top of page

602 items found for ""

  • INSAN-2

    Ocak 2021 | İnsan | Dünya Netflix’in ‘colorblind casting’ tavrı Yazı | Mert Çam N etflix'in özellikle pandemi süresince elimiz ayağımız olmuşluğu vardır. Fakat son zamanlarda kiminle konuşsam Netflix’ten sıkıldığını ya da tükettiğini, artık orada ilgisini çeken bir şey olmadığını söylüyor. Ekonomik boyutu da var: Netflix 200 milyonu bulan rekor abone sayısına rağmen son iki yıldır zarar ettiğini açıkladı. Peki hayatımızın o kadar içindeyken bu dijital platformdan neden sıkıldık? Bunun nedenlerinden biri monotonluk. Netflix'in içerik seçerken benimsediği bir formül var. Bu formül tamamen yeni kullanıcılar elde etmek adına yaptığı “herkese hitap etmeli ve kimseyi kaçırmamalıyım” tavrı. Bu nedenle içeriğe bakmaksızın her diziye mutlaka siyahi, Asyalı, LGBTIQA+ topluluklarını temsil eden karakterler serpiştiriyor. Platform bu tavrını eşitlikçi, evrensel felsefelere dayandırmak istese de amaç belli: Daha fazla kazanmak... Şu sıra bu açıdan en çok tartışılan dizi ise Bridgerton. Julia Quinn'in romanından uyarlanan, 1800'ler Londra'sında yaşayan yüksek sosyetenin şatafatlı hayatını “Gossip Girl” tadında ekranlara yansıtan dizi, şaşırtıcı biçimde Netflix'in en çok izlenen dizisi oldu. Bununla beraber tartışmalar da başladı. Bir tarafta “Yahu güldük eğlendik, çok da ciddiye almayın” diyenler var. Diğer tarafta ise “Bir dönem dizisi nasıl bu kadar tutarsız yapılır!” diyen de... Hatta diziyi ırkçılıkla suçlayan bile çıktı. Tartışma tam olarak şöyle gelişti: Netflix dizinin ana karakterlerin rollerini romandakinin aksine beyazlara değil, siyahi aktörlere vermeyi tercih etti. Buraya kadar her şey normal. Normal olmayan ise dizinin 1813 Londra’sında geçmesi. O dönem dünyada azılı bir ırkçılık vardı. Siyahi insanlar bırakın asilzade olmayı, işçi sınıfından bile sayılmıyordu. Oysa dizide İngiltere Kraliçesi siyahi bir kadın. Bu durum Netflix'in bazı içeriklerinde benimsediği “colorblind casting” felsefesiyle doğrudan örtüşüyor. Bir hikâyeye oyuncu seçerken ırk, etnik köken, ten rengi, vücut şekli ya da cinsiyeti dikkate almadan seçim yapmaya colorblind casting deniyor. Her ne kadar dizi kendine bambaşka bir alternatif tarihi evren yaratmış olsa da; sanki ırkçılık hiç yokmuş, tüm acılarıyla yaşanmamış gibi davranması, koca bir tarihi göz ardı etmesi tepki çekiyor. Kısacası siyahi karakterlerin başrolde olmasından ziyade, orijinali beyaz olan tarihi figürlerin yerlerine geçmiş olmaları tarihi alt yapısı olan hikâyeyi gölgelediğini düşünenler var. Yani hayli karmaşık bir durum. Aslında alt metinde tartışılan dizi değil, Netflix’in genel tutumu. Tepki çeken bir şey daha: Dizinin sekizinci bölümünde siyahi bir asilzade olan Lady Danbury, beyazlarla siyahların eşitliğini sağlayan kurgusal olaydan bahsediyor. Bu olayın da beyazların seçimi olduğunu belirten sözleri oldukça ironik: “Bizler renkle ayrılan iki ayrı topluluktuk. Kral bizden birine aşık olana kadar. Aşk majesteleri, her şeyi fetheder”. Peki bizler zaman öldürmek için izlediğimiz bu dizilere bu kadar anlam yüklemeli miyiz? O da ayrı bir tartışma konusu!

  • INSAN-2

    Mart 2022 | İnsan | Türkiye Benim Düzüm, Babama Ters Yazı | Yasemin Yapanar B en bir müddettir havalı kariyerden çok daha ötesini istiyorum! Cebimdeki paraya değil, biriktirdiğim deneyimlere bakıyorum. Çok çocuklu bir aileye sahip olmayı değil, kadın başıma çılgın hayallerimin peşinden koşabilmeyi diliyorum. Biraz orada, biraz burada özgür bir hayat kuruyorum. Kendi gerçekliğimi yaratıyor, hayallerimden bile güzel bir hayat kurma yolunda ilerliyorum. Nereye gittiğimi bilmeden, kalbimin sesini takip ederken benim düzümün, babamın tersi olduğunu görüyorum. Söylenen bir babam, uyum sağlayan bir anam ve tam zıttım bir abim var benim. Çocukluğumdan beri, ailem ne diyorsa onun tam tersini yapma gibi bir inadım var. Bir süredir Kostarika’dayım. Bir müddet daha da dönmeyi düşünmüyorum. Arada bir babamdan gelen dolar kuru hatırlatmaları beni kaygıya soksa da, gözyaşlarımla kazandığım parayla buralarda biraz daha kalmayı ve hatta önümüzdeki kışı burada geçirmeyi diliyorum. Her ne kadar babam her konuşmamızda dönmemi söylese de dinlemiyorum. Epey bir süredir ailemin dediklerini yapmıyor, onların yürü dediği yoldan yürümüyor, doğrularını mutlak doğru bellemiyorum. Bedelini ödemeye razı olarak, doğru bildiğimi yapıyorum. Nereye varacağını öngöremediğim halde sonsuz güvendiğim kendi yolumdan yürürken, ailemin üzülmesinden tedirgin olmuyorum. Keza başkalarının dediği yolu yürüyünce de ben üzülüyorum! Bu matematiğe göre, en azından birimiz mutlu olabiliyoruz. ONLARIN HAKLISIYLA BİZİM DOĞRUMUZ BİR DEĞİL Kendime, “Eğer ailem olmasalardı onların fikirlerini alır mıydım?” diye soruyorum. Her daim kaygılı babamın, bu konular özelinde kesin almazdım biliyorum. Bir kulağımdan gireni diğer kulağımdan salmaya bakıyorum. Bazen kulağıma takılı kalıyor ve babamın kaygısı bana geçiyor. Bunun sebebi de söylediklerinde ‘haklı’ olması. Ailelerimizin yönlendirmelerine kanmamızın en büyük sebebi haklı olmaları ya zaten. Ama onların haklısıyla bizim doğrumuz bir değil ki. Eğer her haklı olanın sözünü dinleseydik, evden sokağa adım atmamamız gerekirdi. Şahsen haklı olana hak vermekten yoruldum. Haklının değil, kendi doğrumun peşinden gitmeyi seçiyorum. Çünkü etrafımdaki tüm ‘haklılara’ rağmen, kendi doğrularımın peşinden gittikçe, kendi yollarımın taşlarına takılıp yeniden kalktıkça, kendi denizimde kulaç attıkça hayat benden yana akıyor. Bana ne yapmam gerektiğini söyleyenlere değil, nasıl yardımcı olabileceğini soranlara ihtiyacım var. HATALARIMA ALAN TANISINLAR Ben ailemin aklını değil, sevgisini istiyorum. Düşünceleri onlara kalsın, bana koşulsuz sevgilerini versinler. Akıl öğretmenim değil, güvendiğim limanım olsunlar. Hata yapayım, onlara kaçayım. Koyunlarında ağlayayım. Sıcacık sarsınlar beni. ‘Ben sana demiştim’ demesinler. Hatalarıma alan tanısınlar. Kapsasınlar beni. ‘’Seni anlayamıyoruz ama kim olursan ol, ne yaparsan yap, biz her zaman seni destekleyeceğiz’’ desinler. Bunları yapmamayı tercih ederlerse de kendileri bilirler. Muhabbetim azalır, sevgim baki kalır.

  • INSAN-2

    Ocak 2021 | İnsan | İtalya Ergenliğini sev WE ARE WHO WE ARE Yazı | Onur Baştürk H erhalde hiç kimse ergenliğini muhteşem bir şekilde hatırlamıyordur. Keza muhteşem olması ergenliğin öz doğasına aykırı! Nitekim ergenlik dediğimiz şey; bir gün suratında berbat bir şekilde ortaya çıkıp ertesi gün yok olabilen serseri mayın sivilceler gibi gayet düzensiz, asla stabil olmayan bir ruh hali, balta girmemiş ormanlık arazi, vahşi doğanın ta kendisi! Tam “araf” aslında. Geçiş bölgesi ergenlik. Yetişkinliğe doğru evrildikçe de ergenlik boyunca yaptığın tüm o iniş çıkışları, hatta saçmalıkları bir anda unutup gidiyorsun. Yetişkinliğin önceden belirlenmiş düzenine teslim olur olmaz… O yüzden, içindeyken hiç mi hiç güzel gelmese de, aslında ergenlik güzel şey! ​ Elbette bana ergenliği yeniden sevdirmiş biri var: Yönetmen Luca Guadagnino. “Call Me By Your Name” (bundan sonra kısaca CMBYN diyelim) desem anlayacaksınız. Ünlü yönetmenin CMBYN filmini çok çok sevmiş olanlar, sonbaharda HBO’da yayınlanmış yeni dizisine de eminim bayılacak: We Are Who We Are (Blu TV’de var). ​ ELIO VE FRASER ​ İtalya’daki bir Amerikan üssünde geçen dizide bu kez başroldeki ergenimiz: Fraser. CMBYN’deki Elio bir önceki kuşağın ergeniydi. Kültürlüydü, kendine ait bir dünyası olsa bile dış dünyayla o kadar da savaşmıyor, içine kapanmıyordu. Fraser öyle değil. Fraser şimdiki kuşağın ergeni. Dış dünyayla, otoriteyle bir pasif agresif bir savaşı var. Özellikle de lezbiyen annesiyle. Ama o da Elio gibi meraklı ve kültürlü. Tipik Z kuşağı mensubu sayılmaz. Üstelik kaynağı sadece internet değil, kitap okuyor. Her şeyi takip ediyor ve asla kimseyi yargılamıyor. ​ Ama Elio gibi aşırı hassas ve kırılgan. ​ O UPUZUN PARTİ SAHNESİ ​ Gel gör ki We Are Who We Are’da sadece Fraser’a çakılıp kalmıyor yönetmen Guadagnino. Onun etrafındaki diğer ergenlerin dünyalarına da giriyor. Onların din, aile, sistem, cinsel kimlikteki akışkanlık meselesi gibi dertlerine odaklanıyor. Üstelik bunu uzun uzun yapıyor! Sahneler tipik Amerikan dizilerinde olduğu gibi hızlı bir şekilde akmıyor. Yavaş ve bazen olanca gerçekliğiyle bize yansıyor. ​ Mesela ergenlerimizin bir parti sahnesi var. Öyle uzun ki, her detayı göstermiş yönetmen. Ben izlerken hiç sıkılmadım. Hatta kendim partileşmiş kadar oldum! ​ YETİŞKİNLER NE KADAR RENKSİZ! ​ Dizi ergenler kadar yetişkinlerin dünyasını da sorguluyor. Yetişkinlerin kendilerini tamamen “düzen” ve “sistem”e kaptırmalarını, hayatı sorgusuz ve renksiz yaşamalarındaki kayıtsızlığı görüyorsun. Özellikle de Chloe Sevigny’nin oynadığı Sarah ve Faith Alabi’nin oynadığı Jenny rollerinde bu kayıtsızlığın altını fazlasıyla çizmiş yönetmen. ​ HER ŞEYİN BAŞI: YENİLENME ​ Bir şey daha: Her Guadagnino yapımında olduğu gibi (hatırlayın CMBYN’de de vardı) karakterler değişime uğruyor. “Büyüyorlar” desem belki daha doğru... Ve biz onların yavaş yavaş başlayan değişimlerini izlerken hep şunu soruyoruz. Ya da en azından ben kendime sordum: “Ergenliğimden yetişkinliğime geçişte ruhsal olarak neler değişmişti, hepsini hatırlamam lazım”. ​ Doğrusu bu ya, hatırlıyorsun. Ve gariptir, dizi sayesinde kendi ergenliğine şefkatle sarılıyor ve o zamanları çok daha iyi anlıyorsun. ​ Ah en güzeli de, tıpkı Fraser ve suç ortağı Caitlin’in yaptığı hiçbir nedeni olmayan saçmalıklardan yapmak istiyorsun. ​ İşte o kısım, yetişkinliğin berbat ikilemine giriyor: Şimdi böyle saçmalarsam alem ne der!

  • INSAN-2

    November 2022 | Place & People | Vol VIII for english KOZA GÜRELİ YAZGAN Yazı & Fotoğraflar | Onur Baştürk K oza Güreli Yazgan The Marmara Grubu’nda yönetim kurulu üyesi. 2010 yılında grubun satın aldığı The Çinili Hamam ise Yazgan’ın tutkuyla bağlandığı projelerden biri. İstanbul’un tarihi semti Zeyrek’te bulunan The Çinili Hamam’ın restorasyon süreciyle başından beri yakından ilgilenen ve İstanbul Bienali sergileri sırasında geçici olarak mekanın kullanılmasını sağlayan Yazgan, şimdi de hamamı 2023’te hem müze hem de hamam olarak açmaya hazırlanıyor. ​ The Çinili Hamam, The Marmara Grubu’nun Esma Sultan Yalısı’nda yaptığına benzer bir restorasyon projesi. Projenin başından beri gelişimine tanık olan biri olarak süreci sizden dinlemek isterim... ​ The Marmara Grubu olarak kültür mirasının korunması, tanıtılması ve geliştirilmesine yönelik projeleri desteklemek önem verdiğimiz konular. Esma Sultan gibi kültürel miras yapılarının korunması için verdiğimiz desteği, İstanbul’da UNESCO Dünya Mirası listesine alınan dört semtten biri olan Zeyrek’te yer alan The Çinili Hamam ile devam ettirmek heyecan verici. Proje yaklaşık 12 yıldır devam ediyor. Çinili Hamam 1540’lı yıllarda, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış klasik Osmanlı Mimarisi özelliklerini taşıyan anıtsal bir kültür varlığı. KOZA GÜRELİ YAZGAN Writer & Photos | Onur Baştürk K oza Güreli Yazgan is a board member at The Marmara Group. The Çinili Hamam, purchased by the group in 2010, is one of the projects Yazgan is passionate about. Yazgan, who has been closely involved with the restoration process of The Çinili Hamam in Zeyrek, the historical district of Istanbul, and temporarily gave the opportunity of the usage of the space during the Istanbul Biennial exhibitions, is now preparing to open the hamam as both a museum and a hamam in 2023. ​ The Çinili Hamam is a restoration project similar to the one undertaken by The Marmara Group at Esma Sultan Mansion. As the person who has witnessed the development of the project since the beginning, I would like to hear the process from you... ​ As The Marmara Group, supporting projects for the protection, promotion and development of cultural heritage are the issues we attach importance to. It is exciting to continue our support for the protection of cultural heritage structures such as Esma Sultan with The Çinili Hamam, located in Zeyrek, one of the four districts in Istanbul included in the UNESCO World Heritage list. The project has been going on for about 12 years. The Çinili Hamam is a monumental cultural property with classical Ottoman Architecture features, built by Mimar Sinan in the 1540s by the order of Admiral Barbaros Hayreddin Pasha. Tamamı için... | For more... Print VOL - VIII FALL&WINTER 2022-23 Out of Stock View Details Dijital / Pdf YUZU MAGAZINE - VIII 60,00₺ Price View Details Çapa 1

  • INSAN-2

    Mayıs 2022 | İnsan | Türkiye SERA GÜRSOY 'Kendi deneyimlerim Miboso’yu oluşturdu' Yazı | Alp Tekin S on dönemin en dikkat çekici ve doyurucu içeriğe sahip wellbeing platformu Miboso’yu kurucusu Sera Gürsoy anlatıyor. Miboso’yu kurma fikri nasıl ortaya çıktı? Yola çıkarken motivasyonun neydi? Kendi tecrübelerim Miboso’nun kuruluşunda büyük rol oynadı. Yıllarca anksiyete ve panik atak ile mücadele ettim ve ilaç kullandım. Antidepresanların benim için kalıcı bir çözüm olmadığını anladığımda alternatif yöntemleri denemeye karar verip geleneksel ve tamamlayıcı tıbba yöneldim. Alternatif yöntemlerin özellikle zihin sağlığı problemleriyle başederken ne kadar etkili olduğunu anladım. Bunu daha fazla insana ulaştırabilmek ve insanların daha sağlıklı ve daha huzurlu bir hayat yaşamalarında etkili olabilmek en büyük motivasyonum oldu. Wellbeing alanı çok geniş. Kapsamınız daha çok hangi konularla ilgili? Wellbeing alanı da her alan gibi trendlere göre çok değişiyor. Benim yapmak istediğim, bu trendleri takip etmek yerine, doğruluğu yıllardır test edilip kanıtlanmış yöntemleri uygulamak ve başkalarına en doğru şekilde aktarmak. 5000 yıldır uygulanan ve Hindistan’da bir tıp bilimi olan Ayurveda, yine aynı şekilde uzun yıllardır tedavilerde kullanılan Pranayama teknikleri ve yoga öğretileri, bunların arkasındaki derin felsefe, benim de kendi tedavi sürecimde yararlandığım ve başkalarına da iyi geleceğine inandığım başlıca konular. YAMA NİYAMA SERİSİ İLGİ GÖRÜYOR Miboso'yla ulaşmak istediğin hedef nedir? Türkiye’de zihin sağlığına yeterince önem verilmiyor. Bu konuda var olan tabuları yıkmak, bakış açısını değiştirerek farkındalık yaratmak istiyoruz. Kişilerin iyileşme süreçlerinde geleneksel ve tamamlayıcı tıbbın önemini anlatarak, zihin sağlığına bu yöntemlerin ne kadar iyi geldiğini paylaşmak istiyoruz. Özellikle Türkiye ve Orta Doğu’da kadınların daha mutlu, huzurlu, sağlıklı, kendinden emin, güçlü ve üretken hissedebilmesi için doğru içerikleri üretiyor, doğru rehberleri sağlıyoruz. En çok hangi workshop’lar, konular ilgi görüyor? Şirketlerin wellbeing konusuna ilgisi çok arttı. Dr. Neslihan İskit ile tasarladığımız, şirketlere özel wellbeing eğitim kataloğumuz büyük ilgi çekiyor. Kurumsal ve Günlük Hayatta Stres Yönetimi, Masa Başı Yogası ve Odak Güçlendirme, Rahatlama için çeşitli nefes teknikleri eğitimleri gerçekleştiriyoruz. Bu dönemde online eğitimlerimize devam ederken fiziksel etkinliklere de ağırlık vermeye başladık. Mesela Petra ile iş birliği yaptık ve birlikte Ayurvedik Kahve Workshop’ları düzenlemeye başladık. Hindistan’daki Ayurveda uzmanımız tarafından hazırlanan tariflerle katılımcılar hem Ayurveda hakkında bilgi edinirken kendi ‘dosha’sını öğreniyor hem de kendisine daha iyi gelen ayurvedik kahve karışımları hakkında bilgi sahibi oluyor. İkinci Ayurvedik Kahve Workshop’umuzu 25 Mayıs’ta gerçekleştireceğiz. Büyük ilgi gören bir başka konu da, Patanjali’nin 8 basamaklı yolundan esinlenerek hazırladığımız Yama Niyama serisi. ‘Ahlaki kodlar ve doğru yaşam yolları’ olarak tanımlanan Yama ve Niyama’lar, bize erdemli, mutlu ve huzurlu bir yaşam için izlememiz gereken adımları ve tabii bunun özü olan iyi insan olmayı hatırlatıyor. MIND-BODY-SOUL Nasıl bir yaşam tarzın var? Hayatıma yön veren en temel prensip her şeyi yapacak gücün kendi içimizde olduğu gerçeği. Hatta bunu sadece güç gibi de görmüyorum, gerçekleşmesi en zor olduğunu düşündüğümüz şeyleri bile kendimize inanarak mümkün kılabildiğimize inanıyorum. Ancak bunun da ötesinde bir gerçek var. Herhangi birine duyduğumuz kızgınlık ve öfke türü hislerin birebir kendimizle ilintili olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde mutluluğumuz da öz sevgimiz ve öz kabulümüze paralel olarak artıyor veya azalıyor. Bu prensiplere gönülden inanıyorum. Kendimle ya da başkalarıyla olan ilişkilerimden kariyer kararlarıma ve wellbeing yaklaşımıma kadar her konuda, hayatımın her alanında beden, zihin ve ruh bütünlüğünü koruyabilmek benim için önemli. Zaten Miboso’nun adı da buradan, ‘mind-body-soul’ kelimelerinin birleşiminden geliyor. ‘SOUND HEALING’DE BİRÇOK FARKLI ENSTRÜMAN VAR Yuzu Green Day'de yapılacak “sound healing” ve “aura cleansing” hakkında detay verebilir misiniz, bizi neler bekliyor? Sound healing ve aura cleansing, seslerin frekansından ve çanakların titreşiminden yararlanarak kullanılan çok etkili bir tedavi yöntemi. Farklı ses titreşimleri ve frekansları bedeni etkileyerek vücudun derin gevşemeye geçmesine, rahatlamasına, duygusal travmalardan arınmasına, stres ve kaygının giderilmesine yardımcı oluyor. Merdol Can Dinçer çok yetenekli bir sound healing terapisti. Bir sürü farklı enstrüman kullanıyor ve seslerin frekansı ile alışık olmadığımız bir deneyim yaşatıyor ve katılanların kendilerini daha iyi hissetmesine neden oluyor.

  • INSAN-2

    January 2023 | Place & People | Vol VIII below english EMİRHAN PARALI Yazı & Fotoğraflar | Onur Baştürk İ stanbul’un gözde restoran markalarından Markus’un ortağı Emirhan Paralı, en az kendisi kadar film yıldızı edasındaki köpeği Iggy’yle sosyalleşiyor desem yanlış olmaz. Çünkü Emirhan ve Iggy’yi en son bir sergi açılışında gördüm ve Emirhan bir saniye bile kucağından indirmedi Iggy’yi. Bu şahane ikiliye İstanbul’un cool ve bohem yerlerinde ansızın rastlamadan önce Emirhan’a kulak verin... ​ Hayalindeki İstanbul nasıl bir yer? ​ Estetik değerleriyle tarihi kültürüne sahip çıkılan, yapılaşması belirli bir regülasyona tabi olan, ve en önemlisi insan yaşamına yönelik tasarlanmış bir şehir. ​ Sen İstanbul’u nasıl yaşıyorsun? Her gün farklı bir bölgesini deneyimliyorum. Maslak, Beyoğlu ve Anadolu Yakası arasında bir üçgen kurmuş durumdayım. Dolayısıyla şu sıra şehrin keyfini çıkarabilmek için çok limitli zaman yaratabiliyorum. Markus iki farklı lokasyonda. Beyoğlu’ndaki Tavern ve Maslak’taki Markus Prime Ribs Society. Bunun artıları ve eksileri neler? Bu yıl bizim için çok hareketli geçti. Beyoğlu’ndaki Tavern’i baştan sona yeniledik. Bağdat Caddesi’nde Markus To Go adlı yeni “Fast Good” konseptimizi hayata geçirdik ve son olarak Maslak’taki konseptin aynısını Anadolu Yakası’ndaki Emaar Square’de açtık. Markus bir insan olsaydı, onu nasıl tanımlardın? Aslında ismimizi seçmeden ve marka kimliğimizi çalışmadan önce bir ‘persona’ oluşturmuştuk. Markus kendi kurallarını belirleyen, samimi, şaşırtıcı ama aynı zamanda güven veren biri. İstanbul sosyal hayatında en çok hoşuna giden ve en çok katlanamadığın şey nedir? İyi yemek ve eğlenceyi bir arada yakalayabildiğim yerleri seviyorum. En katlanamadığım şey ise gittiğim yerde kötü müzik çalması. EMİRHAN PARALI Writer & Photos | Onur Baştürk It wouldn’t be wrong of me to say that Emirhan Paralı, a founding partner of Markus, one of Istanbul’s most trendy restaurants, has been socializing with his dog Iggy, who has the air of a movie star just as much as Emirhan. Because the last time I saw Emirhan and Iggy, it was at the opening of an exhibition, and Emirhan did not put Iggy down even for a second. Before you run into this wonderful duo around Istanbul’s coolest and most bohemian corners, hear what Emirhan has to say... ​ What’s your dream Istanbul like? A city whose aesthetic values and historical culture are taken care of, where new construction is subject to certain regulations, and above all, a city that is designed for human life. How do you experience Istanbul? I experience a different area each day. I have basically formed a triangle between Maslak, Beyoğlu, and the Anatolian side. So, I’m only able to spare a very limited amount of time to enjoy the city nowadays. Markus has two separate locations. Tavern in Beyoglu and Markus Prime Ribs Society in Maslak. What are the pros and cons of that? This year has been quite busy for us. We’ve renovated Tavern in Beyoglu from top to bottom. We’ve opened up our new place Markus To Go with the “Fast Good” concept, and finally, we’ve opened another venue with the same concept as the one in Maslak in Emaar Square on the Anatolian side. If Markus was a person, how would you describe them? We had actually constructed a ‘persona’ before coming up with our name and formulating our brand identity. Markus is someone who makes their own rules, a sincere, unpredictable, yet trustworthy person. What do you like most about social life in Istanbul, and what is one thing you can’t stand? I like the places where I can enjoy both good food and entertainment at the same time. One thing I can’t stand at all is when there is bad music playing somewhere I’m visiting. Tamamı için... | For more... Print VOL - VIII FALL&WINTER 2022-23 Out of Stock View Details Dijital / Pdf YUZU MAGAZINE - VIII 60,00₺ Price View Details

  • PEOPLE

    October 2023 | People EFE ÇAKAREL MUBI’nin yaratıcısı Yazı | Timur Can Ersoy Fotoğraflar | Akira Suemori, Dan Smith 2007 yılında kurduğu MUBI ile arthouse ve sinema dünyasının eşsiz filmlerini kullanıcısıyla buluşturan Efe Çakarel, dijital film platformunu ve yaşam stilini anlatıyor. Bağımsız filmleri izleyebileceğimiz bir platform oluşturma fikri nereden çıktı? Bir elektrik mühendisliği öğrencisi olarak, transistörlerin elektrik sinyallerini nasıl değiştirdiği konusu kariyer planlarımdan daha çok meşgul ediyordu zihnimi! Hayatta ne yapmak istediğim hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Ama bir şeyler inşa etmek istediğimi biliyordum ve bunu gerçekleştirebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Hâlâ da gerçekleştiriyorum. MUBI hayatımın işi ve son 15 yıldır bu böyle. Başka bir şey yaptığımı hayal dahi edemiyorum. Ama itiraf etmeliyim ki transistörlerden hâlâ etkileniyorum! Martin Scorsese ile yollarınız nasıl kesişti? Marty, muhtemelen dünyadaki en etkili ve ilham verici yönetmen. Kendini tamamen sinema sanatına adamış. Bir sabah Metin Erksan'ın “Susuz Yaz” filmini restore ettiğini duydum ve onunla tanışmanın bir yolunu bulmam gerektiğine karar verdim. Sonunda onunla tanıştım ve kurucusu olduğu The Film Foundation'la iş birliği yaparak “Susuz Yaz”ın ilk gösterimini MUBI’de yapmayı başardık. Kendisini çok seviyorum, hem insan hem de muhteşem bir sinemacı olarak. Hayalimde bir gün birlikte bir film yapmak var. ​ MUBI’NİN BU YANI KÜÇÜK BİR KAHVE DÜKKÂNI GİBİ Arthouse sektörünün önde gelen, uluslararası öneme sahip Almanya merkezli The Match Factory ve Match Factory Productions markaları MUBI bünyesine katıldı. Önümüzdeki günlerde buna bağlı olarak nasıl yenilikler bekliyor takipçileri? MUBI ve The Match Factory uzun yıllardır iş birliği içindeydi. Her zaman birbiriyle mükemmel şekilde eşleşen iki kurum olduk. Harika filmleri dünyanın her yerinden sinemaseverlerle buluşturma hedefini paylaştık. Apichatpong Weerasethakul'un Memoria'sından Sebastian Meise'nin Great Freedom'ına, Tatiana Huezo'nun Prayers for the Stolen'ından Pablo Larraín'in Ema'sına, Gianfranco Rosi'nin Notturno'sundan Michel Franco'nun New Order'ına, birçok filmde birlikte çalıştığımız için birbirimizi çok iyi tanıyoruz. The Match Factory’nin çalışmalarını her zaman hayranlıkla izledik ve şimdi bu yolculukta yan yana olmak gerçekten heyecan verici. MUBI’de insanların izledikleri filmleri puanladıkları ve filmler hakkındaki yorumlarını paylaştıkları bir database bulunuyor. Arthouse dünyasının sosyalleştiği bir alan diyebilir miyiz? MUBI'nin bu yanını küçük bir kahve dükkânı gibi düşünebilirsiniz. En sevdiğiniz sinemanın hemen köşesinde, 24 saat açık ve her zaman canlı. Film izledikten sonra ilk gittiğiniz yer. Kafanız az önce izlediğiniz bir sahneyle doluyken, oturup arkadaşlarınızla tartışabileceğiniz bir yer. Hatta bir filmi görmeden hemen önce sizi bekleyen yeni maceranın heyecanıyla uğradığınız bir yer. Odağında sinema olan kolektif deneyimler yaratmayı seviyoruz. Hatta bu MUBI fikrinin özünü oluşturuyor. Tartışmak, düşünmek, keşfetmek ve paylaşmak için bir alan yaratmak istedik. MACHESI 1824’TEN BİR DİLİM TORTA AURORA MUBI’nin merkezi Londra’da ve sen de orada yaşıyorsun. Londra seni nasıl besliyor? Hem iş hem de sosyal yaşantı olarak… Londra harika bir yer. Kendinizi canlı hissettiğinizde o da capcanlı. Huzura ihtiyacınız olduğunda gizli köşeleri var. Üstelik her zaman iyi kahve bulmak mümkün. Hem de hiç zorlanmadan. İş açısından, özellikle MUBI için Londra olunabilecek en iyi yer. Tanışılacak birbirinden heyecanlı ve hevesli sayısız insan var. Burada bir şeyler yapmak istemenizi tetikleyen bir enerji var. İşim nedeniyle tüm dünyayı geziyorum ve Londra bunu kolaylaştırıyor. Her zaman eve dönmek için güzel bir yer. Londra aynı zamanda sinema dünyası ve kültürünün de merkezi. MUBI burada kendini doğal olarak evinde hissediyor. Sinemalarla kuşatılmış olmanın iyi bir his olduğunu söyleyebilirim. Ofisimden beş dakikada yarım düzine sinemaya yürüyerek gidebiliyorum. Ayrıca burada yaşamayı seviyorum. Londra, dünyadaki her ülkeden her çeşit insanın paylaştığı bir şehir. Sadece burada kalarak insanlar ve hayat hakkında çok şey öğrenebilirsiniz. Burada yaşamanın en sevdiğim yanlarından biri kendi favori yerlerimi bulmak. Bir bank, küçücük bir kafe ya da yemyeşil bir park gibi. Ama Londra'da olmanın en güzel yanı aslında Milano'dan geliyor. Mount Street'teki Machesi 1824'ten bir dilim Torta Aurora. Bir veya iki kapuçino ile. Boş bir öğleden sonra ve iyi bir kitap eşliğinde. SİNEMA PLANLARIMI BİR GECEDE DEĞİŞTİREBİLİYOR Bir tam günün nasıl geçiyor? Bu yanıtın sıkıcı versiyonunda sabah erken kalkmak, mailleri kontrol etmek, ara sıra kahve içmek, insanlarla tanışmak ve akşam yemeğinde çoğunlukla makarna yemek var. Sıkıcı olmayan yanıtlar tabii ki daha içtendir. Bilmiyorum. Sinema dünyası doğası gereği durmadan yenilenir. Her sabah yeni favori filmimin adını ilk kez duyma ihtimalim var. Yaptığım şey ve MUBI'nin özü dolayısıyla her gün her şey olabilir. Sinema beni düşünmeye itiyor. Her zaman beni şaşırtmayı ya da bana hayal bile etmediğim şeyler göstermeyi vadediyor. Planlarımı veya fikirlerimi bir gecede değiştirebiliyor. Herhangi bir günü önceden tahmin etmem mümkün değil. Tıpkı sinemayı da tahmin edemeyeceğim gibi. Bu oldukça güzel bir duygu. EFE ÇAKAREL Creator of MUBI Words | Timur Can Ersoy Photos | Akira Suemori, Dan Smith Efe Çakarel, who brings unique movies from the arthouse and cinema world to his users with MUBI, which he founded in 2007, talks about the developing digital world, the digital movie platform he developed and of course his lifestyle. Where did the idea of creating a platform where we can watch independent films come from? As an electrical engineering student, how transistors change electrical signals was occupying my mind more than my career plans! I had no idea what I wanted to do in life. But I knew I wanted to build something, and I feel very lucky that I was able to do it. And I'm still doing it. MUBI is my life's work and has been that way for the last 15 years. I can't imagine doing anything else. But I have to admit, I'm still impressed by transistors! How did you cross paths with Martin Scorsese? Marty is probably the most influential and inspiring director in the world. He completely devoted himself to the art of cinema. One morning, I heard that he was restoring Metin Erksan's movie “Susuz Yaz” and decided that I had to find a way to meet him. Finally, I met him and, in cooperation with The Film Foundation, which he was the founder of, we managed to premiere "Susuz Yaz" on MUBI. I love him very much, both as a person and as a great filmmaker. My dream is to make a movie together one day. THIS SIDE OF MUBI IS LIKE A SMALL COFFEE SHOP The Match Factory and Match Factory Productions, the leading brands of the arthouse industry with international importance, based in Germany, have joined MUBI. What kind of innovations can the followers expect in the upcoming days? MUBI and The Match Factory have been in collaboration for many years. We have always been two perfectly matched institutions. We shared the goal of bringing great movies to movie lovers around the world. As we have worked together on many films from Apichatpong Weerasethakul's Memoria to Sebastian Meise's Great Freedom, from Tatiana Huezo's Prayers for the Stolen to Pablo Larraín's Ema, from Gianfranco Rosi's Notturno to Michel Franco's New Order, we know each other very well. We have always admired The Match Factory's work and now it is truly exciting to be alongside them on this journey. MUBI has a database where people rate the movies they watch and share their comments about the movies. Can we say that this is an area where the arthouse world socializes? You can think of this side of MUBI as a small coffee shop. Just around the corner from your favorite cinema, open 24 hours and always lively. The first place you go after watching a movie. It's a place to sit and discuss things with your friends while a scene you just watched is still in your mind. In fact, it is the place you visit right before seeing a movie with the excitement of the new adventure that awaits you. We love creating collective experiences centered around cinema. In fact, this is the essence of the idea of MUBI. We wanted to create a space to discuss, think, explore and share. A SLICE OF TORTA AURORA FROM MARCHESI 1824 MUBI is headquartered in London and you live there too. How does London nourish you? Both in business and social life… London is a wonderful place. When you feel alive, it is alive too. When you need peace, it has its hidden corners . Moreover, it is always possible to find good coffee. And without any difficulty. For business, London is the best place to be, especially for MUBI. There are countless excited and enthusiastic people to meet. There is an energy here that makes you want to do something. I travel all over the world for my job and London makes it easy. It's always a good place to come home to. London is also the center of the cinema world and culture. MUBI feels naturally at home here. I can say that it feels good to be surrounded by cinemas. I can walk from my office to half a dozen movie theaters in five minutes. I also love living here. London is a city shared by all kinds of people coming from every country in the world. You can learn a lot about people and life just by being here. One of my favorite things about living here is finding my own favorite places. Like a bench, a tiny cafe or a lush park. But the best thing about being in London actually comes from Milan. A slice of Torta Aurora from Machesi 1824 on Mount Street. With one or two cups of cappuccino. During a free afternoon and a with good book. CINEMA CAN CHANGE MY PLANS OVERNIGHT How does your one whole day go? The boring version of this answer involves waking up early in the morning, checking emails, occasionally drinking coffee, meeting people, and eating mostly pasta for dinner. Of course, answers that are not boring are more sincere. I don't know. The world of cinema is constantly renewed by its nature. Every morning I get to hear the name of my new favorite movie for the first time. Because of what I do and what MUBI is about, each day anything can happen. Cinema pushes me to think. It always promises to surprise me or show me things I never imagined. It can change my plans or ideas overnight. It is impossible for me to predict any day in advance. Just like I can't predict cinema. It's a pretty good feeling.

  • INSAN-2

    Aralık 2020 | İnsan | Türkiye Hayata karşı takınılması gereken 4 tavır Yazı | Onur Baştürk E n güzel tavır, rüzgâr tavrı. Onu biraz daha açar mısın? Genellikle içsel durumumuz dış tesirlere göre kolayca değişir. Bulunduğumuz yeri çirkin ya da kötü görüyorsak oradan hemen çıkmak isteriz. ‘Sevmiyorum, beğenmiyorum’ diye etiketlediğimiz birinin yanındaysak ondan uzaklaşmak isteriz. Rüzgâr böyle ayrımlar yapmaz. Hiçbir yeri kötü bulmaz, kimseyi beğenmemezlik etmez, ikiliğin kurbanı değildir. Herkesi ve her şeyi olduğu gibi görür, kabul eder. Her yerde aynı kolaylıkla, aynı hoşnutlukla dolaşır. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    Temmuz 2021 | Volume IV - Y A Z ROLAND HERLORY “Pozitif Riviera ruh halini aşılamaya çalışıyoruz” Yazı | Sibel İpek B u yıl 50’inci yaşını kutlayan Vilebrequin’in sırrına vakıf olmak için markanın CEO’su Roland Herlory’ye kulak verin. Herlory, tasarımlarının bir noktasına mutlaka sinen 70’lerdeki St Tropez ruhunu, plajda yaşama sanatını ve sürdürülebilir ürün yaratmanın kodlarını zarif bir şekilde anlatıyor. ​ Markanın başlangıç hikâyesini çok merak ediyorum... ​ Vilebrequin’in geçmişi 1971’de başlayan bir aşk hikâyesine dayanıyor. Markanın kurucusu Fred Prysquel aslında dünyanın farklı coğrafyalarında yarışları takip eden bir Formula 1 muhabiri. Bir gün St Tropez’deyken plajda Yvette’i görüp aşık oluyor. Kendini Yvette’e beğendirmek için herkesten farklı görünmeye karar veriyor ve Kaliforniyalı sörfçülerin şort modelleri ile Afrika’nın wax adı verilen desenli kumaşlarından aldığı ilhamla kendine mayolar yapıyor. Başarı çok kısa sürede geliyor; hem Yvette Fred’e aşık oluyor hem de şortları gören tüm ünlüler aynısından sipariş ediyor! İşte bu Vilebrequin’i eşsiz yapan ve başka hiçbir markada olmayan bir aşk hikâyesi... . ​ St Tropez 70’lerin özgürlük ve cazibe merkezlerinden biriydi... Vilebrequin’in marka ruhuna bu özgürlüğün de etkisi olmuştur mutlaka değil mi? ​ Evet, St Tropez o yıllarda dünyanın merkeziydi. Mick ve Bianca Jagger çifti 1971’de St Tropez’de evlendiği zaman burası ünlüler için özgürlüklerinin tadını çıkarttığı bir buluşma noktasıydı. Vilebrequin olarak biz de müşterilerimize mutlaka bu pozitif Riviera ruh halini aşılamaya çalışıyoruz. Nerede olursa olsunlar. İster St Tropez, Los Angeles, İstanbul ister St Barts ya da Forte dei Marmi’de. Tamamı için... Print YUZU MAGAZINE - IV Out of Stock View Details

  • INSAN

    Haziran 2020 | İnsan | Türkiye Neden söz vermekten kaçınıyoruz? Yazı | Sibel İpek P rogram yapılırken hep şu cümleleri mi kullanıyorsunuz: “Bakarız, haberleşiriz, tamam ama söz vermiş olmayalım, yine konuşuruz” Peki uzun dönemli program yapmaktan ödünüz mü patlıyor? Uçak biletlerinizi hep son dakika mı satın alıyorsunuz ya da aldıktan sonra sürekli değiştirme cezası yiyenlerden misiniz? ​ İlişkilerinizde içten içe bir şekilde size uygun olmadığını bildiğiniz insanları mı tercih ediyorsunuz? Ya da çok uygun olabileceğinizi düşündüğünüz birisi bile olsa, azıcık baskı görünce hemen kaçacak delik arayanlardan mısınız? ​ Örnekler uzar gider, önemli olan yanıtlarımız. Neden herhangi bir şeye bağlanmaktan bu kadar korkuyoruz? Kendi başına olmayı sevdikçe bağlanma korkularımız tetikleniyor mu? ​ Aslında plan yapmayı istememek insanlarla görüşmek istemediğimiz izlenimini de veriyor. Daha iyi bir plan çıkarsa diye söz vermediğimiz de oluyor, ki kendimden örnek vermem gerekirse çoğu zaman böyle durumlar kendimle kalmayı tercih etmemle sonuçlanıyor! ​ UNUTULAN ÖNEMLİ BİR ŞEY VAR ​ Araştırmalar gösteriyor ki; bağlanma korkusu tek bir travmatik olay, erken çocukluk döneminde yaşanan stresler ya da pek çok irili ufaklı olayın birikiminden kaynaklanıyor olabilir. Ebeveynlerin boşanması ya da evlilikte yaşadıkları problemleri çocuklarına yansıtmaları, potansiyel bir ilişkinin mutsuz sonuçlanmasından korkmak, daha önceki ilişkilerde travmatik olaylar yaşamak, başkalarına güvenmekte zorlanmak gibi… ​ Bence unutulan çok önemli bir şey var! O da insanın kendiyle olmayı sevmesi ve kendiyle olma halindeki dokunulmazlık ve mahremiyete, biriyle olmaktan çok daha fazla ihtiyaç duyması. ​ SAVUNMA MEKANİZMASININ ROLÜ BÜYÜK ​ Bağlanma korkusu denildiğinde akla ilk gelen romantik ilişkiler. Oysa bu korku ofisteki başarıyı da etkileyebiliyor. Mesela iş ortamında yaşanan korku, kişinin uzun vadeli projeleri reddetmesine neden olabiliyor. ​ Bazı araştırmacıların savundukları ise şu: Bağımsız olma eğiliminin kaynağında savunma mekanizmasının rolü büyük. Yani güçlü görünme çabasıyla taktığımız maskeler, hassas ve kırılgan yanlarımızı göstermeme çabası. Ki bu yanlarımızı saklayarak gerçek bir ilişki yaşama ihtimalimiz elbette yok. ​ HADİ SÖZ VERDİK DİYELİM, YİNE DE KORKUYORSAK? ​ Bu korku bitmez mi diyebilirsiniz. Bitmez! Bazen ciddi bir ilişkinin içine girmiş olsak bile yine de kendimizi ilişkiye tamamen veremiyor, zırhlarımızdan kurtulup tamamen açık olmayı seçemiyor olabiliriz. Pek çok insan ilişkilerini bu şekilde yaşamaya devam edebiliyor. Neden mi? ​ Bazen her türlü korkumuza rağmen o ilişkinin içinde kalmak istediğimiz için kalırız. Aslında ilişkiyi terketmek istesek bile toplum baskısından dolayı ilişkide kalmayı tercih edebiliriz. Çünkü çevremiz bizden bunu bekliyordur. ​ Bir de tabii konfor alanımızı terketmek istememe, alışkınlarımıza olan bağlılığın bazen duygusal ihtiyaçlarımızın önüne geçebilmesi… ​ BİRAZ PRATİK HAYAT KURTARIR ​ Psychology Today’den psikiyatrist Barton Goldsmith’in güzel bir örneği var. Diyor ki: “Kavanozdaki kırmızı balık gibi herkes kendi ortamına göre büyür”. ​ Yani eğer kendinize keskin sınırlar çizer ve kendinizi sınırlandırırsanız, başka insanları hayatınıza alma ya da yeni sularda yüzme ihtimalinizi azaltırsınız. Eğer bunu değiştirmek istemenize rağmen bir türlü yapamıyorsanız o zaman daha ciddi yardım almanın vakti gelmiş olabilir. ​ O zaman işte size bağlanma korkusu pastasından en çok pay alan ‘romantik İlişki’ özelinde kas geliştirici ufak adımlar listesi: ​ 1. Partnerinizle bir geceyi birlikte geçirmeyi deneyebilirsiniz! Mümkünse onun evinde olsun. Böylece dilediğiniz zaman evinize dönebileceğinizin rahatlığıyla kalırsınız:) ​ 2. İlk adım birkaç kez başarıyla atlatıldıktan sonra yaşadığınız yere yakın mesafede bir yerde hafta sonunu birlikte geçirmek ikinci adım olabilir ​ 3. Kalabalıklar içinde el ele tutuşmak kulağa ne kadar saçma gelse de, bunu da denemek fena olmayabilir, bir düşünün! ​ 4. Yakın arkadaşlarınızla tanıştırdınız. Peki partnerinizi ailenizle de tanıştırmanın vakti gelmedi mi? Evet biraz gergin bir durum olabilir, ama yapın gitsin… ​ 5. Farklı mevsimlerde birlikte yapmak isteyeceğiniz tatil hayallerinizi paylaşın. Mesela her hafta düzenli plan yapıp bir ay boyunca bu planlara sadık kalmaya gayret gösterin. ​ 6. Bu adımların bir tık sonrası tabii ki şu: Birlikte yaşamak isteyebileceğiniz semtleri, mahalleleri konuşmaya başlamak! İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Ocak 2021 | İnsan | Türkiye MUZAFFER YILDIRIM Yeni bir şey yapmak benim karakterim Yazı | Onur Baştürk Fotoğraflar | Emre Doğru F atih’te güvercinlere takla attıran Muzaffer’den şimdiki Muzaffer’e: Yıllar sende neleri değiştirdi, neleri değiştirmedi? ​ Göçmen bir ailede, partizan bir babanın oğlu olarak Fatih’te dünyaya geldim. Aslında çocukluktaki karakter oluşumumun devamını tam da ‘bugünkü ben’ olarak görebiliyorum. Evet, güvercin beslerdim. İki güvercinle başlayıp 150 güvercine sahip olmuştum. Daha fazla sayıda güvercin besleyenlerin elli güvercini olurken benim bu sayıya iki güvercinle ulaşmam, bir şeyi yaparken büyük ve etkileyici yapmakla ilgili bir derdim olduğunu gösteriyor. Çocukluktaki bu felsefem, iddiam, hırsım, hatta kavgacılığım ve vazgeçmeme kültürüm halen devam ediyor. O zaman sokakta savaşçıydım, şimdi de savaşçıyım. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    Temmuz 2021 | Volume IV - Y A Z O SÖĞÜT AĞACININ ALTINDA ‘YEŞİLMİŞİK’ MUHABBETİ Yazı | Onur Baştürk Fotoğraflar | Elif Kahveci N e zaman şehirdeki binaları arkamda bırakıp Polonezköy yoluna girsem mutlu oluyorum. Özellikle ağaçların yola dek uzanan dalları arasından geçerken böyle oluyor. Anlık, çabasız bir mutluluk. En güzeli de bu değil midir? Bu nedenle o yoldan her seferinde daha yavaş geçmek istiyorum. Tadına tam varabilmek için... Cumhuriyet Köyü’ndeki Komşuköy’e geldiğimde de hep aynı hissiyatı yaşıyorum: Biraz daha mı kalsam, biraz daha mı şu yeşilliklere bakıp dalsam, biraz daha, biraz daha... Bu kez bunlara bir şey daha eklendi: Bu sohbet daha çok mu uzasa, sabaha kadar şu söğüt ağacının altında konuşsak mı? O zaman detay vereyim. O gün Komşuköy’deki o söğüt ağacının altında beş kişiydik. Moda tasarımcısı Aslı Filinta, Komşuköy’ün kurucu ortaklarından Özden Akyıldız, şef Maksut Aşkar, oyuncu Eylül Su Sapan ve ben. Ağacın altındaki sohbetimizde yiyip içtiğimiz şeylerden tutun da, doğanın bize ne hissettirdiğinden ve kendi hayatımızda doğaya saygı adına neler yaptığımıza kadar birçok ‘yeşil’ alt başlıkta konuştuk. Kimi zaman savrulduk, sohbetin akışına uyduk. Doğanın kendisi gibi işte, sohbeti sıkıcı bir moderatör gibi yönetmektense serbest bırakmayı tercih ettim. İşte o sohbetten seçtiğim anlar... ​ “NEOLOKAL’İ TAMAMEN VEJETARYEN YAPACAKTIM” ​ ONUR: Madem Komşuköy’deyiz. Güzel yiyip içiyoruz. Herkese önce nasıl beslendiğini sorayım... EYLÜL: Ben et yemiyorum. Vejetaryenim. Vegan olmayı da denedim. Ama sonra yapamadım. Vejetaryen olmam hem köpek sahiplenmemle hem de aldığım ürünlerin içeriğini okumamla başladı diyebilirim. Sanırım herkes aynı döngüyü yaşıyor. İçeriğe bakınca, biz neler yiyormuşuz gerçeğinin farkına varıyorsun. ASLI: Ben de bir buçuk yıldır et yemiyorum. Balığı da eşim Tolga’yla aramız bozulmasın diye yiyorum! ​ MAKSUT: Geçen yıl çok radikal bir fikir gelmişti aklıma. Ortağıma dedim ki, “Seneye Neolokal’i tamamen vejetaryen olarak açmayı planlıyorum”. Söyledim ve tabii yuttum o lafı! Çünkü bunu yaparsak batma ihtimalimiz çok yüksekti. Neyse ki menü içerisinde çok vejetaryen seçeneğimiz var. Ama ben, “Neden Türkiye’nin ilk vejetaryen fine-dining restoranı olmasın?” diye düşünüyordum. ONUR: Sen et yiyorsun ama, değil mi Maksut? MAKSUT: Evet, ama şöyle düşün: Viyana’da bir tane vejetaryen restoran var, adı Tian. Şefi Paul Ivic vejetaryen değil. Bana göre Avrupa’daki en iyi vejetaryen restoranlarından biri. Aslında her şey güllük gülistanlık olsaydı; yani bombalamalar ve kapanıp açılmalar olmasaydı, eminim vejetaryen Neolokal projesinin arkasında dururdum. ​ “CEKETİM ATIK PARÇALARDAN YAPILDI” ​ ONUR: Sosyal ve iş hayatınızda tabiata saygı adına neler yapıyorsunuz? Nasıl çözümleriniz var? MAKSUT: Özellikle bu noktada insanlar kadar, etki alanlarını düşününce markalara, iş dünyasına da büyük görevler düşüyor. Mesela Anadolu Efes’in yeşil şişesinin arkasındaki QR kodu okuttuğunuzda bir tohum topu atılıyor. Elbette tabiatı koruyup geliştirmenin yanında insanların tabiatla bağlarını güçlendirecek, onlara tabiatın değerini hatırlatacak çalışmalar da çok önemli. Ben kendi markam Neolokal’i kurarken hayal ettiğim şey şuydu: Yeni nesil toprağa dokunmuyor, toprağı bilmiyor. Sanıyorlar ki domates süpermarkette yetişiyor. Onlara bunu öğretmeliyiz. ONUR: Eylül 28 yaşında, ona soralım. Gerçekten öyle mi Eylül? EYLÜL: Evet tabii, annemlerin nesline göre topraktan ayrı, asfaltta büyüyen bir gençliğiz. MAKSUT: İşte benim için de toprağı tanımayan birinin mutfakta yemek pişirebilmesi soru işaretiydi. Bu nedenle Kilyos Gümüşdere’de altı yıl önce bir bahçe kurduk. Her yıl neyi, nasıl ekeceğimize karar veriyoruz. Mutfak ekibi gidip hasat ediyor. Malzemenin değeri çok önemli. Benim için tabiata saygı bu anlama geliyor. ÖZDEN: Maksut’un bahsettiği konuyla bağlantılı bir şey söylemek istiyorum. Biz de Komşuköy olarak bu kaygılarla son beş yıldır USLA Akademi’nin müfredatındayız. Orada okuyan aşçı adayları her cuma buraya gelerek ekip biçip topluyorlar. Yaz sıcağında bir kilo fasulye toplamanın ne kadar zahmetli bir iş olduğunu görüyorlar. Bunu görünce de o fasulyeyi hemen çöpe atamaz bir hale geliyorlar. Sürdürülebilirlik dediğimiz şey bütünü kullanmak, israf etmemek aslında. ​ EYLÜL: Aynen öyle. Ben de sevgilimi motive ettim bu dönemde! Beraber çöpleri ayırıyoruz. Aslında etrafımızdaki birçok insan, özellikle benim yaşımdakiler, yaptığımız küçük bir şeyin çok da işe yaramadığını düşünüyor. İlla çok büyük bir şey yapılması gerektiğine inanıyor. Oysa bu da önemli. ONUR: Peki sen neler yapıyorsun Aslı? ASLI: Üzerimdeki ceket atık parçalardan yapıldı. Bu yaptığımız şeyin adı ileri dönüşüm. Bu süreç anne olmamla beraber başladı. Çocuğuna bir tane kaşmir kazak alıyorsun. Sen onu alana kadar zaten çocuk büyüyor. Özellikle kadınların dolaplarındaki kıyafetlerin yüzde 60’ı kullanmadıkları ürünlerden oluşuyor. Annesinden kalmıştır ya da başka birinden. Veremiyordur ama giyemiyordur da... Bu yüzden web sitemizde bir ileri dönüşüm hizmeti başlattık. Hizmeti satın aldığın zaman ben o giyemediğin ürünü kapından aldırıyorum. “Nasıl olsaydı bu kıyafeti giyerdin?” diye soruyorum. Sonra onu ileri dönüştürerek, yani bizdeki atık kumaşları da kullanarak tekrar değerlendirip sana yolluyorum. Mesela geçen yıl martta New York’ta bir defile yaptım. O defilede annemin bütün çeyizlerini çıkarıp kullandım! Üzerimdeki gömleğin dantelleri de annemin zamanında eliyle yaptığı bir dantel örgüsü. ONUR: Moda denilen kavrama inanıyor musun Aslı? ASLI: Şöyle örnek vereyim: Beş buçuk yaşındaki oğlum online derse katılıyor. Öğretmeni oğluma soruyor, “Annen ne iş yapıyor?” diye. Oğlumdan şöyle bir yanıt geliyor: “Annem moda tasarımcısıydı ama modayı bıraktı”. Soranlara böyle diyorum artık, şahane değil mi? Tamamı için... Print YUZU MAGAZINE - IV Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    July 2023 | Mediterranean Design | Vol 10 english below EMRE ÖZÜCOŞKUN BE ORIGINAL by PANERAI - VI words Alp Tekin photos Onur Baştürk J apon ve İskandinav stili yalınlığı, yani “Japandi”yi seviyor. İçinde tasarım teması olmayan seyahatlerin ona göre olmadığını söylüyor. Kişisel stilinin ayrılmaz bir parçası ise saatler. Saat kullanmadığı dönemlere bakıp şaşırdığını itiraf ediyor. Be Original by Panerai serisinin en karizmatik konuğuyla tanışın: İstanbul merkezli mimarlık ofisi cisimdesign’ın kurucu ortağı Emre Özücoşkun. ​ Hayatının şu anki döneminde seni en çok heyecanlandıran şeyler neler? ​ Tabii ki planlı tatillerim ve ortağı olduğum Cisimdesign ile hayata geçirmeyi planladığımız sürpriz proje! ​ Mimari tasarımda en çok önem verdiğin unsurlar genelde ne oluyor? ​ Doğal malzemeler kullanmak, renk/malzeme/form/fonksiyon uyumu ve gereksiz süsten uzak durmak... Tüm bunlar, ortağım Erdem’le beraber Cisimdesign’ı kurarken uzun uzun konuştuğumuz ve geride bıraktığımız 13 sene boyunca taviz vermeden uygulamaya gayret ettiğimiz unsurlar. ​ Ortağın Erdem İşler’le aynı zamanda çok yakın iki dostsunuz. Ortaklık ve dostluğu bir arada yürütmek zor mu kolay mı? Hikâyeniz nasıl başladı? ​ Biz üniversiteden tanışıyoruz, ama okuldayken birbirimizden çok daha yakın arkadaşlarımız vardı! Esas yakın dostluğumuz sektöre adım atmamızla oluştu. Bir noktada kendimizi ortaklık planları yaparken bulduk. Tasarım anlayışımız gibi ortaklık ve dostluk şeklimiz de tatlı bir denge üzerinde oturuyor. O uyuma önem veriyoruz. Sosyal hayatlarımızda da sık sık bir araya geliyoruz, tatillere gidiyoruz. Sanırım dostluk ve ortaklığı kolay yürüten azınlıktanız. ​ Tasarım anlayışını nasıl özetlersin? Projelerimizin ortak çizgisine bakınca Japon ve İskandinav yalınlığını görmek zor değil. İlla bir isim vermek gerekirse, “Japandi” diyebilirim. On yıl sonra kendini, nerede, ne yaparken hayal ediyorsun? Cisimdesign olarak özellikle Avrupa’da yaptığımız projelerin çoğalmasını hayal ediyorum. İstanbul merkezli olmaya devam edip bir ayağımızın da Avrupa’da olması fena olmaz. Ege’nin batı kıyısında kendi evimi inşa etmek de hayallerim arasında. ​ FAVORİ OTELLERİM DEXAMENES VE PERIANTH ​ Kişisel yaşam stilinde öne çıkanları sıralayabilir misin? Modadan mimarlığa, sanattan seyahate tasarımla iç içe bir stilim var. Touring araba merakım nedeniyle BMW’nin yeni touring modeli favorim. Japon otantik tavrını modern bir şekilde yorumlayan Visvim ise favori giyim markam. İsviçreli modüler mobilya markası USM de evimin ‘masterpiece’i. ​ Ege ve Akdeniz’de tatil için sevdiğin destinasyonlar? Çocukluğumdan beri Bodrum vazgeçilmezim. Son dönemde ufak bir Yunan adası olan Folegandros’a gidiyorum. Bodrum’un aksine sakin, sessiz bir ada. Yaz tatilinde de bir denge gözettiğimi farkettim. ​ Bir seyahate karar verirken tasarım seni yönlendiren bir unsur mu? İçinde tasarım teması olmayan seyahatim yok diyebilirim! Yeni şehirler keşfetme sevdalısı olmadığım için hemen hemen tüm seyahatlerim 7-8 şehir arasında geçiyor. Lokal hissetmek, bildiğim şehirler içinde kaybolmak beni cezbediyor. Otel seçimlerime de benzer şekilde yaklaşıyorum. Daha önce gidip memnun kaldığım küçük, butik, rahat otelleri tercih ediyorum. ​ Favori tasarım otellerin hangileri? Peloponnese’de Dexamenes ve Atina’da Perianth. ​ DALIŞ SAATLERİNİ SEVİYORUM ​ Vaktini en çok neye harcarsın ve en çok neye harcamazsın? ​ Cisimdesign dışındaki vaktimi yıllardır abonesi olduğum dergilere ayırırım. Tek bir satır bırakmadan okuyup tamamlamak gibi bir saplantım var. Son yıllarda gereksiz sosyalleşmeden kaçınıyorum. Ama hâlâ istediğim seviyeye gelemedim. Zaman sana yetiyor mu? Yoksa “Bir gün 24 saat değil, 30 saat olmalı” diyenlerden misin? Doğal bir alarm sahibiyim! Kaçta yatarsam yatayım güne çok erken başlıyorum. Az uyku sağlıklı mı bilmiyorum, ama günü dolu dolu yaşadığım kesin. Kısacası, 24 saat bana yetiyor. Saatinle ilişkin nasıl? Nasıl saatler kullanmayı tercih edersin? Saatlerimin üzerine titrerim! Saatlerle ilişkim aslında birkaç yıl önce başladı. Şimdi saat takmadığım dönemlere bakıp şaşırıyorum. Çok maceracı bir yapım olmamasına rağmen dalış saatlerini seviyorum. Panerai Submersible vazgeçilmez saatim. H e embraces Japandi; Japanese and Scandinavian style simplicity. Travels without a design theme do not float his boat. Watches, on the other side, are an integral part of his personal style. He admits his amazement for the times when he did not use to wear watches. Meet the most charismatic guest of the Be Original by Panerai series: Emre Ozucoskun, co-founder of Cisimdesign, an Istanbul-based architectural office. What excites you the most nowadays? ​ Of course, my planned holidays and the surprise project we plan to realize under Cisimdesign, the com pany that I co-founded! Which important elements do you look to most in architectural design? Using natural materials, color/material/form/function harmony and avoiding unnecessary ornaments... All of these are the elements that we discussed day and night while establishing Cisimdesign with my partner Erdem. To this day after 13 years, we still try our hardest to make sure we do not compromise what we have started with. ​ You and your partner Erdem Isler are also very close friends. Is it difficult or easy to work out partnership and friendship together? How did your story begin? ​ We’ve known each other since the university times. Yet, there were many friends whom we had closer bonds with! It was not until we took a step into this sector that we actually have started bonding. At one point we found ourselves making partnership plans. Like our design approach, our partnership and friendship style sits on a sweet line of balance. We often get together in our social lives as well, and we occasionally go on vacations. A smooth balance of friendship and partnership, I guess such relationship falls into the minority category. How would you define your design approach? Looking at the common theme of our projects, one can easily spot the simplicity of Japanese and Scandinavian. If I had to give a name, I would say “Japandi”. Where and what do you imagine yourself doing ten years from now? I dream of enhancing Cisimdesign’s existence in Europe by increasing the number of projects. I would love to have a foot in Europe while maintaining our Istanbul-based presence. Building my own house on the west coast of the Aegean is also among my dreams. ​ DEXAMENES AND PERIANTH ARE MY FAVORITE HOTELS ​ Can you list the highlights of your personal lifestyle? From fashion to architecture, from art to travel, I have a style that is intertwined with the design. As a touring car geek, BMW’s newest touring model is my favorite. Visvim, which interprets the Japanese authentic attitude in a modern way, is my favorite clothing brand. And the Swiss modular furniture brand USM is the masterpiece of my home. Are the Aegean and Mediterranean your favorite getaway destinations? Bodrum is an inseparable part of mine since my childhood. Recently I have been going to Folegandros, a small Greek island. Unlike Bodrum, it is a calm, quiet island. Which made me realize that I also seek for a balance for my summer vacations. Is design a factor that guides you when deciding on a trip? I can easily say none of my trips lack the factor of design theme! Since I am not a fan of discovering new cities, I usually shuttle back and forth between 7-8 places. It tempts me to feel local, to get lost in the cities I know. The same applies to my hotel choices. I prefer the small, boutique, comfortable hotels that I have visited before and have been satisfied with. Which hotels stroke you with their designs? Dexamenes in the Peloponnese and Perianth in Athens. ​ I LOVE DIVER’S WATCHES ​ What are the two tips of your time-spending spectrum? ​ Apart from times I spend at Cisimdesign, I dive into the magazines that I’ve been subscribed to for years. I have an obsession which I have to make sure I read every single line in that magazine. For the last couple years, I’ve been avoiding unnecessary socialization. However, I’m still far from the level I targeted for. Can you fit your day in 24 hours? Or are you one of those people who cannot get enough of it? I have a built-in biological alarm! No matter what time I go to bed, I start the day very early. Not sure if it is healthy or not, but that way I can get the most of it. So, I’m really fine by 24-hours. How is your relationship with your watch? What type of watches do you prefer to use? I am in love with my watches! It actually started a few years ago. I now find it really hard to believe I did not use to wear watches back then. I love diver watches, although I’m not the perfect target customer. My Panerai Submersible is the one I Iove the most. for more Print VOL - X AEGEAN & MEDITERRANEAN EDITION Out of Stock Add to Cart

  • İNSAN

    Nisan 2020 | İnsan | Türkiye Manastırlarda kaldığım için karantinaya alışkınım Röportaj | Onur Baştürk A dını hep duyuyor, biliyordum. Ama karantina süreciyle birlikte videolarını daha çok uygulamaya, canlı yayınlarını takip etmeye başladım. ​ Yoga eğitmeni Çetin Çetintaş’tan bahsediyorum. Sorularıma verdiği bilge yanıtlar hepimizin ruh haline ışık tutup aydınlatacak türden. ​ Karantina süreciyle beraber özellikle online yoga derslerine ilgi daha çok arttı. Neden herkes yogaya sardı? Endişe ve kaygıyı azalttığı için olabilir mi? İnsan hep dışarda bir şey arıyor. Bu süreçte dışarıda bir şey arayamayacak kadar evde, kendi başımızayız. Yoga ise insanı kendine döndürüyor ve kendisiyle olmaktan mutlu hale getiriyor. Bununla beraber içinde bulunduğu an neyse, tam olarak ona dönmesini sağlıyor. Karantina sürecinde insanlar haklı olarak gelecekle ilgili çok fazla kaygıya düşüyor. Ama şunu da unutmamak gerek: Gelecekle ilgili ne kadar kaygılanırsak, şu anımız o kadar flulaşır. Nefes almaya çalıştıkça göğsümüz sıkışır ve nefes alamıyor gibi hissederiz. Sanırım bu konuda birçok kişi yoga ile beklediğinden, umduğundan fazla bir rahatlama yaşadı. Bu yüzden de herkes birbirine önerir oldu. Bir yandan da bu malum süreçte yoga ve egzersiz eğitmenlerinin değerinin daha çok anlaşıldığını düşünüyorum. Ne dersiniz? Evet, çünkü insanlar günlük yaşam koşturmacası içinde kendilerini sıkça unutabiliyor. Bunun sonucu olarak da kendileri ile ilgilenmiyorlar. İnsanın kendisiyle gerçek anlamda ilgilenmesi demek yüzüne ya da eline krem sürmesi demek değil. Bedenini sağlıklı tutması, nefesini tüm coşkusuyla alması, zihnini sağlıklı tutması demek! ; ​ Türk insanı maalesef çok özverili değil. Kendi sağlığı çoğu zaman arka planda kalıyor. Bunun refah seviyesiyle de alakası yok. Kendine verdiği değerle alakası var. Şimdi herkes kendisiyle kaldığına göre değer verilmesi gereken ilk şeyin, yani kendini yeniden keşfetme zamanı. Nefes yogada çok önemli. Virüs de aslında direkt nefese etki ediyor. Bu bağlantıyı düşünürsek, aslında bu süreçte insanların asıl odaklanması gereken şey nefesinin farkına varması olabilir mi? Doğdumuz ilk günden son güne kadar nefes alıyoruz. Nefes almadan ne kadar süre yaşayabileceğimizi veya nefes almakla ilgili bir sıkıntı çektiğimizde yaşamın kalitesinin nasıl düşebileceğini hatırlarsak, nefesin ne kadar büyük bir önemi olduğunu da hatırlarız. Akciğerler yogada ‘Anahata Çakra’ ile ilişkilidir. Bu da sevginin, hoşgörünün, birliğin, anlayışın, iyi insan olmanın dayandığı enerji alanıdır. Bu virüsün tüm dünyada açığa çıkardığı, bugünlerde yaşanılan ve konuşulan konular tam da bunlar değil mi? Diyelim ki sabah evde 20 dakika yoga yaptım. Ardından akşam bir daha yapsam? Beden için ‘overdose' mu? Yogada biz ‘Yorulana kadar pratik edebilirsin’ deriz. Bu kimisi için günde 1 saattir, kimisi için 5 saat. 20 dakika ciddi hastalıkları olmayan biri için çok çok kısa bir süre. Sağlıklı bir birey için ideal yoga pratiği 40 dakikanın üzerinde olmalı. Yoga kamplarımızda günde 4-5 saat fiziksel egzersiz yaptırıyoruz. İlk kez katılanlar bile bu tempoya ayak uydurabiliyor, çünkü yoga ciddi bir enerjiyi açığa çıkarıyor. Diğer egzersizlerden farklı olarak yoga pratikleri bittiğinde insan gün içerisinde enerjik oluyor. Sizin bu karantina sürecindeki duygu ikliminiz nasıl? Dahası, karantina sona erdiğinde kendinizde neleri değişmiş bulacağınızı düşünüyorsunuz? Benim hayatım hep karantinaydı :) 2008’den 2016’ya kadar sırasıyla Çin, Hindistan, Myanmar ve Tayland’da çeşitli manastırlarda kaldığım için internet, telefon hatta elektrik olmadan aylarımı sadece pratiklerle geçirdim. Tek bir kelime konuşmadan, aylarca sekiz metrekarelik odada yaşayarak, sadece pratik salonuna gidip geldiğim günleri düşünürsek bu karantina benim için fazlasıyla bilindik bir süreç. Her zaman yaptığım gibi aynı şekilde pratiklerle günümü geçiriyorum. Beni herhangi bir şekilde etkilediğini söyleyemem. Bu manastırlara herkesi kabul ediyorlar mı? Kapıları herkese açık. Ama bir kısmı mülakat tadında bir görüşme yapıyor gittiğinizde. Bunun sonucunda ne kadar süre kalabileceğinize karar veriyorlar. Yoga canlı yayınlarında dikkatimi çeken şeylerden biri de şu oldu: Nefis taytlarınız! Nereden aldınız onları? Ve bir de uzun tırnaklarınız. O tırnaklarla yoga yapmak zor değil mi? Taytlarımı yabancı markalar hediye olarak gönderiyor. Hepsi de gerçekten birbirinden güzel. Renkli şeyler giymek pratik yaparken keyifli oluyor. Tırnaklarım uzun olduğu kadar sağlam :) Ama kırılmamalarının tek sebebi sağlamlıkları değil tabii ki, beden kontrolümün ve farkındalığımın çok iyi olması. Ellerimi ve parmaklarımı çok iyi kullandığım için herhangi bir zorluk teşkil etmiyor. Hatta benim için bir ‘challenge’ bile diyemem :) Instagram ve Youtube canlı yayınlarında yapmayı düşündüğünüz yenilikler var mı? Şu an canlı yayınlarda içinde bulunduğumuz döneme iyi gelecek en temel konular üzerinde pratikler yapıyoruz. Süreçle birlikte bazı yenilikler olacak. Özellikle çok meditasyon yaptırmamaya özen gösteriyorum, çünkü süreç çoğu kişide zaten bir iç çatışma ortaya çıkarıyor. ​ O yüzden daha somut bir alan olan bedende ve nefeste yoğunlaşıyoruz. Normal hayata döndüğümüzde YogaKioo Cadde ve Beylikdüzü şubelerinde düzenli dersler vermeye devam edeceğim. Bunun dışında eğitimlerimiz başka birçok şehirde de kısa ve uzun soluklu gerçekleşiyor. Hepsi yogakiooturkiye.com adresinden güncel olarak takip edilebilir. ​ YOGAYA NASIL BAŞLADI? Yogaya küçük yaşlarda dövüş sporlarıyla ilgilenirken esnemek amacıyla başladım. Lakin yıllar içinde yaptığım pratiklerle yoganın bundan fazlası olduğunu anlamamla birlikte üniversite yıllarında yoga hayatımda başka bir şekilde yer aldı. Benim bulunduğum pratik seviyesine gelmek büyük bir emek ve vakit istiyor. ​ Önceliğinizin tam anlamıyla pratik olması gerekiyor. Genç yaşlarda yoga pratiklerini uyguladıkça kendimi “evde” gibi hissediyordum. Hani bazı şeyler vardır ya, yaptığınızda yaşamı iliklerinize kadar hissedersiniz ve kaderinizi gerçekleştiriyor olduğunuza dair zerre şüphe duymazsınız. İşte yoga yolculuğu da benim için böyleydi. ​ Bu yolda atmam gereken tüm adımları geleceğe karşı zerre endişe duymadan attım. Bunları yaparken de amacım yoga eğitmeni olmak değildi. Bir gün manastırdan döndükten sonra bendeki değişimi görenler “O kadar gittin öğrendin, hadi bizlere de öğret” dedi. Derken bir anda kendimi bir sürü kişiye ders verirken buldum. İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • INSAN-2

    Mayıs 2020 | İnsan | Türkiye En yeni seksi şef: Karpat Deviren Yazı | Onur Baştürk A slında şehir plancısı. Ama “Sultans Of The Dance” gösterisinin en parlak dönemlerine denk gelmiş sıkı bir modern dans kariyeri de var. Sonrası çorap söküğü: Danstan hemen sonra MSA’da alınan atölye eğitimleri, Bodrum’a taşınıp “Tatlıcı” adlı profiterol dükkânı açma ve Casa dell’Arte Oteli’nin sahiplerinden Ahu Serter’le tanıştıktan sonra bu kez otelciliğe doğru evrilen yeni bir kariyer daha… Karpat Deviren gibi insanlara bayılıyorum! Hayatı sadece tek bir çizgide yaşamayan, yetenekleri doğrultusunda kendine yeni alanlar yaratabilen ve hikâyesini farklı deneyimlerle daha da ileriye götürmeyi başaran… Karpat’ı en son bıraktığımda Emre Çelik’le beraber Bodrum ve Lizbon’daki Casa dell’Arte Otelleri’nin işletmesinden sorumluydu. Mutfağa bu denli ilgisi olduğunu ise karantina döneminde, “Karpat Mutfakta” adlı instagram hesabından öğrendim. Ve şimdiden kendisine “en seksi şef” kategorisinde ödülünü verdim bile! Gerisi onun ağzından… NEDEN SADECE TEK BİR İŞ YAPALIM Kİ? Modern dans, Bodrum'da profiterol dükkânı, sonra Casa dell’Arte Oteli. Ve şimdi mutfağa geri dönüş… Kariyerin artık buradan mı ilerleyecek? Aslında mutfaktan hiç çıkmadım. Kendimi bildim bileli bir şekilde mutfaktayım ve orada olmaktan keyif alıyorum. Emre (Çelik) ile birlikte başladığımız Bodrum maceramız beşinci yılında. Sevdiği şeyleri yapan, yaptığı şeyleri seven adamlarız. Bunu insanlarla paylaşmak ve tepkileri izlemek çok keyifli. Profesyonel olarak dansettiğim yıllarda da böyleydi. Şimdilerde yemek yaparken de aynı mutluluk ve heyecanı yaşıyorum. Hedeflerim ve istediklerime bakarak; kariyerimin tek bir çizgide değil, iç içe geçmiş, kesişen çizgiler ağında ilerleyeceğini biliyorum artık. Neden sadece bir işi, bir yerde yapalım ki? Bodrum ve Lizbon’da Casa dell’Arte otellerini işletmek, Florida’ya gidip Casa Hermanas’ın restoran kurulumuna katılmak, Bodrum’da Tatlıcı Bodrum’un ortağı olup aynı zamanda “Karpat Mutfakta” projesini yürütmek… Belki deli işi, ama deniyoruz. Daha yolda sürprizler de var! KAHVALTI CÖMERT, ÖĞLE SAATİ ÇÖZÜM ODAKLI Herkes karantina sürecinde şef yanını daha çok keşfetti. Kimi ekmek yapmaya doyamadı kimi de sağlıklı yemek yapmaya. Sen en çok hangi yemekleri yaptın? Daha doğrusu senin mutfak tarzın ne? İnsanın kendi kendini besleyebilmesi aslında çok temel bir yeti. Birçok insan hayat temposunda vakit bulamadığı için bu yönüyle bu dönem tanıştı. Yarın yine yapmayacak belki ama, en azından bu sektörde olana, yemek yapana saygısı ve takdirinde bir değişim olacak. Benim mutfak tarzım; iyi planlanmış haftalık bir alışveriş ve onun düzenli menüsüyle “Elde ne malzeme var, bununla ne yapabilirim?” arasında gidip geliyor! Tembel bir adam değilim ama evden çıkmadan, elimdeki malzeme ile ne yapabilirim diye diye reçeteler gelişti:) ​ Bu süreçte kahvaltıda cömert, öğle saatinde çözüm odaklı, akşam ise “Aman fazla ağır olmasın” eğilimli yemeklere gittim. Çekimler için yapılan ekmekler, hamur işleri ve tatlıların karşılığı ise her gün bir saat spor! Mutfakta saatlerce vakit geçirebilir misin? Mesela kaç tane yemek yapabilirsin arka arkaya? Bu sorunun yanıtını psikopat gibi algılanmadan nasıl verebilirim?:) Mutfakta yemek yapmak terapi gibi. Kendimi kaybediyorum bazen. Ödümü patlatmak istersen ben yemek yaparken gelip, “Naber?” demen yeterli. Hoplarım muhtemelen! Dalıp gidiyorum mutfakta. Öyle bir rekor denemesi yapmadım, ama bir girişte 3-4 zeytinyağlı ve ana yemek yapıp çıkarım genelde. ZORLAYINCA FELAKETİN ÖLÇEĞİ BÜYÜYOR Mutfakta hiç sıkıldığın olmadı mı? Oldu elbette. Çok iyi fikir gibi gelen denemelerin hüsranla sonuçlananları can sıkıyor. Uğraşıp duruyorsun ve sonu bulamaçla biten bir deneme moralini bozuyor insanın. Bir de çok az olsa bile, “Bugün mutfakta olmamalıyım” dediğim zamanlar var. İnat etmeyip çıkıp bir yürümeyi, üstümden o enerjiyi atıp geri dönmeyi öğrendim. Zorlayınca felaketin ölçeği büyüyor! Sanırım hayatın her noktasında bu böyle. Bazen, “Hayır şimdi değil” diyebilmek lazım. EĞER TAT REFERANSIM YOKSA… Senin bile zorlandığın bir yemek söyle bize? Sadece bir tane değil de şöyle anlatayım: Daha önce yemediğim bir yemek benim için hazırlaması en zor yemek! Tarifi birebir dahi uygulasam bende bir tat referansı olan bir yemek değilse kafamda hep bir soru oluyor: Bundan daha lezzetlisi nasıl olurdu? Başak burcuna huzur yok yani! İlla bir tane dersen, bir yılbaşı Beef Wellington yaptım arkadaşlarıma. Hâlâ dışı nasıl daha gevrek, içi nasıl daha sulu olurdu diyorum:)) Peki her gün olsa yerim dediğin bir yemek? Hiç düşünmeden: Yoğurtlu, etli yaprak sarma. Yurtdışında çok vakit geçirmekle de ilgisi var sanırım. Gittiğimde hem yoğurt özlerim hem de etli sarma! Ne zaman uzun bir yurtdışı turnesi ya da seyahatinden gelsem, annemleri ziyaretimde beni bekler. Anneminki bir başka oluyor... ​ HECHA İÇİN YAPTIĞIMIZ EKMEK VİDEOSU REKOR KIRDI Hecha Türkiye hesabıyla da ortak çalışman var. Neden Hecha? Mutfakta, taze ve kaliteli ürün kadar kullandığın ekipman da çıkardığın yemeğin kalitesini ve aldığın zevki belirliyor. Keskin bir bıçak, ısıyı iyi ileten bir tencere ve tava. Hecha döküm tencere ve tavalar bence bu alanda Türkiye’de üretilen en kaliteli ürünler. Üstelik iyi bakıldıklarında yıllarca kullanılabiliyor. Neden Hecha ile ortak çalışma yaptık sorusuna gelince… Emre ile beraber, işletmesini yaptığımız Casa dell’Arte otellerinin sahiplerinden Ahu Serter, aynı zamanda Hecha markasının da sahibi. Karantina döneminde evde yaptığım yemeklerin tariflerini paylaşmaya başladım. Ahu bunları görünce “Hecha IGTV için de bir video çeker misiniz?” dedi. Hecha döküm tencerede, yoğurmadan ve yorulmadan yapılan bir ekmek videosu çekip paylaştık. Video neredeyse 100 bin görüntülenmeye ulaşıp rekor kırınca “Başka neler yapabiliriz?” dedik. Emre ile çekimlere devam ediyoruz. Birlikte bir ‘Hecha Elçi’liği üzerine çalışıyoruz. Mutfakta olmaktan keyif alan, gusto sahibi ve Hecha ürünleri ile yaptıklarını paylaşmayı sevenlerin buluşacağı bir platform hayalimiz var… Fotoğraflar: 1. Karpat Deviren’in mutfağından. 2. Hecha döküm tava ve tencere 3. Alinea şefi Grant Achatz 4. Tablo gibi pastalarıyla ünlü Julie Jones. Hangi şefleri takip ediyorsun? Kimlerden ilham alıyorsun? Ülkemizde müthiş işler yapan şefler var. Hepsini hayranlıkla izliyorum. Dünyadan bana ilham verenler isimler ise şöyle: 1. Alinea şefi Grant Achatz. Her yönüyle başlı başına ilham kaynağı benim için. 2. French Laundry’nin şefi Thomas Keller bir ekol. 3. Karim Bourgi. Patisserie konusunda beğendiğim bir şef. 4. Amaury Guichon. Kendisi son çikolata bükücü! 5. Julie Jones. Resim gibi turtalarını izlemekten çok keyif alıyorum. 6. Tortik Annushka School ekibinin dünyanın en havalı kek ve pastalarını yaptıklarını düşünüyorum. Sağlıklı yemek tutkunu olanlar için kolay hazırlanacak bir tarif versen? Wok’ta sebzeli makarna tarifi verebilirim. Sıcak suyu kaynatıp tam buğday penneyi ekliyoruz. Pişme süresi 8-9 dakika. Kızgın bir wok tavada 1 kaşık zeytinyağıyla önce ince doğranmış soğan, ardından 2 diş kıyılmış sarımsak, sonra istediğiniz doğranmış sebzeleri (sırasıyla havuç, kereviz, karnabahar, sonra daha yumuşak olan kabak, domates) birer kaşık su ilave ederek soteliyoruz. Wok ile yüksek ısıda pişirirken su ekleyince yağ koymaya gerek kalmıyor. Baharat ve sos olarak isteğe göre çok az soya sosu veya pekmez eklenebilir. Makarna al dente, yani dişe dokunur kıvama gelince süzüp wok’a ekliyoruz. Birkaç tur birlikte çeviriyoruz. Bu kadar. İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

bottom of page