım! Hayatım boyunca planlı yaşamadım ki! Biz şefler bu konuda şanslıyız sanırım. Bıçak çantanızı alırsınız, bir şefin kapısını çalarsınız ve sahne sizindir. Girer 3-4 gün çalışır ve kendinizi göstermek için sanatınızı icra edersiniz. Şef sizin çalışmanızı beğenir, restoran çalışanlarıyla da enerjiniz tutarsa orada kalırsınız. Benim için bu hep böyle oldu. Restoranlar günde 14-17 saat boyunca zaman geçirdiğimiz yerler. Dışardan gözükmez ama mutfak çok iyi yağlanmış bir makine gibidir. Uyum çok önemlidir. İyi bir şef bu uyumu yakalayacağı elemanı ilk 10 dakikada anlar. Benim işe alımlarım da bu sebepten dolayı çok sürmez. Yola çıktıktan sonra merak ettiğim, yıllardır ilgimi çeken ve mutfak dünyasında yer edinmiş adamların kapısını çaldım. Kimisi içeri sokmadı, kimisi deli muamelesi yaptı! Kimi ile yakın dost olduk. 97 günlük gezinin tamamı böyle geçti. Sırasıyla nerelerde kaldın ve yaşadın? Önce Lima, sonra sırasıyla Iquitos, Bogota, Medellin, Guatepe, Cartagena, Santa Marta, San Andres, Lima, Cusco, Arequia, Puno, Copacabana, La Paz, Uyuni, San Pedro Atacama, Santiago, Mendoza, Salta, Buenos Aires, Mar del Plata, Puerto Madryn, El Calafate, Ushuaia, Montevideo, Asuncion, Sao Paulo, Rio de Janeiro, Belem ve son durak olarak New York. Peki nerelerde çalıştın? Lima’da Mo Bistro’da, Mercado Numero Trez diye bir pazardaki yerel bir ceviche dükkânında, ayrıca Maido restoranın sushi barında çalıştım. Arequipa’da İspanyollar öncesi Aymara kültürünü çok iyi korumuş yerel bir restoranda çalıştım. Buenos Aires’te ise ‘charcuterie’ yapan küçük bir aile işletmesinde kısa bir süre. Son olarak da NY’ta uzun zamandır hayran olduğum Ignacio Mattos ile uzun bir zaman geçirdim. BOLİVYA’DA ÇOK ZORLANDIM Yemek açısından seni en çok etkileyen yer neresi oldu? En zayıfı tartışmasız Kolombiya’ydı. En çok etkileyen ise çeşitlilik açısından Peru oldu. Kalite açısından ise Arjantin. Buenos Aires benim için en büyük gastronomik sürprizlerden biri bu gezide. Peki en çok zorlayan restoran ya da mutfak? Bolivya mutfağı. Ülke o kadar fakir ki… Paranızla bile keyifli yiyecek bulamıyorsunuz. Sabah kahvaltısında sıcak suya bayat ekmek banıyorlar. Ben de sıcak kahveye bayat poğaça banmıştım! Baharat o yükseklikte sıfır. Benim için zor birkaç gün olmuştu:) Çalıştığın restoranlarda farklı olarak neler gördün? 13 yıllık kariyerimde 47 ülke gezdim. Altı ülkede uzun süreli çalıştım. Ne kadar gezersem gezeyim, farklı gördüğüm tek şey ürün. Şaşırtıcı bir şekilde tüm dünyada kullanılan birkaç çeşit teknik her yerde karşımıza çıkıyor. Aslında toplumlar yıllarca benzer tekniklerle ellerindeki ürünü değerlendirmiş. Bu tekniklerin yüzde sekseni Mezopotamya’dan dünyaya yayılmış. Geriye kalan yüzde 20 teknik ise Latin Amerika topraklarından… Mesela Amazonlar’da fermente edilen meyve suları çok ilginçti. Meyveyi çiğ yiyemiyorsunuz, ama farklı yaprak ve enzimlerle fermente ettiklerinde içmeye doyamadığınız bir şey ortaya çıkıyor. Ya da mısır o kadar fazla ki, bu mısır çeşitliliğinden yapılan, bizim turşu suyuna benzeyen ‘chicha’ dedikleri bir içecek var. Yine ormanlardan toplanan, yendiğinde öldürecek kadar acı biberleri meyvelerle uzun süre bekletip korkunç lezzetli soslar elde ediyorlar. Umami Japonya’da çok baskın bir şekilde karşıma çıkmıştı. Bir de Amazon’larda! Dikkat et, ülke adı vermedim. Bu ormanlarda yenen yemeklerle şehirdeki yemeklerin hiç alakası yok. Deneyim açısından bir de şunu farkettim: Yeniliğe çok açıklar. Nikkei dedikleri yeni bir mutfak kültürleri var: Japon + Peru. Peru, ciddi bir Japon göç dalgası almış. Onların kültürüyle kendi kültürlerinin benzerlik ve farklılığını sentezledikleri yeni bir mutfak ortaya çıkarmışlar. Buna sahip de çıkmışlar. Korumacı milliyetçi tavrımızdan ötürü Türk mutfağının dünyaya pazarlanamadığını düşünen biri olarak, mutfak evliliğinin bu kadar benimsendiği ve uygulandığı bir yapı görmek beni şaşırttı. Ah, bir de tazelik… Bana deneyim açısından çok şey kattı. Biz tarladan sofraya diyoruz ya, çalıştığım mutfaklar bunu bir tık öteye taşımıştı. Her şey günlük ama pazarlar sabah 05’te kuruluyor. Çünkü soğutma sistemi yok. Pazarcı sadece satabileceği kadar ürünü getiriyor. Sabah 10’da satış bitiyor ve bu ürünlerle yemek yapan restoranlar açılıyor. BREZİLYA’DA KAHVALTIDA KURUTULMUŞ AT ETİ YEDİM! Yediğin en ilginç yemek hangisiydi? Kolombiya’da mango. İlginç değil, ama daha iyisini yemedim. Peru’da avokado. İlginç, çünkü en küçüğü hentbol topu kadardı ve anlatılamayacak kadar lezzetliydi. Arjantin’de La Brigada’da kaşıkla kesilen et nefisti. Brezilya’da ise kurutulmuş at eti yedim! Kahvaltıda kızartıp ekmek arası yiyorlar! Paraguay’da çikolata… Dünya üzerindeki çikolatanın yüzde 80’i ticari hale getirilmiş, monocrop dediğimiz büyük çiftliklerden. Paraguay Amazonları’nın içindeki bir köyde en eski çikolata bitkilerinden yediğimiz taze kakaonun içi unutulmazdı… Ağzım sulandı! Başka başka? Bolivya’da dana burnu çorbası içtim. Ekvator’da ise domuz kanıyla kavrulmuş akciğer yedim! Bana Gaziantep’te kahvaltıda yediğim ciğer kavurmasını çağrıştırdı. ANTARKTİKA’YA PIRPIR UÇAK KULLANARAK GİTTİM! Patagonya tarafına gittiğinde oldukça etkilenmiştin. Instagram takibinden hatırlıyorum. Neler yaşadın orada? En çok etkilendiğim katil balinaların fok avlama süreciydi… Tam da mevsiminde oradaydım ve izlemesi üzücü olsa da, izlediğim belgeselleri çeken ekiplerle oturup onları izlemek unutamayacağım bir şeydi. Dünyanın en nadir yunusları olan siyah beyaz yunusları görmek de paha biçilmezdi. Bir de dünyanın en hızlı eriyen buzullarını ziyaret etme şansı yakaladım. Bu hızla tüketmeye devam edersek 2035’de Patagonya’daki bu üç ana buzulun tamamen erimesi bekleniyor. Üzücüydü. Unutmadan, Ushuaia’ya kadar inip orada bir pilotluk kursunu tamamladıktan sonra uçak kiralayıp Antartika’yı havadan gördüm! Bu hayalim de gerçek oldu! Nasıl yani? O pırpır, ‘Cessna’ uçağı mı kullandın? Evet. Ushuaia’da bir pilot kulübü var. Oraya gidip bir haftalık kursu tamamladım. Uçakla ilgili tüm teknik bilgileri öğretiyorlar. Kursun son günü de iniş kalkışı sana yaptırıyorlar. Hatta ben “Bu iş ne kadar kolaymış” diye düşündüm. Belgemi aldıktan sonra 600 dolar verip yanımdaki lisanslı pilotun kontrolünde, ki o da 20 yaşında filandı, Antarktika’ya gidip geri geldim. 2.5 saat sürdü. İniş yapmadınız? Hayır, kışın gittiğimiz için iniş imkansızdı. Sadece havadan görüp geri döndük. Aslında Antarktika’ya tekneyle gitmek istiyordum, ama hem maliyet hem de mevsim izin vermedi. Yolculuğa daha devam eder miydin yoksa “Artık geri dönmem lazım” mı dedin? Yolculuk boyunca geri dönmem gerek demedim:) Yola çıkarken yanıma aldığım bir bütçe vardı ve ona sadık kaldım. Param bitince de döndüm. İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

bottom of page