top of page

602 items found for ""

  • INSAN-2

    February 2023 | People BEGÜM KHAN Yazı | Oktay Tutuş Fotoğraflar | Onur Baştürk B egüm Kıroğlu yaklaşık 10 yıl önce kurduğu markası Begüm Khan’la hepimizin gündelik hayattan tanıdığı varlıkları, objeleri kullanarak cesur, parıltılı ve alışılmadık takılar tasarlıyor. Markasını Çin'de kurup ilk önce oradan dünyaya açılan Begüm; imzası haline gelen kaplumbağalar, böcekler, sinekler ve gözleri takılarında kullanmaktan asla vazgeçmiyor. “Benim çalıştığım hayvanlar klasik güzellik anlayışına pek uymuyor” diyen Begüm Kıroğlu, şeffaf bir şekilde kapısını araladığı kendi evreninden parıltılı renklerle huzurunuzda… Sizi sadece kol düğmeleri tasarladığınız dönemden hatırlıyorum. Uzun zaman olmadı aslında... Evet, kol düğmeleriyle başladım. Markayı da dokuz yıl önce, 2012'de kurdum. O günden bugüne markanız nasıl gelişti? Organik bir şekilde! Aslına bakarsanız başlarda bir iş ya da ürün planım yoktu. O sıralar Çin’de, Shanghai’da yaşıyor ve çalışıyordum. Bütün mesele abime kol düğmesi aramamla çıktı. Bir türlü hayalimdeki gibi bir kol düğmesi bulamadım. Hayalimdeki kol düğmesi zamansız olmalıydı. Çünkü düğün hediyesi olacaktı ve 30-40 sene sonra bile takılabilecek bir şey istiyordum. Aynı zamanda çağdaş ve bugüne ait olmalıydı. Abime böyle bir arayış içinde olmam, fark etmeden bugünkü markamın DNA'sını da oluşturmuş aslında. Benim ürünlerime bakarsanız, 50 sene öncesinde de, bundan 50 sene sonrasında da ve bugün için de geçerli tasarımlar olduklarını görürsünüz. Şu anda markanız daha çok kadınlara yönelik bir ürün gamı sunuyor. Erkeklerden ve kol düğmeleri tasarlamaktan vazgeçmediniz değil mi? Hayır, vazgeçmedim. Kadınlar takılara daha ilgili. O nedenle kadın koleksiyonu tarafım daha organik olarak gelişip büyüdü. Tasarım anlayışınızda bir değişiklik yok değil mi? En çok ilhamı hâla doğadan alıyorsunuz? Değişmedi. Ama kol düğmelerinden bugünkü markamın kimliğini oluşturmuşum. O zaman kaplumbağalar, böcekler, sinekler, altın toplar ve gözler kullanıyordum kol düğmesi tasarımlarımda. Bunlardan vazgeçmedim. Markamın alametifarikası diyebilirim. İnsanlar ilk kez benden bir takı alacaklarsa hep bu imza ürünlere yöneliyorlar. Daha sonra başka tasarımlarıma geçiyorlar. DOĞAYA BAKIŞ AÇIM FARKLI Tasarımlarınız çoğu insanın ilhamı ilk aradığı yerden, yani doğadan ilham alıyorken, onları diğer tasarımlardan/tasarımcılardan farklı kılmayı nasıl başarıyorsunuz? Bu süreç başlı başına bir tasarımcı için çok zor olsa gerek, yanılıyor muyum? Her tasarımcının geçmişi, altyapısı ve duygusal durumu aynı değil. Her biri diğerinden farklı şekilde alıyor ilhamını. Dolayısıyla ayrışmak zor değil. Tabii ki aynı temayı çalışan tasarımcıların, mesela bu bir kelebek olabilir, işlerinde benzerlik elbette olacaktır. Bu kaçınılmaz. Ama dediğim gibi bu kelebeğin formundan fazla bir benzerlik olmaz. Çünkü benim doğaya bakış açım da farklı. Nasıl bakıyorsunuz doğaya? Benim çalıştığım hayvanlar klasik güzellik anlayışına pek uymuyor. Onlar beni daha çekiyor. Doğadan seçtiğim ilk şey bu hayvanlar ve böcekler oluyor. Benim için çok güzeller ve ben de bunun altını çizmeyi seviyorum. Biraz sizin dünyanızdan bahsedebilir miyiz? Nasıl bir dünyada yaşıyorsunuz? Aslında benim dünyam da böceklerin dünyası gibi diyebilirim. Böcekler narindir ve çoğu insan için kolayca öldürülebilir bir yapıları vardır. Bir yandan da çok güçlüdürler. Milyonlarca yıldır süregeldikleri için… Ben de böyle bir kontrasta sahibim. Bazen duygusal olduğum için çabuk kırılabiliyorum. Ancak bazen de sert kabuğumdan dolayı hiçbir şey işlemiyor! ÇİN’E DAİR ÖNGÖRÜMDE HAKLI ÇIKTIM Farklı şehirlerde yaşamak size ilham vermiş olmalı. Bulunduğunuz şehirlerin en çok neleri sizi etkiledi? Shanghai’da 6.5 yıl yaşadım. Markamı da orada başlattım. Tam da Çin'in çok gelişmeye başladığı zamanlardı. Yeniliğe ve girişimciliğe açık genç beyinlerle çevrilisiniz diye düşünün. Biz bütün girişimciler, sanatçılar, bankacılar hep beraberdik ve hepimiz iş kuruyorduk. Birbirimizi çok etkiledik. 10 yıl önce Çin'de aklınıza gelen hiçbir iş fikri saçma ya da tutmaz olarak düşünülmüyordu. Dahası, o işi yapmanız konusunda insanlar sizi destekliyordu. Bu beni çok etkilemişti. Ben çok küçük bir bütçeyle başladım. O açıdan da Çin'de olduğum için şanslıydım. Ürünlerimi İstanbul'da üretip Çin'de satmaya başladım. Sonra büyük zincir mağazalara satışlar derken, markam Asya'dan yayılmaya başladı. Seri üretimiyle meşhur bir yerde artistik zanaat ürünü tasarımlarımı satıyordum. Oysa herkes tam tersini yapar. Orada seri üretim yaptırıp buraya getirir. Ben aksini yaptım. Master tezim Çin'de lüks üzerineydi ve yakın gelecekte Çinliler’in milyonlarca üretilen şeyler yerine daha artistik olana yöneleceğini öngörebiliyordum. Haklı da çıktım. Sonuçta başarılı oldum. Sonrasında neden İstanbul? Bir şekilde işler büyüyünce üretimim burada olduğu için İstanbul'a döndüm. Önce Kanlıca'da minik bir ofisim oldu. Daha sonra butik olarak da kullandığımız Nişantaşı mağazamıza geçtik. Yaşadığınız her şehir için bir kelime söylemenizi istesem, ne derdiniz? Shanghai esrarengiz, Paris güzel, İstanbul sürprizli, Milano ise flörtöz! TASARIMCI DURDUĞU ZAMAN ÖLÜR Bu yıl oldukça fazla işle adınızı duyar olduk. Mandarin'deki Beymen ve de Maça Kızı için kapsül koleksiyon yaptınız. Guerlain için bir parfüm şişesi tasarladınız ve daha sonra Naked Heart Foundation yararına bu şişe açık artırmada satıldı. Bunlara baktığımızda kariyerinizin zirvesinde olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Bu soruyu beş yıl önce sorsaydınız, yine ismim çok duyuluyordu. Beş yıl sonra da çok duyulabilir. Ben her zaman daha iyisini yapmak için çalışıyorum. Ama markanızın daha az agresif olacağı bir olgunluk dönemi muhakkak olacaktır, değil mi? Bence markam oturdu. Tasarımcılar durduğu zaman ölür. Dünya hızla ilerleyip fikirler sürekli değişirken bizim durmamız olmaz. TAKLİTLER BENİ RAHATSIZ EDİYOR Bizim kültürümüzde aynı zamanda takılara yatırım gözüyle bakılır. Markalı takı almaktansa insanlar kendi ustalarına takı yaptırmayı tercih eder. Bu sizin işlerinizi etkileyen bir faktör mü? İlk andan itibaren markamızın takipçileri vardı ve bir kez alan bir daha almak için muhakkak geldi. Bahsettiğiniz bizim işlerimizi hiç etkilemedi, ancak şunu söyleyebilirim ki markamın taklidi çok yapılmaya başladı. Bu beni rahatsız ediyor. Hayatınızın marka dışındaki kısmı nasıl? Hayatım markam, ben ve ailem etrafında şekillenmiş olabilir. Ama tabii ki başka şeyler de yapmayı seviyorum. Spor yapmayı çok seviyorum mesela. Eskiden antika mücevher koleksiyonu yapardım, şimdi bıraktım toplamayı. Çukurcuma ve bit pazarlarını çok gezerdim. Dekorasyonla ilgilenmeyi de çok seviyorum. Bu ofisten sonra bir tane daha ofis açmaya karar verdik. Nerede olacağını bilmiyorum, ama dekorasyonunun nasıl olacağına kafamda karar verdim bile.

  • INSAN-2

    Aralık 2020 | İnsan | Türkiye Under'30 Yazı | Onur Baştürk Lal Batman, Miro Gerede Erkaya, Buğra Büyükşimşek, Kutsal Engeç Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details

  • INSAN-2

    Aralık 2020 | İnsan | Türkiye REZZAN BENARDETE ile 13’Ün Sırrı Yazı | Onur Baştürk Fotoğraflar | Alican Yıldız D ışardan kendine baktığında, gördüğün Rezzan hoşuna gidiyor mu? Hiçbir zaman kendi yaptıklarımla yetinen ve mutlu olan biri olmadım. Hep daha fazlasını yapmak için çabalamak istedim. Kendimle ve yaptıklarımla mutluyum diyemem. Ama yaptığım işler beğenilince elbette mutlu oluyorum. Şu anki yaşına kadar olan hayatına on üzerinden kaç puan verirsin, neden? Hiçbir zaman 10 puan vermek istemem! Çünkü daha güzel şeyler yaşanacağına inanıyorum. Ama yaşanan her saniye için şükrediyorum. Acısı ve tatlısıyla 39 yıl geçirdim. 40 yaş şu an gözümde çok büyüyor. Ama bundan sonrasının da aynı şekilde temiz, saf ve daha heyacanlı geçmesini diliyorum. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - II Out of Stock View Details İNSAN | Kategorinin diğer yazıları Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı… Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu En yeni seksi şef: Karpat Deviren GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’ Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’ ‘Normal’ değiliz hiçbirimiz Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da Transhuman evrimine hazır mısınız ’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları Korona günlerinde “Arizona Dream” Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor Beden Oyunları Korona günlerinde Alaçatı Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım… Karantinada yalnız değilim, çünkü köpeğim Zeus var! Yalnız yaşama sanatı: Ohitorisama!

  • ART

    Haziran 2021 | Art | Türkiye Fiziksel CI’da dijital haller Yazı | Onur Baştürk C ontemporary İstanbul’a nihayet kavuştuk. “Nihayet” diyorum, çünkü aralık ayından bu yana pandemiyle üzerimize çöken belirsizlikten CI da nasibini almıştı. Önce dijital edisyon yapıldı, ardından fiziksel yapılacağı tarih defalarca ertelenmek zorunda kaldı. Dolayısıyla fiziksel fuara kavuşmak CI müdavimleri için şahane bir durum oldu. Bu nedenle ilk ön izleme gününde, yani açılır açılmaz, fuara gittiğimde durum şuydu: Bir buçuk yıl her şeyin dijital versiyonuna maruz kaldıktan sonra fiziksel bir sanat fuarında bulunmayı özlemişiz, ama sosyalleşmeyi de! Adım başı bir tanıdıkla karşılaşınca eserler kadar sosyalleşmek de haliyle vaktimi aldı. Peki Akbank ana sponsorluğunda yapılan fuar nasıldı? Elbette galeri sayısı önceki CI’lara göre daha az olduğu için (toplamda 26) tüm fuarı hızlıca gezip bitirebiliyordunuz. Yoğunluk üst kattaydı. Alt katta sadece dijital işlerin sergilendiği Plugin vardı. Galeri sayısının azlığı nedeniyle farklı ve şaşırtıcı işe rastlama olasılığı da düşüktü. Ama CI’ın şu dönemde yapılabiliyor olması bile bana kalırsa yeterliydi. Dahası, eylülde fuarın yeni edisyonu bekliyor bizi. Kısacası CI ekibi bu yıl sadece bu edisyonla yetinmeyip yenisi için de hemen çalışmaya başlayacak. ​ SERVER DEMİRTAŞ VE ÖZER TORAMAN KONUŞULDU ​ CI’ın en çok dikkat çeken işlerine gelince… Eserlerinde insan ve makine arasındaki ilişkiyi irdeleyen, Deleuze ve Guattari gibi filozoflardan beslenen, kinetik heykelleriyle tanıyıp sevdiğimiz Server Demirtaş’ın “Angel Boy” ve “Çığlık-2” adlı işleri her zamanki gibi etkileyiciydi. ​ Özer Toraman’ın iki tablosu birden ilgi gördü. Hatta daha fuarın ilk dakikalarında bir tanesi satıldı. İki erkek figürün sergilendiği eserde ayrıca gözüm kaldı. Fiyatını sordum, 50 bin lira denildi. Satış fiyatı olarak euro’dan vazgeçildiğini görmek mutluluk vericiydi. ​ Berkay Buğdan’ın heykeli, resimlerindeki lirik duyguyla karışık soyut anlatımını sevdiğim Erdinç Babat’ın son eserleri ve tabii Onur Mansız’ın hiperrealist tabloları CI’da dikkatimi çeken işler arasındaydı. Sinan Demirtaş, Leyla Emadi, Başak Tugay ve Alpin Arda Bağcık’ın işlerini de unutmayalım tabii… ​ MARIO KLINGEMANN BİR TUTAM HAYAL KIRIKLIĞI ​ Dijital işlerin yer aldığı Plugin’de ise yapay zeka işleriyle meşhur Mario Klingemann’ın eserine bakarken doğrusu biraz hayal kırıklığına uğradım. Belki de sanatçının çok ses getirmiş işi “Memories of Passersby I” daha etkileyici ve zekice olduğu için… Plugin’e gelen “Hyperdimensional Attractions: Sirius A” beni o kadar etkilemedi. Buna karşılık Hakan Sorar ve Ahmet Rüstem Ekici’nin Artivive aplikasyonuyla görüntülenebilen zekice dijital işlerini sevdim. Bu işlerden daha fazla olsa diye iç geçirdim. FERİDE İKİZ’İN KOLEKSİYONUNDA PAK DA VAR Koleksiyoner Feride İkiz’in kripto sanat dünyasının tanınmış sanatçılarının yer aldığı NFT koleksiyonu ise “Crash” adı altında House of Brothers Lounge’da sergileniyordu. Piksel Yeni Medya Programı’ndan Hande Şekerciler ve Arda Yalkın kürasyonunda yapılan Crash’te, eserleri en son Sotheby’s’de de satışa çıkmış Türk sanatçı Pak’ın da bir işi yer alıyordu. Pak’ın işini bilgisayar ekranından sonra bir fuarda görmek heyecan vericiydi. Ama benim bu koleksiyonda en çok sevdiğim iş, sanatçı kolektifi AES+F’in reenkarnasyon temalı işi oldu. Öyle ki, bu fütüristik videonun başından uzun süre ayrılamadım.

  • ART

    Şubat 2022 | Art | Danimarka for english click here Boşlukta kaybolmaya davetlisiniz! Yazı | Oktay Tutuş L ight&Space olarak bilinen Amerikan sanat hareketi ilk kez Avrupa’da geniş kapsamlı bir sergiye konu oluyor. Aralık 2021’de açılan ve 4 eylüle kadar sürecek Kopenhag Contemporary kapsamında, yaklaşık beş bin metrekarelik alana yayılacak sergide zengin bir sanatçı kadrosunun işleri bir arada sunulacak. Aralarında Anish Kapoor'un da bulunduğu çağdaş sanatçıların yanı sıra James Turrell, Doug Wheeler, Helen Pashgian, Robert Irwin, Larry Bell, Bruce Nauman, Mary Corse, Olafur Eliasson ve Jeppe Hein’ın işleri sergide görülebilecek. LIGHT&SPACE’İN KISA TARİHİ Light&Space akımı özetle şu: Savaş sonrası Güney Kaliforniya ve Los Angeles'ta bu akımın sanatçıları teknolojik yeniliklerden üretilen birçok yeni endüstriyel malzemeyi denedi. Yeni sanatsal fırsatlar ve ifadeler ararken Kaliforniya'nın büyüyen havacılık endüstrisinin yanı sıra ışık, uzay ve diğer malzemelerle deneylerin yapıldığı California Üniversitesi'ndeki araştırmacılarla işbirliği yapmaya başladılar. Fiberglas, epoksi, kaplamalı cam, geleneksel resim ve heykel kategorilerini genişleten ve sanatı deneyimleme biçimimizi değiştiren yeni bir sanat tarzının önünü açarak zarif, yansıtıcı yüzeyler yarattılar. Savaş sonrası yıllarda kullanıma sunulan yeni malzemeler, uzay ve ışık araştırmalarını tetikledi. Buna karşılık, Light&Space sanatçıları sanatta nesne ve anlama odaklanmaktan sanat ve mekanın bedenle nasıl deneyimlendiğine dair bir farkındalığa doğru radikal bir değişime çeşitli şekillerde katkıda bulundu. Bu değişim o zamandan beri birçok sanatçı ve mimarı etkiledi. You are invited to get lost in the void! Words | Oktay Tutuş T he American art movement known as Light&Space is the subject of a wide-ranging exhibition in Europe for the first time. As part of the Copenhagen Contemporary, which opened in December 2021 and will last until September 4, the exhibition, which will spread over an area of approximately five thousand square meters, will present the works of a wealthy artist team. In addition to contemporary artists including Anish Kapoor, works by James Turrell, Doug Wheeler, Helen Pashgian, Robert Irwin, Larry Bell, Bruce Nauman, Mary Corse, Olafur Eliasson and Jeppe Hein can be seen in the exhibition. In summary, the Light&Space movement is this: In post-war Southern California and Los Angeles, the artists of this movement tried many new industrial materials produced from technological innovations. In search of new artistic opportunities and expressions, they began collaborating with researchers at the University of California, where experiments with light, space and other materials are being conducted, as well as California's growing aerospace industry. Fiberglass, epoxy, coated glass, they created elegant, reflective surfaces, paving the way for a new art style that expanded the traditional categories of painting and sculpture and changed the way we experience art. Çapa 8

  • ART

    Eylül 2020 | Art | Türkiye click for english İçinden Matisse ve Warhol geçen minyatürler Yazı | Onur Baştürk Ö nce Mamut Art Project’te, daha sonra da 2017 yılında Londra’daki Saatchi Galeri’de sergilenen ”Mitoloji” serisinde minyatür sanatını Starbucks kahve bardaklarına taşımıştı. Taner Ceylan’ın küratörlüğünü yaptığı “Olimpos / Portreler-1” sergisinde ise şeffaf kağıt üzerine tamamı 24 K. gerçek altınla yapılmış “Otoportre” isimli çalışmasıyla dikkatleri çekmişti. Onu kısaca “minyatürü güncel hale getiren sanatçı” diye tanımlayabilirim. Onur Hastürk’ten bahsediyorum. Şu anda Anna Laudel Düsseldorf’ta açılan ve ekim ayı sonuna kadar sürecek “Asimilasyon” sergisiyle gündemde. Serginin ana damarı Matisse ve Warhol. Onları buluşturan ise minyatür. İşte Onur Hastürk’ün kendine has dünyası… “Asimilasyon” sergisinde minyatürün dünyasıyla Henri Matisse ve Andy Warhol'un dünyasını kesiştirmek nereden aklınıza geldi? Farklı dünyaları buluşturmaktan alınan haz mı yoksa yurtdışına yönelik bir hamle mi bu? Uzun süredir Doğu-Batı, geleneksel-güncel, geçmiş ve günümüz arasında bağ kurmaya çalışıyorum. Üretim süreçleri öncesinde de yoğun okuma ve araştırmalar yapmaktayım. Böyle bir esnada Goethe Enstitüsü’nde düzenlenen “Modern Sanatta İslam Estetiği” başlıklı sempozyumun 2005 Aralık tarihinde yayımlanan bildiriler kitabında Henri Matisse’in 1910 yılında Münih’te, Ernst Kühnel tarafından düzenlenen “İslam Sanatının Şaheserleri” sergisini ziyaretinin ardından söylediği şu sözler sergimin çıkış noktasını oluşturdu: “Doğu minyatürleri benim için mümkün olan duyu algılamalarının bütün biçimlerinin farkına varmamı sağladı. Bu minyatürlerde kullanılan resim türü ile bu sanat büyük ve gerçekten kendine has bir alanı ifade ediyor. Bu da benim taklitçi resimden kurtulmama yardımcı oldu”. ​ Vay, bunu bilmiyordum… Öte yandan Matisse, özellikle 1910-1929 yılları arasında “Odalisque” (Türkçe kökenli “Odalık”) adını verdiği elli civarındaki yağlıboya resim çalışmasıyla beni kendine çeken sanatçıların başında oldu. Doğu sanatından feyz alarak, batıda yeni bir dönem açan ve zihnimde kıvılcımlar çakmasına sebep olan Matisse’in bu resimleri bende kendi kültür ve geleneklerimin etkileşimiyle birlikte yeniden asimile etme arzusu oluşturdu. ​ BİZİ BİRBİRİNE BAĞLAYAN GÖRÜNMEZ BAĞ Peki Warhol? Warhol’un “A Gold Book” kitabı ve serisinde yer alan kağıt üzerine altın kaplama olarak yaptığı çizimlerde farklı desenleri (kadın ayakkabıları, feminen oğlanlar, davetkar figürler vb.) beni inanılmaz etkilemiştir. “Altın”ın yüzyıllar içinde sanat malzemesi olarak kullanımı ve sanattaki çok katmanlı ilişkisi benim için hep ilgi çekici oldu. Andy Warhol’un eserlerimdeki ilk yansıması ise katılımcısı olduğum ve güncel sanatta görünür olmamı sağlayan 2016 Mamut Art Project’te, Starbucks kâğıt bardakları üzerine klasik minyatür eserleri yorumladığım “One More Coffee” serisiyle başladı. ​ Böylece batı sanatının parlayan yıldızları Matisse ve Warhol’la farklı zamanlarda da olsak, bizi birbirine bağlayan görünmez bir bağın olduğunu farkettim. Aslında her şey oradaydı, karşımda beni bekliyordu. Geriye sadece şimdiki zamanda bir minyatür sanatçısının gözünden bunun nasıl görüldüğünü göstermek kalmıştı. Dolayısıyla 110 yılın ardından (mekansal bir referansla), Matisse eserlerinin klasik minyatür üslubunda yeniden yorumlandığı bu sergiyi, ilk olarak Almanya / Anna Laudel Düsseldorf Galeri’de izleyiciyle buluşturma fikri ortaya çıkmış oldu. HEP KABINA SIĞMAYAN BİR ADAM OLDUM Minyatür gerçekten her alana uyarlanabilir mi? Sınırları var mı? Ne kadar özgür olunabilir minyatürde? Ana sanat dalım Tezhip ve Minyatür ama eğitimim boyunca fakültedeki diğer tüm geleneksel ve plastik sanatların üretim disiplinlerine de ilgim oldu. Hocalarımız bize eğitim yıllarında gelenekselin bir oda olduğunu ve bu odanın içinde istediğimizi yapabileceğimizi söylediler. Ama ben hep kabına sığmayan bir adam oldum. O odaya pencereler çizdim gökyüzünü görebilmek için, kapılar çizdim başka odalara geçebilmek için, fırça benim elimdeydi ve sınır yalnızca kendimdim… Yüksek lisansımı Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’ndeki “Suver-ul Kevakib” adlı 15. yüzyıla ait bir astronomi kitabının analizi üzerine yazarken, tezimi bitirmeme yakın Mamut Art Project‘e kabul edildim ve orada da Starbucks’ın kağıt bardaklarının üzerlerine saray nakkaşhanelerinde sultanlar için nakşedilen minyatürleri ve tezimde incelediğim burçların minyatür figürlerini yeniden yorumladım. MİNYATÜR BENİ SEÇTİ Peki en başta neden minyatürü seçmiştiniz? Açıkçası ben onu değil de, sanki o beni seçti. Varoluşu anlamaya ve kendimi tanımaya çalıştığım bu yolculuğumda sanatın bana yol göstermek için hep bambaşka ufuklar açtığını düşünürüm. Geleneksel sanat anlayışı; yeryüzü gibi görünen ve görünmeyen sınırlarla (coğrafi, siyasi, kültürel, inanç vb.) çevrili. Sanki bir simülasyon içindeymişiz gibi; karşımızda figürler, desenler var ama gölgeleri yok. Aslında iki boyutlu ama içinde sonsuzluğa açılan boyutlar saklı. Her zaman bir kuralı bir sınırı var, ama benim için bu sınırları kullanarak sınırsızlığa ulaşılacak bir akıl oyunu gibi… İçinde olduğunuz odadan başka odalara geçmenizi sağlayan kapılar açıyor zihninizde. Ben bazı kapıların eşiğinde durup sadece içeriyi izlerken bazılarından da içeri girip yeni ve farklı yaşamları keşfediyor ve bu yaşamları kendi hayatıma asimile ederek kendimi yeniden tanımlıyorum. Serginin adı “Asimilasyon”. Aslında negatif içeriği olan bir kavram. Yaptığınız sentez asimilasyona girer mi yoksa bu kavramdan kastınız başka bir durum mu? Sanat tarihçi Thadeus Jay Dare Dowad tarafından sergi kataloğuna yazılan bir yazıyı alıntılamak isterim: “İslam sanatı her zaman Roma ve Bizans’ın ve İslamiyet öncesindeki İran, Afrika, Güney Asya ve Çin’in sanat geleneklerini harmanlayan asimilatif bir varlık oldu. Doğu ve Batı sanat kültürleri için bir pota olarak, İslam sanatı yüzyıllar boyunca İslami alanda yeni ve gelişmekte olan gelenekler oluşturmak için coğrafi olarak uzaklara yayılan stiller ve teknikleri özümsedi”. Bu bağlamda Asimilasyon; özümseme, benimseme anlamlarıyla bu sergide yer alıyor. Farklı kültürlerin aynı sanat üzerinde ilişki kurduğu bir anlayışa dönüşüyor. ​ MİNYATÜR VE ÇIPLAKLIK Minyatür ve çıplaklık meselesi de kafamı kurcalıyor. Seks pozisyonları bile rahatlıkla yer alabilmiş bildiğim kadarıyla minyatürlerde. Sizce minyatürün bu anlamda tavrı nedir? Osmanlı ve İslam sanatı kelimeleriyle yan yana gelince haliyle kafada kalıplar oluşuyor çünkü. Ne dersiniz? Minyatür, Türkler’in İslamiyeti kabul edişinin yüzyıllar öncesine konumlanan bir kronolojide yer alması itibariyle İslam öncesi bir süreçten günümüze geliyor. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan Enderunlu Fazıl’ın minyatürlü “Hubanname” (erkek güzelliğiyle ilgili) ve “Zenanname” (kadın güzelliğiyle ilgili) yazmalarındaki kimi kadınların göğüsleri tam açıktır. Bunlarla beraber hamamda yıkanan çıplaklar, üryan ya da uçkuru çözülmüş uzanan oğlanlar, göğüs dekolteli kadınlar, hatta seks sahnelerinin olduğu minyatürler de gösterilmiştir. Bunun gibi çıplak kadınlarla ya da oğlanlarla ilgili daha pek çok örnek vardır. Dolayısıyla günlük yaşamın doğal bir parçası olan cinselliğin Osmanlı nakkaşları tarafından da en naif şekillerde resmedildiği görülmektedir.

  • ART

    Kasım 2021 | Art | Çin Hong Kong’taki iddialı müze: M+ Yazı | Alp Tekin H erzog & de Meuron tarafından mimarlık stüdyosu Farrells işbirliğiyle yapılan Hong Kong’un yeni müzesi M+ iddialı bir söylemle açıldı: Uzakdoğu’nu ilk global modern görsel kültür müzesi olmak. Victoria Limanı kıyısında yer alan M+ binası, 66 metre yüksekliğindeki bir LED’le kaplı olmasıyla dikkat çekiyor. Hong Kong’un ticari reklam panolarına yaratıcı bir yanıt sunmayı amaçlayan bu ekranda sanat eserleri sergilenmesi amaçlanıyor. DEV FİGÜR TARLASI Yeni müzenin açılış sergileri arasında en ilgi çekici olan ise Antony Gormley’nin “Asian Field” adlı işi. 2003 yılına ait bu yerleştirme için İngiliz sanatçı Antony Gormley, Çin’in Xiangshan köyüne gidiyor ve köyde yaşayan her yaştan yaklaşık 300 kişiyi beş gün boyunca 200 bin kil heykelcik yapmaya davet ediyor. Gormley köylülere heykelciklerle ilgili sadece üç basit talimat veriyor: 1. Her bir heykelcik el boyutunda olmalı. 2. Ayakta durabilmeli. 3. İki göze sahip olmalı. Bu üç talimat dışında Gormley köylüleri doğaçlama yapma konusunda özgür bırakıyor. Sonuç? İnanılmaz bir figür denizi ortaya çıkıyor. Bir yerleştirme olarak sunulan “Asian Field”, aslında Gormley'nin 1989'da başlattığı Field serisine ait. Field'ın diğer versiyonları Avustralya, Kuzey ve Güney Amerika, Birleşik Krallık ve Avrupa'da üretildi. Serinin açık ara en büyük ve en iddialı çalışması olan “Asian Field” ise Çin'in geniş topraklarını ve kalabalık nüfusunu yansıtıyor.

  • ART

    November 2023 | Art & Culture | Vol 11 THIS MAZE is not for GETTING LOST, to FIND YOURSELF words Mert Çam F aena Art’ın bu yılki Miami Art Week’te sergileyeceği en dikkat çekici enstalasyon sanatçı, tasarımcı ve aktivist Sebastian Errazuriz’e ait “MAZE: Journey Through the Algorithmic Self”. Midjourney ve DALLE2 kullanılarak tasarlanacak bu labirent enstalasyonu Faena Plajı’na kurulacak. Kumla kaplı labirent, hem ziyaretçileri karmaşık yolları keşfetmeye davet edecek hem de labirentin merkezinde yer alan yansıtıcı bir monolitte birleştirecek. ​ “Yapay zekânın sanata olan erişimi demokratikleştireceğine ve herkesin bir profesyonel gibi ustalıkla yara tmasına olanak tanıyacağına inanıyorum” ​ Miami Art Week’te Faena Art’la iş birliği kapsamında sergilenecek The Maze’i yaratırken en büyük ilham kaynağınız neydi? ​ Yaratıcı topluluğa ve sanatsal gelişime verdiği destek için Faena’ya sonsuz müteşekkirim. Kaybolmak için değil, kendimizi bulmamız için tasarlanmış ilk labirenti sunmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Tamamen karmaşık kör noktalarla dolu olan labirentlerin aksine, bu labirent neredeyse herkese açık bir meydan görevi gören büyük bir merkeze sahip. Böylece insanlar günlük rutinlerinden kaçıp labirentte yürüyebilir, huzur arayabilecekleri ve kitap okuyabilecekleri bir yer bulabilir. Sanatınızın ardındaki felsefe nedir? İnsanların, onlara miras kalmış ama onlardan önce başkalarının yarattığı gerçekliği, devam etmesi gerekmeyen geçici bir yapı olarak görmelerini sağlayacak işler yaratmaya çalışıyorum. Kültürümüzün klasik ikonlarında küçük değişiklikler yaparak onları yıkıp anlamlarını dönüştürüyorum. İzleyiciye bir ayna tutuyor ve onları gündelik, sıradan olana yeniden bakmaya davet ediyorum. Hayal ettikleri her türlü yeni gerçekliği ve geleceği kendileri için yaratmaya teşvik etmek için… Teknolojiyi kullanarak dijital sanat ve daha fazlası üzerinde çalışıyorsunuz. Bu sanat tarzının insan dokunuşundan yoksun olduğunu hiç düşündünüz mü? Gelecekteki sanatçıların yapay zekâdan yüzde 100 arınmış fikirler geliştirebilmek için zihinlerini eğitmeleri hayati önem taşıyacak, buna inanıyorum. Yapay zekâ fikirlerimizi hayata geçirmemize yardımcı olacak bir araç olmalı. Ancak şimdiye kadar yapay zekâ sadece önceki çalışmaların bir tekrarını oluşturdu. Gerçek anlamda orijinal bir yenilik mümkün değil. Yaratıcılar olarak, teknoloji izin verdiği sürece içimizdeki derinliklere inmek ve daha önce kimsenin yaratmadığı orijinal kalıp ve kombinasyonları bulmaya çalışmak bizim elimizde. ​ Dijitalleşmiş sanat ya da dijital olarak tasarlanmış sanatın avantajları neler? ​ Doğal olarak zaman, hız ve çıktı çeşitliliği açısından verimlilik. ​ Bir keresinde yapay zekânın birçok sektörü ele geçirmesi konusunda insanları uyardığınızı söylemiştiniz. Bunun neden bir tehlike olabileceğini düşünüyorsunuz? ​ Yapay zekânın temel tehlikesi ve toplum üzerindeki etkisi, insan gelişiminin her yönünün yeniden yapılandırılmasında değil. Önemli olan bu gelişmelerin gerçekleşme hızı. İnsanlık zamanla büyük değişimlere uyum sağlamayı öğrendi, ancak yapay zekânın toplumu etkileyeceği hıza hiçbir zaman hazırlıklı olmadık. Kısa ya da orta vadedeki endişem, yapay zekâ mesleklerin yerini almaya başladığında insanların geçimini nasıl sağlayacağı ya da kimliklerini yeniden nasıl inşa edeceği… ​ Peki insanlık teknolojinin tehlikelerinden nasıl korunabilir? ​ En önemli araç öncelikle eğitim. Toplum yapay zekânın risklerini, potansiyel tehditlerini ve etkilerini ne kadar hızlı anlarsa, biz de onun önemini o kadar çabuk anlayabiliriz ve bizi değişimden kısmen korumaya yardımcı olabilecek düzenlemeler üretecek kitle kaynak çözümleri için çalışabiliriz. T he most striking installation that Faena Art will exhibit at this year’s Miami Art Week is “MAZE: Journey Through the Algorithmic Self” by artist, designer and activist Sebastian Errazuriz. This labyrinth installation, designed using Midjourney and DALLE2, will be installed on Faena Beach. The sand-covered maze will both invite visitors to explore complex paths and unite them in a reflective monolith at the center of the maze. The sand-covered maze will invite visitors to explore complex paths and gatherings will be held in the open area at the center of the maze. ​ “I believe that artificial intelligence will democratize access to the expression of art, allowing anyone, and everyone, to suddenly create with the apparent mastery skills of a professional” ​ What was your biggest inspiration when creating The Maze, which will be exhibited at Miami Art Week as part of a collaboration with Faena Art? ​ I am extremely thankful to Faena for the long-extended support to the creative community and artistic development. I am very pleased to present the first maze designed for us to find ourselves, not to get lost. Unlike mazes, which are completely full of complex blind spots, this maze has a large center that serves as a square open to almost everyone. This way, people can escape from their daily routines and walk through the maze, find a place where they can seek peace and read books. ​ What is the philosophy behind your art? ​ I am trying to create works that will allow people to see the reality that has been inherited by them, but created by others before them, as a temporary structure that does not need to continue. By making small changes to the pre-existing classic icons of our culture, I break them down and transform their meaning. I hold up a mirror to the audience and invite them to look again at the everyday, the ordinary. ​ You are working on digital art and more using technology. Have you ever thought that this art style lacks the human touch? ​ It will be vital for future artists to train their minds to be able to develop ideas that are one hundred percent free from artificial intelligence, I believe that. Artificial intelligence should be a tool to help us bring our ideas to life. But until now, artificial intelligence has only created a repeat of previous studies. A truly original innovation is not possible. As creators, it is up to us to delve into the depths of ourselves, as long as technology allows, and try to find original patterns and combinations that no one has created before. ​ What are the advantages of digitized art or digitally designed art? Naturally, efficiency in terms of time, speed, and variety of output. ​ You once said that you warned people about artificial intelligence taking over many industries. Why do you think this could be a danger? ​ The main danger of artificial intelligence and its impact on society is not in the restructuring of every aspect of human development. What is important is the speed at which these developments take place. Humanity has lear ned to adapt to major changes over time, but we have never been prepared for the speed at which artificial intelligence will affect society. My concern in the short or medium term is how people will make a living or rebuild their identities when artificial intelligence starts to replace professions… ​ So how can humanity be protected from the dangers of technology? The most important tool is education first of all. The faster society understands the risks, potential threats and impacts of artificial intelligence, the sooner we can understand its importance and work for crowdsourcing solutions that will produce regulations that can partially protect us from change. for more Print VOL - XI FALL & WINTER 2023-24 Out of Stock Add to Cart

  • ART

    Nisan 2022 | Art | Türkiye Sürprizli bir ara fuar CI BLOOM Yazı | Onur Baştürk T ürkiye’nin önde gelen güncel sanat fuarı Contemporary İstanbul (CI), geçtiğimiz yılın eylül ayında ilk kez Tersane İstanbul’da düzenlenmişti. Hem Tersane İstanbul’un yeni bir mekan oluşu hem de uzun bir aradan sonra fiziksel bir fuara katılmanın kalabalıklarda yarattığı heyecan nedeniyle CI’ın 17. edisyonuna ilgi hayli büyük olmuştu. 23 GALERİ VAR Bu yıl yine eylül ayında gerçekleşecek CI öncesi yeni versiyon bir fuarla daha tanışacağız: CI Bloom. Mayısta Tersane İstanbul’da, Akbank ana sponsorluğunda yapılacak CI Bloom’da yabancı galeriler yok. Sadece 23 yerli galeri var. Onlar da seçici kurulun davetiyle belirlenmiş. Peki seçici kurulda kimler var? Sırasıyla şu isimler: Adnan Yerebakan (Sanatorium), Doğa Öktem ve Tankut Aykut (Oktem Aykut), Moiz Zilberman (Zilberman Gallery), Oktay Duran (Art On İstanbul), Suela Cennet (The Pill) ve Yeşim Turanlı (Pi Artworks). 23 galeri ise şöyle sıralanıyor: Ambidexter, Anna Laudel, Art On Istanbul, artSümer, Bozlu Art Project, Büro Sarıgedik, C.A.M. Galeri, Dirimart, Ferda Art Platform, Galeri 77, MERKÜR, Galeri Siyah Beyaz, Galerist, Martch Art Project, Öktem Aykut, Pg Art Gallery, Pi Artworks, Piramid Sanat, İstanbul, Sanatorium, The Pill, Vision Art Platform, x-ist, Zilberman Gallery. WU’DAN TOWNHOUSE’A 10 Mayısta ön izlemeyle başlayacak CI Bloom’un bir diğer sürprizi de yeme-içmeye oldukça geniş yer ayırması. Bu ara dönem fuarında yer alacak markalar şöyle sıralanıyor: Wu Bomonti, Momo, Cup of Joy, Markus Ribs, Sail Loft, Townhouse, Petra, Borsa, Parle ve Nappo Pizza. 15 mayısta sona erecek fuar nedeniyle Tersane İstanbul civarının bir kez daha yoğun bir şekilde hareketli olacağını söylemek pek kehanet olmasa gerek. Detaylı bilgi için: contemporaryistanbul.com ​ Biletler: mobilet.com

  • ART

    Kasım 2021 | Art | Türkiye SİBEL HORADA “Bu mahrumiyete gerek var mıydı?” Yazı | Burcu Dimili S ibel Horada’nın Versus Art Project’te açılan ve 11 aralık’a dek sürecek “Kesinti ve Akış” adlı sergisi; sanatçının bellek ve hafıza üzerine sorgulamalarından su üzerine ilişkilendirmelerine, kontamine ortamlarda eyler kalma yolları arayışından kent, arkeoloji ve kültür arası kurduğu diyaloğa uzanan pek çok düşünme ve üretme pratiğini bir araya getiriyor. MODERN MİMARİ MİRASINA SAVAŞ VAR GİBİ Çalışmalarınızda kentsel, arkeolojik ve ekolojik kültürler arasında ilişki kuruyorsunuz. Siz bu kültürlerden beslenirken nasıl bir yaklaşım benimsiyor, nelerden ilham alıyorsunuz? Genelde gündelik hayatın içindeki şeylerden ipuçlarını buluyorum. Kendime ve çevreme atfettiğim ihtiyaçlardan yola çıkıyorum. Bir yerde dönüştürmek istediğim bir enerji, yaklaşım varsa ona yoğunlaşıyorum. Bir durum, ruh hali ya da farkettiğim bir boşluğu anlamlandırıp şekillendirmek üzerine çalışmaya başlıyorum. Tarih, form, etimoloji ve etkileşim ara yüzleri gibi, pek çok detaydan beslenen bir anlatı çıkartmaya çalışıyorum. İstanbullular için Taksim her ne kadar sembolik bir öğe olsa da kimimizin hafızasında sadece geçmişteki güzelliğiyle yerini korumaya çabalıyor. Sergi, Taksim’in önemli figürlerinden AKM’nin yenilenmiş versiyonunun tartışıldığı bugünle tesadüfen güçlü bir diyalog kuruyor. Bu dönüşüm, yok edilme, yıkım üzerine yorumlarınız neler? Aslında sergide bir nostalji, geçmişe dair bir güzelleme yok. Eski AKM’nin çok önemli bir modern mimari eser örneği olarak sanatsal bir değeri vardı. Tescillenerek korunması gerekirdi. Ayrıca hayatlarımızdaki yeri çok değerliydi, bir işlevi vardı. O işlevden bir süre men edildik. Bugün tekrar açılması karşısında ilk sorum “Bu mahrumiyete gerek var mıydı?” oluyor. Bina on yıl evvel, çok daha düşük bir kamu bütçesiyle restore edilip açılmış olabilirdi. Ancak açılış konuşmalarını dinlediğinizde, modern mimari mirasına adeta savaş açılmış gibi bir ton var. Bu tehlikeli ve üzücü. Acaba yıkımların sonunun gelmemiş olabileceğine mi işaret ediyor? Umarım devam etmez, çünkü bu eserler bizim müşterek mirasımız. MECBUREN DENEYİMLEYECEĞİME SEVİNMİŞTİM Sergideki çalışmalar SAHA Studio’da misafir olduğunuz süreçte gerçekleştirdiğiniz “Suyun Taksimi, Taksim’in Suyu” adlı işinizden besleniyor. Sergiye de ilham olan bu çalışmanızdan ve üretim sürecinizden bahsedebilir misiniz? Ağustos 2019 - Şubat 2020 döneminde SAHA Studio’nun ilk konuklarındandım. Bu misafir sanatçı programında beni en çok heyecanlandıran şey Taksim Meydanı’na yakın olmaktı. Çünkü uzun süredir meydan ile ilgili çalışmayı istiyordum. O sırada Taksim yayalaştırma projesi tamamlanmış ve meydan bir beton denizine dönüşmüş, fakat süregelen inşaat şiddeti bitmemişti. Meydanı ‘’mecburen’’ her gün deneyimleyeceğime sevinmiştim. Mecburen diyorum, çünkü meydandan geçmemek için yolumuzu değiştirdiğimiz günlerdi. Taksim Meydanı memleketin en yüklü, sembolik mekânı. İlk etapta, yapacağım işe odaklanırken yoğun his ve uyaranları aynı anda deneyimlemek kolay değildi. Ta ki su metaforu üzerinden düşünmeye başlayıncaya dek. Taksim’in ismi, suyun bölünüp dağıtılma işlevinin yapıldığı taksim makseminden geliyor. Bu hayati kaynağın dağıtım müzakeresi son derece politik bir şey. Bunu, meydanın zaman içindeki dönüşümüne ve güncel politik yarılmanın sahnesi haline gelişine işaret eden bir metafor olarak düşündüm. Halen orada duran maksem’in sessizce işleyerek, kaynak dağıtım müzakerelerini bu meydandan yönetmeye devam ettiğini hayal ettim. Meydana akışlar üzerinden bakmanın hafifletici bir etkisi de oldu. Tabii akışlar üzerine düşünürken, kesintileri de fark ediyorsunuz. Bu noktada Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın bir meydan çeşmesi olarak tasarlandığını, fakat suyunun hiç bağlanmadığını hatırladım. Bunu on sene kadar evvel sanat tarihçisi bir dostumdan öğrendiğimde inanamamıştım. Yazılı kaynaklarda da yer alıyor bu bilgi ve o gözle baktığınızda iki dar cephesinde yalak ve lüleleri fark edebiliyorsunuz. Yalaklarda yağmur suyu birikiyor. Bu suyu nasıl anime ederim diye düşünürken, duran suda yapılan bir sanat olan ebruyu hatırladım. Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın yalaklarında ebru yapmayı istedim ve bu işi gerçekleştirdiğim mecra olarak da filmi kullandım. Saha Studio sonunda, bütün bu süreçten çıkan çalışmayı, “Suyun Taksimi, Taksim’in suyu” adlı bir kısa film haline getirdim. BİR ÇEŞİT ŞİFA ARAYIŞI “Ebruli Anıt’’ sergide karşımıza çıkan farklı disiplinlerden bir diğeri. Günlük gazetelerin üzerine yaptığınız ebrulardan oluşan eser, zamanı ölümsüzleştirirken farklı bir perspektiften ele alıyor. Ebru sanatının sabır, incelik ve meditatif yanı gazeteler ve gündem ile ters bir ilişki kuruyor. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz? Ebru’nun atölyede, sakin suda yapılan, meditatif bir pratik oluşu, gazetelerin tanıklık ettiği -hatta bizzat katkıda bulunduğu- şiddetle ters. Gazeteyi estetik bir nesne haline getirmek, o şiddetin üzerini örtmese de eziciliğini bir nebze hafifletiyor. Gündemle ilişkiyi koparmadan, orada kalmaya dair bir önerge gibi. L. İpek Ulusoy’un sergi metninde de belirttiği gibi yalnızlık, çaresizlik, hissizleşme, huzursuzluk hislerinizi işlerinizdeki iyileşme ve kolektif direniş odağıyla somutlaştırıyorsunuz. Bu dönüştürme eylemini iyiye yorma ve şifa arayışı olarak yorumlayabilir miyiz? Bir çeşit şifa arayışı söz konusu, evet. Ama bu arınma anlamında değil. Donna Haraway’in belayla kalmak, belanın içinde kalmak (Staying with the Trouble) kitabı üzerine düşünüyorum. Belanın içinde, birbirimizle, çevremizle bağlantı olasılıklarını çoğaltmanın öneminden, birbirimizle iyi yaşayıp iyi ölmekten bahsediyor. İçinde yaşadığımız çağ için bir çeşit pürist olmayan bir etik öneriyor. Bu sergide sanatsal pratikler, estetize etme ve oyun, yıkımın içinden bağlantı noktalarını çeşitlendirmenin, bağlantıda kalmanın yolları haline geldi. www.sibelhorada.com

  • ART

    Mart 2021 | Art | İtalya Botticelli ve 550 yıllık mirası Yazı | Burak Demirkaya S andro Botticelli’nin “Madalyon Tutan Genç Adam” tablosu bir ay önce Sotheby’s New York’ta 92 milyon dolara satılarak rekor kırmıştı. Şimdiye kadar satılan en pahalı ‘ikinci eski usta resmi’ olan tablonun yeni sahibinin Rus bir alıcı olduğu söyleniyor. Oysa Botticelli’nin bu tablosu biçimsel nedenlerden dolayı uzun süre boyunca ilgi çekmemiş, tablo 18. yüzyıl sonlarına kadar Gallerli bir lordun köşkünün duvarını süslemişti. ​ O zamana dek tablodan en cok etkilenen kişi lordun evine on iki yaşında ikinci eş olarak taşınan tiyatro sanatçısı Maria Chiappini’ydi. Londralı tüccar Frank Sabine ile Newborough Lordu arasında geçen bir anekdota göre tablonun değerinin o yıllarda Jean Baptiste Greuze’nin herhangi bir tablosunun kopyası kadar bile olamayacağından bahsedilmişti! ​ Yıllar sonra Londralı tüccar Frank Sabin’in Sir Thomas Merton’a sattığı tablo, varisleri tarafından 1982 yılında Christie’s’de 810 bin sterlin karşılığı müzayedeye çıkarılarak el değiştirmişti. Son on yıldır ismi bilinmeyen Amerikalı sahibi tarafından birkaç kez ünlü müzayede evlerine ödünç verilen ve İtalyan sanatçının en iyi korunmuş bir düzine eseri arasında gösterilen tablo, sonunda Sotheby’s müzayede evinin New York’tan online olarak düzenlediği müzayedede komisyonlar dahil tam 92 milyon dolara alıcı buldu. ​ KÜÇÜK FİCİ YA DA BOTTICELLI ​ Son yıllarda müzayedelerde eserlerinin adını daha sık duyduğumuz İtalyan ressam Sandra Botticelli’nin hayatıyla ilgili fazla bilgi mevcut değil. Bildiğimiz en önemli şey, 1445 yılında dünyaya gelen Botticelli’nin Ortaçağ karanlığından Rönesans’a geçişte en etkili ressamlardan biri olduğu… ​ Asıl adı Alessandro di Mariano di Vanni Filpepi olan ressama kendisinden yaşça büyük dört abisinden birinin “küçük fici” anlamına gelen Botticelli takma adını verdiği söyleniyor. ​ Floransa’da yaşayan Botticelli’nin hayatı Lorenzo de Medici’nin ölümü ve Fransa Kralı VII Charles’ın şehri işgalinden sonra önemli ölçüde değişti. Bu dönemde Floransa toplumunun ahlakını eleştiren Savanarola adlı bir keşiş, kent üzerinde önemli etkiler yaratmaya başlamıştı bile. Bu dini yönlendirmeler sonucu çıkan yangınlarda Botticelli’nin baş yapıtlarından “Prinavera” ve “Venüsün Doğuşu” yanmaktan son anda kurtarıldı. Ancak hâlâ ne kadar eserin tahrip edildiği kesin olarak bilinmiyor. ​ Floransa arşivlerine göre 1502 yılında Botticelli’nin gay olduğuna dair spekülasyonlar başlatılmış. Ama sanat tarihçileri o yıllarda cinsel yönelimlerin yaygın bir hakaret biçimi olarak kullanılmasından dolayı kesin bir kanıya varabilmiş değil.

  • ART

    December 2023 | Art & Culture | Vol 11 SHIZU SALDAMANDO words Leon Williams S hizu Saldamando’nun eserlerinin yer aldığı bir sanat galerisinde dolaşmak, onunla beraber bir konsere gitmek ya da arkadaş çevresindeki tüm insanlarla tanışmakla neredeyse eş anlamlı! ‘Chicano’ bir baba ile Japon Amerikalı bir annenin kızı olan Shizu Saldamando, San Francisco doğumlu ve uzun süredir Los Angeles’ta yaşayıp orada üretiyor. Charlie James Gallery tarafından temsil edilen Saldamando, portre ve çizimlerinin yanı sıra ahşap panellerden yatak çarşafların a kadar çeşitli yüzey ve malzemelerle denemeler yapıyor. Ve Shizu, bu yılki Art Basel Miami’nin “Nova” bölümünde yeni işlerini sergileyecek. ​ ÇÜNKÜ ÇOĞU INSAN DUYGULARINI YÜZLERI ARACILIĞIYLA İFADE EDIYOR ​ Neden portre? İnsanların yüzleri hangi yönüyle size ilginç geliyor? ​ Gençken televizyonda, görsel sanatlarda ve müzikte Meksikalı Amerikalı ve Japon Amerikalı kimlikleriyle ilişkili görseller arıyor ama pek bir şey bulamıyordum. Bu yüzden çizmeye başladığımda önce arkadaşlarım ve ailemin yüzlerinden başladım. Ayrıca “Chicano Sanat Hareketi” ve diğer aktivist sanat hareketleriyle, toplumu eğitmek ve yaratmak için oldukça figüratif bir uygulama olan siyasi posterlerden oldukça etkilendim. ​ İnsanların yüzleri hangi yönleriyle size ilginç geliyor? Sanırım insanların psikolojisi ve iç dünyası nedeniyle. Çünkü çoğu insan duygularını yüzleri aracılığıyla ifade ediyor. Duygusunu çok fazla göstermeyecek şekilde yetiştirildim. Bu nedenle belki de okunması daha zor olabilecek yüzlere odaklanıyorum. Ama her zaman resmini yaptığım insanların isim ve kimliklerini dahil etmeye çalışıyorum. Böylece onların kim olduğu ve neden onları resmetmeyi seçtiğime dair geniş bir bakış açısına sahip olunuyor. Bir insanın portresini yapmaya sizi iten motivasyon nedir? Hayranlık mı yoksa başka bir duygu mu? Kendi yaratıcı pratikleri, ilgilendikleri müzik, başkalarına duydukları sevgi ve hatta sadece moda seçimleri nedeniyle, yani şu ya da bu nedenle gerçekten hayran olduğum insanların resmini yapıyorum. ‘Respectability politics’ ve asimilasyona ilişkin fikirleri reddeden, kendi benzersizliğini benimsemiş insanların resimlerini paylaşmayı gerçekten seviyorum. Artık sanat, kimlik ve politika konusunda benzer görüşleri paylaşan sanatçı arkadaşlarımın resimlerini daha fazla yapıyorum. Ancak daha gençken queer punk’ları, gotikleri de resmettim. ​ PUNK MÜZİK KİMLİĞİM ÜZERİNDE BÜYÜK ETKİYE SAHİP ​ Portreleriniz yıllar içinde nasıl değişti? Mesela hâlâ parti ya da konserlerde insanların fotoğraflarını çekip sonra portrelerini yapıyor musunuz? ​ Artık büyüdüğüm ve bir anne olduğum için gotik kulüplerde ya da punk konserlerde dans edecek enerjim yok. İnsanları arka bahçemdeki stüdyoma davet edip portreleri için fotoğraf çekmem gerektiğinden, portrelerin çok daha hesaplı hale geldiğini görüyorum. Yaşlı sanatçıların portrelerini daha fazla yapıyorum. Çünkü onlar artık daha çok vakit geçirdiğim insanlar… ​ Portrelerinizde belli bir kültürden (ya da alt kültür diyebiliriz) insanların oluşu bilinçli bir tercih mi? ​ Evet, punk müzik hem benim kimliğim hem de San Francisco ile Bay Area’da birlikte büyüdüğüm arkadaşlarım üzerinde her zaman büyük bir etkiye sahip oldu. 80’ler ve 90’larda San Francisco’nun Mission bölgesinde büyüdüm ve orada punk müzik mekanları ve geniş bir D.I.Y topluluğu vardı. O zamandan bu yana işler çok değişti, ama orada hâlâ köklü bir aktivist hareketi var. ​ San Francisco’da doğup büyümek ve şu anda Los Angeles’ta yaşıyor olmak sanat çalışmalarınızı nasıl etkiledi? ​ Doğduğum mahalledeki toplulukların sanat merkezinden etkilenerek büyüdüğüm için UCLA’nın sanat okulu nedeniyle Los Angeles’a taşındığımda aynı türde bir topluluk bulmak istedim. Böylece kendimi ülkedeki en ünlü Chicano sanat merkezlerinden biri olan East L.A.’de buldum. Öğrenciyken orada çalıştım ve birçok punk grubunun orada performans sergilediğini gördüm. Pek çok inanılmaz sanatçıyla tanıştım. İnsanlar Los Angeles’ı Hollywood nedeniyle homojen bir şehir sanıyor. Oysa Los Angeles, şehrin kültürünü şekillendiren ancak tarihten ve medyadan sürekli olarak silinen büyük bir Meksikalı Amerikalı nüfusa sahip. Topluluğumu bu silinmeye karşı aktif bir duruş olarak tasvir etmeyi seçmemin en büyük nedeninin bu olduğunu düşünüyorum! ​ Art Basel Miami’da hangi sanat çalışmalarınızı göreceğiz? ​ Arkadaşlarım ve topluluk üyelerimin ahşap üzerine yağlı boya tablolarının bir karışımını gösteriyorum. Mesela ünlü bir Chicano profesörü ve muralist olan Yreina D. Cervantez’in portresini. Ayrıca Alhambra’da nefis bir restoran (Yang’s Kitchen) işleten Prisca Rios’un, Japonya’dan hardcore punk grubu GSM’in ve Los Angeles’ta Folkore Salon adlı LGBTQ kuaför salonları zincirini işleten Pony Lee Musgrave’nin portresini… Aynı zamanda Miami’deki Fountainhead Arts Residency’ye katılırken tanıştığım, Miccosukee Kabilesi’nden fotoğrafçı Cayla Willie’nin de portresi üzerinde çalışıyorum. W alking through an art gallery with Shizu Saldamando’s works is almost synonymous with going to a concert with her or meeting all the people in her circle of friends. The daughter of a ‘Chicano’ father and a Japanese American mother, Shizu Saldamando was born in San Francisco and has been living and working in Los Angeles for a long time. Saldamando, who is represented by Charlie James Gallery, experiments with a variety of surfaces and materials, from wood panels to bed linen, as well as portraits and drawings. And Shizu will be exhibiting her work in the “Nova” section of this year’s Art Basel Miami. ​ BECAUSE MOST PEOPLE EXPRESS THEIR EMOTIONS THROUGH THEIR FACES ​ First of all, I have to say: I love your portraits! So why did you choose to focus on portraiture? ​ At a young age I was always looking for relatable images or images from television, visual art, music etc that I could relate to and didn’t find much especially being from a Mexican American and Japanese American identity. So when I could start drawing and doing art I always depicted faces, friends and family. I was also highly influenced by the “Chicano Art Movement” and other activist art movements and political posters, a highly figurative practice to educate and create society. ​ What aspects of people’s faces seem interesting to you? ​ Maybe the inner psychology and emotions of people. Because most people express their emotions through their faces. I was raised to be very stoic and to not show much emotion so maybe I focus on faces that might be harder to read. But I always try to include the names and identities of the people I depict so you can get a larger perspective about who they are and why I chose to paint them. ​ What motivates you to make a portrait of a person? Admiration or some other emotion? ​ I mostly paint people I really admire for one reason or another, whether it is their creative practice, the music they are interested in, their love for others or even just their fashion choices. I really like to share images of people who deny certain ideas of respectability politics and reject ideas of assimilation and who just really embrace their own uniqueness. I am now making more paintings of my artist friends who share similar views on art, identity and politics. However, when I was younger, I also painted queer punks and goths. ​ PUNK MUSIC HAS ALWAYS HAD A BIG INFLUENCE ON MY IDENTITY ​ How have your portraits changed over the years? For example, do you still take photos of people at parties or concerts and then make portraits of them? ​ Yes, now that I am a mother and older I don’t have the energy to go out dancing to goth clubs, or punk shows. And I find now that the portraits become much more calculated in that I need to reach out to people and ask them to come over to my backyard studio and take a photo for a portrait. I do more portraits of older artists as well because these are now the people I find myself spending more time with and seeing them at the art exhibitions I frequent. ​ Are there people from a certain culture (or we can call it a subculture) in your portraits? Is this a conscious choice? ​ Yes, punk music has always had a big influence on my identity and on my friends that I grew up with in San Francisco and the Bay Area. I grew up in the Mission district of San Francisco in the 80s and 90s, and there were punk music venues and a large D.I.Y. community. Things have changed a lot since then, but there is still a well-established activist movement there. ​ How did being born and raised in San Francisco and currently living in Los Angeles affect your artwork? Or how does it continue to impress? Growing up influenced by so many community art centers in my birth neighborhood really solidified my interest in finding the same kind of community when I moved to L.A. to attend UCLA’s art school. I found that in the city of East L.A. which was the birthplace of Self-Help Graphics and Art, one of the most renowned Chicano Art centers in the country. I worked there while a student and saw many punk bands perform there and met so many incredible artists there too. When people think of Los Angeles they think of Hollywood and a shallow homogenous city of people who work in that industry. Los Angeles has a huge population of Mexican Americans who have shaped the culture of the city but who are continually erased from history and media. I think this is a huge reason I choose to depict my community as an active stance against this erasure. Which artworks of yours will we see at Art Basel Miami? I am showing a mix of oil paintings on wood of friends and community members. I am showing a portrait of one of my artist mentors Yreina D. Cervantez who is a renowned Chicano professor, fine artist and muralist. I am also showing a portrait of fellow punk scenester Prisca Rios who manages a really great brunch restaurant (Yang’s Kitchen) in Alhambra. I shot a photo of them in his GSM (hardcore punk band from Japan) shirt. I’m showing a portrait Pony Lee Musgrave who runs their chain of LGBTQ hair salons called Folkore Salon in LA. I am also currently working on a portrait of Photographer Cayla Willie who is Floridian Native from the Miccosukee Tribe who I met while I attended of the Fountainhead Arts Residency in Miami. for more Print VOL - XI FALL & WINTER 2023-24 Out of Stock Add to Cart

  • ART

    Eylül 2022 | Art | Türkiye Kanlıca’dan yükselen ‘Özgürlük Heykeli’ Yazı | Onur Baştürk T aner Ceylan’ın 15 yıl aradan sonra açtığı yeni sergisinin en rol çalan starı, beyaz saten bir kumaşa sarındığını hayal ettiğimiz, vücut hatları belli, ama bir yandan da gizemli bir İstanbul heykeli. Sergiye mekan olan Kanlıca’daki Mehmet Emin Ağa Yalısı’nın denize bakan girişine kondurulan heykelin cinsiyeti erkek. İstanbul’u yıllardır bir kadın olarak tasvir etmeye alışkın zihinleri ters köşeye yatıran bu heybetli heykelin bir de videosu var. Bir bakıma, heykelin ete kemiğe büründüğü bir video. Cem Adrian’ın hem tema müziğini üstlenip hem de bizzat başrolünde olduğu bir video bu. Videonun sonlarına doğru üzerindeki kumaşı atıp Özgürlük Heykeli misali parlak mehtaba karşı kendini sergiliyor Cem Adrian’da vücut bulmuş İstanbul heykeli. Hayli provokatif, hayli umursamaz, hayli küstah ama aynı zamanda hayli incelikli bir kırılganlık içinde… Bu bağlantılı iki iş, son dönemde ısrarla yükselmesi arzu edilen ve bu uğurda her gün bir şey yapılagelen ama ne yazık ki içi boş olan LGBTİ+ karşıtlığına da çıplak, pirüpak, kudretli/popolu bir yanıt (şaplak) gibi de algılanabilir pekala. İSTANBUL BUNU ÖĞRETİYOR İŞTE Mehmet Emin Ağa Yalısı’ndaki işlere göz gezdirirken dikkat çeken damarlarlardan biri de şu: Tablolardaki figürler kimi zaman küstah, asi ve başını asla öne eğmeyen direnç gülleri. Kimi zaman da kırılgan ve her tür incelikli duyguya aç, teslim olmaya hazır, über duygulu ayrık otları. Tıpkı İstanbul’un kendisi gibi. Yahut İstanbul’un bizi kendine benzetmesi gibi. İkisinden biri. Nitekim hangimiz İstanbul’da bu duygu ve karakter bariyerlerine çarpıp çarpıp her gün ve gece sersem sepet olmuyoruz ki? İstanbul bunu öğretiyor işte: Başka türlü ayakta kalamazsın, kendine gel! GÜZ AYAZINDA KOR ATEŞİM Aslında Taner Ceylan’ın İstanbul temalı bu yeni resimlerindeki referanslar gayet eski zamanlara ait. Ama nedense bana hiçbiri “eski” gelmedi. Yahut şöyle de denebilir: Bir şeyler değişiyor gibi geliyor ama öz aynı kalıyor. Beni en çok etkileyen işlerden biri de elindeki beyaz gülle öylece kalakalmış, ama çapkın şehvetinden de gram eksilme olmamış eski dönem askerinin tablosu. Askerin hemen karşısındaki tabloda yer alan, günümüzün “gender fluid” akımına uygun olarak gayet cinsiyetsiz ve bir yılan çevikliğinde kendini gösteren figür ise -Taner Ceylan’ın deyişiyle- askerin bu kadar hüzün denizine düşmüş olmasının yegâne sebebi! Bir yanıyla İstanbul’un gay barlarında danseden kıvrak bir zenneyi yahut ‘drag queen’i de anımsatmıyor değil bu deli dolu, küstah ve başına buyruk figür. İkisine de bakınca Sezen Aksu’nun “Yarası Saklım” şarkısının şu iç titreten dizelerini mırıldanmamak imkansız görünüyor gönül bağlarının sazlı sözlü akşamlarında: “Yaralı kuşum, hazan güneşim, güz ayazında kor ateşim, bir sözün uçur göğüm gün açsın, yad eller aldı bizi”. YARATILAN CENNETİN SON MAHSULLERİ Londra’daki “I Love You” isimli ilk sergisini 2016’da açtıktan sonra verdiği bir Ali Tufan Koç röportajında şöyle demişti Taner Ceylan: “Herkes hayatım boyunca kendi doğrusunu empoze etmeye çalıştı bana. Reddettim. Aksine kendi gerçeğimi anlatmaya çalıştım. Zor oldu, ama başardım. Şu an cennette gibiyim” İşte bu sergideki işler de Ceylan’ın kendi elleriyle yıllar boyu ince ince dokuduğu ve sonunda başardığı engin cennetinin son mahsülleri. Nitekim taze meyvenin dayanılmaz sulu cazibesi gibi hepsini ısırmak, içine çekmek istiyor insan. Bazı eserler elbette şunu da alt metinliyor daha bakar bakmaz: “Benden uzak dur, ısırmak yasak, sadece bak”. Nitekim Koral Sagular’ın poz verdiği tablo onlardan biri. Ceylan tüm bu işleri Kemer’deki heybetli Olimpos Dağı’na ve zeytin ağaçlarına bakan, bir yamacın sırtına inşa ettirdiği evindeki atölyesinde yaptı. Orayı kafasındaki cennetin somutlaşmış hali olarak merkezledi; ki oraya dair düşlerini yakın zamanda Yuzu Vol7 sayısında yazmış, fotoğraflamıştık. Şanslıyız. Son olarak; “Aheste Çek Kürekleri Mehtap Uyanmasın” sergisine giderken şu aklınızda olsun: Tıpkı heykelin kendisi gibi gözlerin hep yükselen mehtaba doğru kilitlenip sarhoş olduğu, ama ertesi gün her daim dimdik ayakta günler/geceler yaşatıyor İstanbul. Tam bir aşk/nefret gelgitliğinde…

  • ART

    Şubat 2022 | Art | Dünya Sony Dünya Fotoğrafçılık Ödülleri 2022 G ündelik hayatımızda artık hepimiz birer fotoğrafçıyız. Cep telefonları sayesinde profesyonele yakın çekimler yapma imkanımız var. Bu hem çok iyi, çünkü anı kaydetmek nefis. Hem de kötü, çünkü fotoğraf sanatı adına iyi olan işler çok nadir. Bir de sürekli fotoğraf çekenler olarak gerçekten fotoğrafın ne olduğunu unutmamız durumu var, ki esas tehlikeli olan da bu. Neyse ki dünyada hâlâ fotoğraf sanatına kendini adamış profesyoneller var. Dünya Fotoğrafçılık Örgütü’nün düzenlediği 2022 Sony Dünya Fotoğrafçılık Ödülleri de bunlardan biri. 211 ülkeden, 170 binin üzerinde yapılan başvuruyu değerlendiren komite, 340 bin fotoğraf arasından ulusal kategorideki birincileri seçti. Bu yıl katılımcı ülkelerden 61 tanesinin ulusal kazananları arasında Türkiye'den Çiğdem Ayyıldız da yer alıyor. Sony Dünya Fotoğrafçılık Ödülleri 2022’nin genel kazananları ise 12 nisanda açıklanacak ve Londra Somerset House’da tüm işler gösterilecek.

  • ART

    Eylül 2020 | Art | Turkey Miniatures with Matisse and Warhol through them Words | Onur Baştürk He brought his miniature art to Starbucks coffee cups in his "Mythology" series, which was exhibited first at the Mamut Art Project and then at the Saatchi Gallery in London in 2017. In the "Olympos / Portraits-1" exhibition curated by Taner Ceylan, he drew attention with his work titled "Self-Portrait", all made with 24 K. real gold on transparent paper. I can briefly describe him as "the artist who made miniature up-to-date". I am talking about Onur Hastürk. Currently, Anna Laudel is on the agenda with her "Assimilation" exhibition in Dusseldorf, which will last until the end of October. The main vein of the exhibition is Matisse and Warhol. What brings them together is miniature. Here is Onur Hastürk's unique world .. How did you think of intersecting the world of miniature with the world of Henri Matisse and Andy Warhol in the exhibition "Assimilation"? Is it the pleasure of bringing different worlds together or is it a move abroad? For a long time, I have been trying to establish a link between East-West, traditional-current, past and present. I do intensive reading and research before the production processes. In such a moment, in the proceedings book of the symposium titled "Islamic Aesthetics in Modern Art" held at the Goethe Institute, published in December 2005, Henri Matisse's words following his visit to the "Masterpieces of Islamic Art" exhibition organized by Ernst Kühnel in Munich in 1910 are the starting point of the exhibition created: “Eastern miniatures made me aware of all forms of sensory perceptions possible for me. With the type of painting used in these miniatures, this art expresses a large and truly unique field. This helped me get rid of the copycat painting ”. I didnt know that…. On the other hand, Matisse was one of the artists that attracted me with his oil painting works, which he named "Odalisque" (Turkish origin "Odalık"), especially between 1910-1929. What about Warhol? Warhol's different patterns (women's shoes, feminine boys, inviting figures, etc.) in the drawings he made as gold-plated on paper in his book "A Gold Book" and his series impressed me incredibly. The use of "gold" as an art material over the centuries and its multi-layered relationship in art has always been of interest to me. The first reflection of Andy Warhol in my works started with the "One More Coffee" series, where I interpret classic miniature works on Starbucks paper cups at the 2016 Mamut Art Project, which I am a participant of and which enables me to be visible in contemporary art. So I realized that even though we were at different times, there is an invisible bond that connects us with the shining stars of western art, Matisse and Warhol. In fact, everything was there, waiting for me in front of me. It was only to show how this was seen through the eyes of a miniature artist in the present. Therefore, after 110 years (with a spatial reference), the idea of bringing this exhibition, in which Matisse's works are reinterpreted in the classical miniature style, with the audience at the Germany / Anna Laudel Düsseldorf Gallery, emerged. ART | Kategorinin diğer yazıları ‘Resimlerin kendi içinde tedirgin olmasını önemsiyorum’ Mahremiyeti sorgulamak daha erotik Yuzu & nom-studios sunar ‘LOOP’ sergisi Kemal Özen "Gam'zede" Online Sergi Hangi yetişkin bir ‘Gam’zede’ değil ki artık? Ali Elmacı’nın atölye günleri notları May Parlar "Collective Solitude" Online Sergi Lara Kamhi’yle paradokslar ve izolasyon üzerine... BASE’in yeni dijital projesi yakında Sessiz Odanın Çığlığı İtalya’daki müzeden salgına bakınca… Yıldızı daha da parlayacak: Salman Toor Online açılış yapan İstanbullu sergi

bottom of page