top of page

602 items found for ""

  • ART

    November 2023 | Art & Culture | Vol 11 BASIM MAGDY “Pleasure is key to anything I would call art” Film, resim, fotoğraf ve bazen de hepsini kapsayan sanat çalışmaların var. Bunun nedeni tek bir sanat pratiği sana yetmediği için mi yoksa kendi evrenini sınırsız bir şekilde ifade etme durumu hoşuna gittiği için mi? ​ Mesele tamamen bu sanat disiplinlerinin her birinin ayrı bir zenginlik ve keşfedilmemiş engin potansiyele sahip olmasıyla ilgili. Bu keşfedilmemiş potansiyel, dünya değiştikçe sürekli değişiyor. Pek çok şeyi sanat olarak görüyorum. Filmlerimin müziklerini bestelemek için saha kayıtları yapmaya başladığımda çevremde olup biten seslerin ayrıntılarını dinlemeye başladım. Bana göre dinlemeye yönelik yeni keşfedilen bu ilgi sanattır. Nadiren yayınlamayı düşündüğüm şiirler yazıyorum, bu da sanatın başka bir türü. Dolayısıyla sanat yapmak için hangi aracı kullandığımın önemli olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan fikirlerimi iletmek için doğru ortamı seçmek. Açıkçası yaptığım işten keyif almadan hiçbir şey yaratamam. Zevk, sanat diyebileceğim her şeyin anahtarı! ​ SONUÇTA KAVGALARIMI SEÇMEYİ ÖĞRENDİM ​ Tüm çalışmalarınızda ekolojik, teknolojik, siyasi, yani günümüze dair göndermeler var. Bunları yaparken de bilim kurgu unsurlarını ve sözcükleri sıkça kullanıyorsunuz, yanılıyor muyum? Neden özellikle bu ikisi? ​ Yaşadığımız dünyada her gün gerçeklik olarak algıladığımız, önümüzdeki ekran üzerinde hızla hareket eden sanal bir kaos var. Yarattığım her şeyi kurgu olarak görüyorum. Buna bilim kurgu diyemem, çünkü bu sadece bilimle ya da özellikle bahsettiğiniz herhangi bir şeyle ilgili değil. Daha çok bunların bir arada var olmasının karmaşıklığıyla ilgili. Ya da değil. Gerçeklik algımızı yaratan katmanlarla, bunların nasıl rol değiştirdiğiyle ve koşullar değiştikçe nasıl daha fazla önem kazandığıyla ilgili… Yaptığım her şeyin mutlaka siyasi bir katmanı var, ama eserlerim siyasi işler değil. Bazen mizah var, ama komik değil. Çalışmalarım; zamanın bu döneminde hayatta kalmanın karmaşıklığı ve sanatın buna dair tepkimi -sözlü ve yazılı dilin yapamayacağı bir şekilde- yansıtmama nasıl izin verdiğini bulmamla ilgili… ​ 46 yaşında bir insan ve sanatçı olarak dünyayı hangi yönleriyle anladığınızı ya da anlayamadığınızı merak ediyorum… ​ Umarım daha fazla olgunlukla sadece değişebilir şeyleri değiştirmeye çalışmam gerektiğine dair bir anlayışa sahip olmuşumdur. Sonuçta kavgalarımı seçmeyi öğrendim. Kişisel düzeyde bile olsa nezaket, samimiyet ve cömertliğin dünyayı değiştirmeye çalışmaktan daha güçlü olduğunu öğrendim. Ve umarım bu, bir sanatçı olarak yaptıklarıma da yansır. ​ Bu yılki Art Basel Miami’de hangi çalışmalarınızı göreceğiz? Art Basel Miami Beach’in “Nova” bölümünde, Kahire’deki Gypsum Gallery’nin alanında son resimlerimi sergiliyorum. Bu işlerimi umut verici olarak düşünmeyi seviyorum. Pek çok eserim gibi geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bir yerde kalan kurgusal durumları tasvir ediyorlar. Bu resimler son zamanlarda düşündüğüm pek çok şeyle, pek çok tarihsel hatayla ve zamanımızda meydana gelen umut verici değişimlere tanıklık edebilmekle ilgili… Ama daha önce belirttiğim gibi, gelecekteki alternatifleri düşünüp yeni yollar keşfetmek amacıyla, gerçekliğin karmaşıklığı ve kurgu öncülüyle katmanlandırılmışlar. ​ ÇOK FAZLA TANIMLAMA AYNI ZAMANDA BİR LANET VE HAPISHANEDIR! ​ Sanat yaparken şu anki en büyük motivasyonunuz nedir? ​ 10 yıllık resim, çizim, yerleştirme ve animasyon çalışmalarından sonra yaptığım ilk film olan “Turtles All the Way Down”ı 2010 yılında çekmiştim. Filmde sorduğum en büyük sorulardan biri şuydu: “Evrenin genişlediğini biliyoruz, ama neye doğru genişliyor? Bu genişlemenin dışında sürekli tüketilen ve bilinmeyen varlık nedir?” Sorunuzu yanıtlamak için bunu bir benzetme olarak kullanacağım. Benim için en büyük motivasyon, büyüyen hayal gücümün diğer tarafında olanı keşfetmek! Her resim, film ya da fotoğraf enstalasyonuyla birlikte, hayal gücümün keşfetmeye mecbur hissettiğim yeni, keşfedilmemiş fikirleri ortaya çıkıyor. Bu bir bağımlılık! Hayal gücünün genişlemesi ve onun ötesindekiler dört boyutlu. 4’üncüsü ise değişim ve olgunluğun ana tanığı olan zaman. ​ Sizi ve eserlerinizi tanımlayan üç özellik nedir? Eserlerimi tanımlamak istemiyorum. Bu benim işim değil, ama aynı zamanda sanat yapmanın amacına da meydan okuyor. Sanat, tanıma meydan okuyan bir dildir. Sanat, kelimelerle ifade edemediklerimizi ifade etmek içindir. Çok fazla tanımlama aynı zamanda bir lanet ve hapishanedir! Var olan anlam, düşünce ve hayal gücünün evrimine tüm kapıları kapatır. Bana gelince… Beni en çok harekete geçiren şeyin merak olduğunu düşünüyorum. Devam etmemi sağlayan şey bu! ​ Mısır doğumlu sanatçı Basim Magdy, halen İsviçre-Basel’de yaşıyor ve sanat çalışmalarına orada devam ediyor. Tüm işlerinde dünyaya hiciv barındıran bir gözle bakan Magdy; geçmiş, şimdi ve geleceğe ait unsurları tek bir evrende toplayarak gerçeküstü tasvirler yaratıyor. Eserlerinde sprey boyadan kimyasal olarak değiştirilmiş film stoklarına kadar bir dizi alışılmadık malzemeyi kullanan Magdy’nin son resimleri bu yılki Art Basel Miami’nin “Nova” bölümünde gösterilecek. You have works in cinema, painting, and photography and sometimes works that include all of these. Is this because one art practice is not enough for you, or is it because you enjoy expressing your own universe in an unlimited way? ​ It’s about the richness and the vast terrain of unexplored potential of every one of those mediums, this unexplored potential changes as the world it exists in is constantly changing. I see a lot of things as art. I started listening to the audio details of what’s around me when I began making field recordings to compose soundtracks for my films. To me, this newly discovered attention to listening is art. I write poetry that I rarely seek to publish, this is another form of art. I don’t think it’s important what medium I use to make art. What’s critical is to choose the right medium to communicate my ideas. Obviously without enjoying what I do, I wouldn’t be able to create anything. Pleasure is key to anything I would call art! ​ I LEARNED TO CHOOSE MY BATTLES There are references to ecology, technology, politics, in other words, our present day, in all your artworks. As you are making these, you use elements phrases of science fiction and words, am I wrong? Why these two in particular? ​ There are references to the world I experience every day, what I perceive as reality and what I know is nothing but fast-moving virtual chaos on a glass screen. I see everything I create as fiction. I wouldn’t call it science fiction because it’s not just concerned with science or any of the things you mentioned in particular, it’s more about the complexity of all of this coexisting together – or not. It’s about the layers that create our perception of reality, how they change roles and sometimes gain more relevance as the circumstances change. There’s definitely a layer of politics in everything I do, but it’s not political work. Sometimes there is humor but it’s not comical. My work is about the complexity of being alive in this moment in time and how I find that art allows me to communicate my response to it in a way spoken and written language can’t. ​ I wonder with what aspects you comprehend and do not comprehend the world as a 46-year-old person and artist… Hopefully with more maturity and a strong understanding that I should only try to change the things that are changeable. I learned to choose my battles and that kindness, sincerity and generosity even if just on a personal level are more powerful that trying to change the world. And I hope this is reflected in what I do as an artist. ​ Which of your works will we see at this year’s Art Basel Miami? I’m showing recent paintings in a solo booth presented by Gypsum Gallery, Cairo in the Nova Section at Art Basel Miami Beach this December. I like to think of these paintings as hopeful paintings. Like a lot of my work, they depict fictional situations that linger somewhere between the past, present and future. Those paintings are about a lot of things I’ve been thinking about recently, a lot of historical mistakes and being able to witness hopeful change happening in our time. But like I mentioned earlier, they are layered with the complexity of reality and the premise of fiction to explore new avenues for thinking and imagining future alternatives. ​ TOO MUCH DEFINITION IS ALSO A CURSE AND A PRISON ​ What is your greatest motivation while doing your artwork at this time? ​ In 2010 I made “Turtles All the Way Down”, the first film I made after 10 years of working with painting, drawing, installation and animation. One of the biggest questions I asked in the film was, “We know the universe is expanding, but what is it expanding into? What is the unknown entity outside of this expansion that is constantly getting consumed by it?” I will use this as an analogy to answer your question. The greatest motivation for me is exploring what’s on the other side of my growing imagination. With every painting or film or photographic installation, new unexplored ideas emerge that my imagination feels compelled to explore. It’s an addiction. This expansion of the imagination and what’s beyond it is four dimensional, the 4th being time as the main witness of change and maturity. ​ What are the three characteristics that define you and your artworks? I don’t want to define my artwork, that’s not for me to do but also it defies the purpose of making art. Art is a language that defies definition. Art is meant to express what we can’t communicate with words alone. Too much definition is also a curse and a prison, it closes all doors for the evolution of existing meaning, thought and imagination. As for me, I think the thing that drives me the most is curiosity. ​ Egyptian-born artist Basim Magdy currently lives in Basel, Switzerland and continues his artwork there. Magdy looks at the world with a satirical eye in all his works; at the sam time, it creates surreal depictions by gathering elements of the past, present and future in a single universe. Using a range of unconventional materials in his works, from spray paint to chemically altered film stocks, Magdy’s latest paintings will be shown in the “Nova” section of this year’s Art Basel Miami. for more Print VOL - XI FALL & WINTER 2023-24 Out of Stock Add to Cart

  • ART

    Mayıs 2020 | Art | Türkiye Mahremiyeti sorgulamak daha erotik Yazı | Alp Tekin İ nsan, beden, et, kimlik, deri, kıl, yara, kusur, uzuv, cinsiyet, mahrem, estetik, toplum, politika, saklanmak, utanmak, kaçmak, dokunmak, tanışmak, düşünmek ve barışmak üzerine görsel hikâyeler... Hakan Sorar, 30 mayısta Pg Art Gallery’de online olarak açılacak “Through the Skin” adlı sergisini böyle tanımlıyor. Ağırlıklı olarak siyah beyaz fotoğrafların yer aldığı sergi VR gözlüklerle de gezilebilecek. Sorar, bizi nasıl bir dijital sergi beklediğini şöyle özetliyor: “Tam anlamıyla sanal bir sergi oluşturmak önceliğimiz oldu. Sanatçı/ tasarımcı Ahmet Rüstem, Through the Skin serisine özel sanal bir mekân tasarladı ve bunu 3D olarak modelledi. Eserler dijital ortamda bu sanal galeriye yerleştirilerek bir seçki yapıldı. Böylece tüm eserler ve mekân 360 derece deneyimlenecek hale geldi”. ​ “PUSUDAKİ TEN” AKLA GELİYOR ​ Sorar’ın sergisinin ana teması ‘beden’. “İdeali yansıtmayan, eril gücün normatif değerlerine karşı olan bedenlere dair bir derdim hep vardı” diyor Sorar. Bu nedenle sanatsal pratiğini beden, kimlik, iktidar, cinsiyet kavramları, beden/nesne ve beden/mekân ilişkisi etrafındaki sorgulamalar üzerine şekillendirmiş. Bu noktada Mehmet Ergüven’in deneme kitabı “Pusudaki Ten” geliyor akla. 1998’de ilk baskısı yapıldığında yasaklanan bu kitaba meftun olanlar bilirler; bedenin mahrem bahçelerine özgürce dalarak çimenlerin üzerine basmakta sakınca görmemiştir Ergüven. Sorar’ın işleri de bu sakıncasız hali vurgular gibi: “Bedenle olan derdimden hareketle yeşeren Through the Skin serisinin sunduğu anonim bedenler, toplumsal alandaki çeşitli baskı mekanizmalarınca üretilen normalleştirme, idealize etme, ıslah etme, şekillendirme, ve örtme pratiklerine gözünü dikiyor”. ​ Peki beden mahrem kaldıkça mı erotik yoksa mahremi çözüldükçe mi? Sorar’ın buna yanıtı şöyle oluyor: “Mahremiyeti sorgulama, sınırlarını araştırıp aşma halinin daha erotik olduğunu düşünüyorum” “BEDEN BUNLARDAN BAĞIMSIZ DEĞİL” Kıl, yara, fazla kilonun katlanmış hali... Söylediği gibi ideal bedenin peşinde değil Hakan Sorar. Bu konuda çok net: “Her bedenin biricik ve tekil olduğunu, bedenin kıl, yara, delik, kıvrım ve kırışıklık gibi çirkin/iğrenç olarak adlandırılan her şeyden bağımsız olamayacağını düşünüyorum”. ​ “Neden erkek bedeni?” sorusuna Sorar’ın yanıtı incelikli ve düşündürücü: “Bu seride eril aklın ‘erkeklik’ atfettiği bedenleri görüyoruz. Maksadım, herhangi bir beden formunu, cinsiyeti, kimliği yüceltmek değil. Tam aksine bedenin kendi olma hali üzerinde durmak… Fotoğrafladığım bedenler, cinsiyet ve kimlikten azade, benim için herhangi bir bedeni temsil ediyor. Bir bedenin potansiyelinin, kadın/erkek gibi her türlü ikiliğin ötesinde olduğunu düşünüyorum. Sanatsal pratiğimde norm dışı tüm bedenlere dokunmak ve yer vermek istiyorum”. ​ “ÇİRKİN, ŞİŞMAN, YAŞLI” DİYEN O BASKIN DİL ​ Fotoğrafları içerisinde kendi beden parçalarına da yer veren Sorar, toplumun bedene bakış açısını ise şöyle değerlendiriyor: “Kişiye bedeninin, ‘çirkin’, ‘şişman’, ‘yaşlı’ ve birçok noktada ‘iğrenç’ olduğunu söyleyen baskın bir toplumsal dil var. Bu da haliyle bedenlerle barışmamızı olanaksız hale getiriyor”. ART | Kategorinin diğer yazıları ‘Resimlerin kendi içinde tedirgin olmasını önemsiyorum’ Mahremiyeti sorgulamak daha erotik Yuzu & nom-studios sunar ‘LOOP’ sergisi Kemal Özen "Gam'zede" Online Sergi Hangi yetişkin bir ‘Gam’zede’ değil ki artık? Ali Elmacı’nın atölye günleri notları May Parlar "Collective Solitude" Online Sergi Lara Kamhi’yle paradokslar ve izolasyon üzerine... BASE’in yeni dijital projesi yakında Sessiz Odanın Çığlığı İtalya’daki müzeden salgına bakınca… Yıldızı daha da parlayacak: Salman Toor Online açılış yapan İstanbullu sergi

  • ART

    Nisan 2020 | Art | Türkiye Hangi yetişkin bir ‘Gam’zede’ değil ki artık? Yazı | Onur Baştürk K emal, online sergiye verdiğin isme bayıldım: Gam'zede. Tatyos Efendi'nin “Gam’zedeyim Deva Bulmam” eserini hali hazırda çok severdim. Ama en son Gaye Su Akyol bambaşka bir düzenlemeyle yorumladı ve günlerdir onu dinliyorum. Neden sergiye bu ismi seçtin? (Online sergi sayfası için tıklayınız!) Onur, öncelikle bu iletişim kanalını bana açtığın için teşekkür ederim. Bu platform yeni bir oluşum olmasına rağmen güçlü bir külliyat oluşturmaya başladı bile. Bu birikime katkıda bulunuyor olmak benim için değerli. Soruya gelecek olursam; izleyicilerin de dikkat edeceği gibi sergi bu zamana kadar yaptığım işlerden oluşan bir seçki. Son dönemlerde atölyemde çalışırken sürekli taş plak kayıtlarını dinlediğimi farkettim. Bu kayıtlardaki nostaljik his, müzikteki ahenk ve dinginlik bana iyi geldi. Önceleri çalışırken elektro, pop-synth, dark wave, ambient türü müzikler dinlerdim. Ancak içinde yaşadığımız coğrafyada yaşanan hareketli ve hararetli dönemden sıyrılmak ve motivasyonumu artırmak için kulağım bu sessiz ve duru tınıları arar oldu. Bu tınıların en gösterişsiz ve mütevazı olanlarından biri de Tatyos Efendi’nin eserleri. “Gamzedeyim Deva Bulmam” parçasının tınısı ve sözleri son dönemde içinde bulunduğum durumlara o kadar paralel ki, şarkıyla karşılıklı dertleniyor gibi hissediyordum. Bu eseri daha çok Müzeyyen Senar’dan dinledim, ama Gaye Su Akyol’u da çok başarılı buluyorum. Hem yaptığı iş hem de duruş olarak. Senden sergi teklifi geldiğinde de sergi başlığı olarak direkt bu isim geldi aklıma. Bu şarkıyı dinlerken Gam’zede kelimesiyle bir sergi ya da eser üreteyim diye hiç düşünmemiştim, ama işlerimden bir seçki yapıp geneline baktığımda tüm o geçmiş ve şimdiki kırgınlıklar, hüzünler, melankoliler tekrar canlandı gözümde. Bunu kısa ve öz, en iyi anlatacak kelimenin Gam’zede olacağını hissettim ve bu hisse de hiç direnmedim, çok sevdim. Hem geçmişe göndermede bulunması hem de geçmiş ve şimdinin duygu durumlarını hisseden birine atfedilecek güçlü bir sıfat. Bir de hangi yetişkin bir Gam’zede değil ki artık? Serginin içine girince aslında herkes kendinden bir şeyler bulacak diye düşünüyorum. İlişkiler, seks, yalnızlık, din, gündelik hayatta yüceltilenlerin parodisi, geleneksel roller altında ezilenler… Sanatçının işlerini yaparken çıktığı kendi yolculuğunu da hep merak ederim. Farklı zamanlarda yapılan bu işlerde hangi dönemlerin var? İyi bir gözlemci olduğumu düşünüyorum. Konuşmaktan çok dinlemeyi severim. Dinlemenin hem karşı tarafın bana açtığı kapılardan geçmek hem de o açılan kapılardan kendime yeni kapılar açmak gibi bir perspektifi var. Bu zamana dek çok aktif bir hayatım oldu. Sekiz yaşımda karateye başladım ve 19 yaşıma kadar sürdürdüm. Sonra halk oyunlarına merak sardım, yedi sene halk oyunları oynadım. Bunları anlatmamın sebebi şu: Karate ve halk oyunları kendi içinde kuralları olan disiplinler. İkisinde de her hareketin bir hikayesi, soyut bir sembolizmi var. Bu gizil anlatımcılık hali bilinçaltıma da işledi. Tüm bunlarla uğraşırken birçok yerde çalışıp birçok şehir gezdim. Hep bir topluluğun içindeydim. Sergide herkesin kendisinden bir şey bulacağı sihri, sanırım bununla alakalı. Çünkü çalışmalarımın esin kaynağı herkes ve her şey! Gülten Akın’ın dert yandığı kişi ben değilim diye düşünüyorum. Küçük şeyler, küçük detaylar benim için önemli. Ben dertleşir gibi resim yapan, yoluna yoldaş arayan bir sanatçıyım. NORMALLEŞTİRDİĞİMİZ BİRÇOK ABSÜRT DURUM… “Huzursuz Yatak” işi üzerine konuşmak istiyorum. Detay detay incelenesi işlerden. Asla huzur bulamayan yatakların sorumlusu kendini tam olarak bulamayan ya da bulduğunda kaybeden bireyler mi? “Huzursuz Yatak” ve öncesinde yaptığım “Günah Keçisi” isimli çalışmalar bir nevi duygusal boşalım. İki resimde de ilk olarak bir iç mekânda gerçekleşen olaylara dikkat çekiyorum. Bu olaylar dışarıya doğru bağlantılı bir şekilde devam ediyor. Birey, aile ve toplum ilişkisi… “Günah Keçisi” geçmişe yönelik olaylar barındırırken “Huzursuz Yatak” daha güncel olayları ele alıyor. “Huzursuz Yatak”ın ortasında kalplerle bezeli yatağın üzerinde birbiriyle kavga eden iki fare var. Bu yatağın sudaki yansımasında da sıradan bir yatağın üstünde sevişen iki kişi görünüyor, ama bu kişilerin kim olduğunu göremiyoruz. Farelerin olduğu yataktaki semboller (kalpler, altın varaklı yatak) bize yatakta yaşanan aşkın ne denli ateşli olduğunu vurguluyor. Ama yatağın üstünde iki sevgili yerine iki tane kemirgen görüyoruz. Bunlar birbiriyle kavga içinde, ancak sudaki yansımada da olayın gerçek hali yansımakta. Olayın olağan akışı iki sevgilinin seviştiği üzerine ama içsel duygular çok farklı. Burada bilinçaltının ters düz edilmesi var. Bu kurgunun birçok hikâyeye kapı açacağını düşünüyorum. Buradaki diyalektik gerilimi Kubrick filmlerinin ve Freud’un bilinçaltı okumalarının kucağına bırakıyorum. “Huzursuz Yatak”ta çoğu yüzü tam olarak görmüyoruz. Birçok insan var, ama kimin kim olduğu belli değil. Sadece küçük jestlerle niyetlerini belli eder halleri var. ‘Spirit Animal’ını arayanlar, tatminsiz bireyler, iktidar savaşı içinde olan siyasi güç metamorfileri, ensest ilişkiler, günlük hayatın hengamesi içinde süregiden ve artık normalleştirdiğimiz birçok absürt durum… Bu resimde geçen olayların tek bir çıkış noktası olduğunu söylemek ya da tüm kurguyu tek bir yere bağlamak izleyiciye haksızlık olur. BİR ÇEŞİT ANTİK VOLTRAN “Gelecek Nesiller için Yeni Mitler” serisinden konuşalım. Bu serinin devamı var mı? Senin mitlerin umut verici mi yoksa karamsar mı? Dahası: Şu an içinde bulunduğumuz süreçten bakarsan yakın geleceğe dair öngörülerin ne? Gelecek Nesiller İçin Yeni Mitler serisi iki farklı kurgudan oluşuyor ve devamı yok. Seri, üç parçadan oluşan “Adem Oğulları” ve iki parçadan oluşan “Tuzak” isimli çalışmaları kapsıyor. Bu çalışmalarımı 2017’de kurduğumuz KİMERA isimli grubumuzun 2018’de gerçekleştirdiğimiz ilk sergisi için hazırlamıştım. KİMERA Antik Yunan hikayelerinde geçen bir canlı. Farklı hayvan uzuvlarının bir araya gelerek oluşturduğu yeni bir canlı türü. Bir çeşit antik Voltran yani. Bu antik hikayelere gönderme yapan ama güncel konuları işleyen bir seri yapmak istedim. Ortaya bir çeşit resimsel feeri çıkmış oldu. İçinde insan olan her şey beni karamsarlığa itiyor sanırım. 35 yaşımdayım ve bu dünyada beni kötü hissettiren her şeyde insan eli var. Doğal seleksiyonun daha belirgin olacağı bir geleceğe doğru gidiyoruz. Toplumsal sınıf farkları daha çok derinleşecek. Teknoloji bizim yüzümüze gülen gizli bir düşmanımız gibi. Teknoloji yine kapitali elinde tutanların paçasını kurtaracak, onlara güvenli bir liman sağlayacak. Bu limana giremeyen kişilerin sonunu da hiç iç açıcı görmüyorum. Neden hep daha fazlasını istediğimizi kendimize sormamızı ve buna bir son vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Biliyorum ki bunu hiçbir zaman başaramayacağız. Teknoloji bu noktada insanlık için olmasa bile dünya için yararlı olabilir. Yapay zeka gibi tamamen mantıksal bağlantılar kuran ileri teknoloji birimleri insanlığın yerini alırsa dünyada adaletli, sürdürülebilir bir yaşam kurmak mümkün hale gelebilir. ​ ÇORAP, YENİLENMENİN METAFORU “Çoraptan Çıkan Sevgili” serisi de favorilerimden. Her şeyden öte çok samimi bulduğum için favorim. Bir yandan çorap fetişini anımsatmıyor da değil. Doğru muyum yoksa fesat mıyım:) Çalışmalarımı üretirken demlemeye bırakıyorum. Bu demlenme süresi bazen bir bazen beş yıl sürebiliyor. Çoraptan Çıkan Sevgili serisi de uzun bir süreç sonunda ortaya çıktı. Fikir dört yıldır aklımda dolanıyordu. Unutup unutup tekrar hatırladım ve sonunda benden ayrılması gerektiğine karar verdim… Bu ağır pişme hali gözü iyi olan izleyicinin de algıladığı bir durum sanırım. Samimiyet kurabilmek böyle mümkün oluyor. Ama bana her şey ilham veriyor. Her gün kullandığımız, kullanıp bir köşeye fırlattığımız, ayağımızda bir form kazanan, ancak çıkarıp bir köşeye attığımızda formunu/benliğini kaybeden bu gündelik eşya bende farklı bağlantılara yol açtı. Almadovar’ın “İçinde Yaşadığım Ten” filminde uç örneğini gördüğümüz gibi, ikili ilişkiler bizleri ister istemez şekillendiriyor. Özellikle uzun ilişkilerde durum daha ileri seviyelere gelebiliyor. Bu seride de bu tip ilişkilerin sonrasında kendini yenilemeye çalışan, öznel gerçekliğine sıyrılan biri var. Çorap yenilenmenin, kirli geçmişten sıyrılmanın bir metaforu. Zamanı geldiğinde yılanın derisini değiştirmesi gibi… YENİ SERGİ İÇİN FAP’LA ANLAŞTIM Şu an herhangi bir galeriye bağlı değilsin diye biliyorum. Bu bir tercih mi? Yoksa özgüven mi? Aslında senden sergi teklifi gelmeden iki gün önce yeni sergim için Ferda Art Platform ile anlaştık. Bu zamana kadar galeriyle çalışmak benim gibi İstanbul sanat merkezinden uzakta olan bir sanatçı için gerekli diye düşünüyordum, ancak günümüz iletişim kanalları o kadar çeşitli ve güçlü ki, galeri ile çalışmak elzem olmaktan çıktı. Bugün çoğu sanatçının instagram sayfası birer galeri işlevi görmekte. Galeri sistemi artı ve eksi yönleri değişen çok farklı ilişkilere evrilebiliyor. Ferda Art Platform’un kurucusu Ferda Dedeoğlu ve galeri direktörü Selin Akın ile yüz yüze ve internet üzerinden görüşmelerimizde iletişimlerindeki pozitif enerji ve güven veren his bana iyi geldi. Galerinin fiziki mekânı ve lokasyonunu da beğeniyorum. Hem ikili ilişkilerde bu denli iyi hissettiren hem de fiziki mekân olarak çok beğendiğim FAP dan gelen teklife kayıtsız kalamadım. SANAT TEKNOLOJİYLE BERABER HEP EVRİM GEÇİRDİ Salgınla beraber sanat da dijitale evrildi. Devamı gelir mi yoksa bu geçici bir mola mı? Dijital devrim kapımızı tıklatıyordu zaten, ama yaşanan son pandemi bu devrimi hızlandıracak gibi. Galerilerin mekanlarını internete taşımaları çok küçük adımlar. Endüstri 4.0, yani 4. endüstri devriminin startını gelişmiş ülkeler neredeyse 10 yıl önce verdi. Kitlesel üretimler ve büyük arz-talep ilişkisi yerine insanların daha spesifik ihtiyaçlarının karşılanacağı daha kişisel ürünler tasarlanacak, insanların kendi ihtiyaçlarını kendilerinin üreteceği ürünler hayatımıza girecek. Hatta girmeye başladı bile… Mesela Erdil Yaşaroğlu pandemi döneminde kendisi ve başkaları için evinde siperlik üretti. Evimizde çatal-kaşık, hatta tornavida bile üretir hale geleceğiz yakın zamanda. Bunun yanı sıra VR ve hologram teknolojisinin ileri örnekleri hayatımıza girecek. VR gözlüklerle galerileri evimizde kendi adımlarımızla ve fiziksel yakınlık uzaklık ilişkisiyle deneyimleyebilir ya da galeri duvarları hologram teknolojisi ile evlerimize girebilir. VR teknolojisinin güzel bir örneğini Yapı Kredi Kültür Sanat’ta Matt Collishaw sergisinde deneyimlemiştim. Heyecan vericiydi. Sanat bu zamana kadar varolan teknolojilerle sürekli evrim geçirdi. Bugün alelade duran boya tüpleri 1841’de ilk keşfedildiği zaman “İzlenimcilik” akımının doğmasına yol açmıştı. Boya tüpleri keşfedilmeseydi bugün Monet’nin ya da Van Gogh’un resimleri bu denli bizi etkiler miydi? Bilemiyorum… Sanat daima varoldu, varolacak. Hipokrat’ın da dediği gibi, “Ars longa, vita brevis (Sanat uzun hayat kısa)”. ART | Kategorinin diğer yazıları ‘Resimlerin kendi içinde tedirgin olmasını önemsiyorum’ Mahremiyeti sorgulamak daha erotik Yuzu & nom-studios sunar ‘LOOP’ sergisi Kemal Özen "Gam'zede" Online Sergi Hangi yetişkin bir ‘Gam’zede’ değil ki artık? Ali Elmacı’nın atölye günleri notları May Parlar "Collective Solitude" Online Sergi Lara Kamhi’yle paradokslar ve izolasyon üzerine... BASE’in yeni dijital projesi yakında Sessiz Odanın Çığlığı İtalya’daki müzeden salgına bakınca… Yıldızı daha da parlayacak: Salman Toor Online açılış yapan İstanbullu sergi

  • ART

    May 2024 | Art & Culture for turkish HANS OP DE BEECK “Life is never one-dimensional” words Onur Baştürk photos Studio Hans Op de Beeck BVBA I read that daily life is your biggest source of inspiration. But everyday life is a vast universe. Which details of everyday life interest you the most? ​ Genuinely small, seemingly unremarkable actions or moments: My daughter falling asleep on my lap, the baker on the corner carefully placing his colorful cakes in the window, a gardener calmly sweeping leaves from the road, an old woman patiently helping a child on the playground... These seemingly insignificant moments are the true essence of life for me. They subtly reflect the big picture of the human condition. But it can also be everyday objects or places that inspire me: a half-eaten birthday cake from the day before or an abandoned amusement park. ​ I also like the subtle notions of situations that can turn into something else, the idea that something has happened or is about to happen somewhere, and the layers of drama or conflict of spaces. ​ THIS PETRIFIED IMAGE MAKES ONE THINK OF POMPEII: A LIFE FROZEN IN TIME ​ I also like the subtle notions of situations that can turn into something else, the idea that something has happened or is about to happen somewhere, and the layers of drama or conflict of spaces. The gray color, which you like to use in many of your sculptures, installations, and even other works, makes the figures appear frozen or petrified in time. Is there another reason for the gray? What do you do to get this gray? The most prominent part of my work is what I do with monochromic gray. That’s why they are more known than the works I do in a different tone. I have also made sculptures with a combination of two or three colors. Also, most of my scripts for video, theater and opera are full-color. But at some point in my practice, I discovered my own shade of gray that makes sculptural objects, interiors, or landscapes seem fossilized, made of stone, pigmented plaster. This petrified image makes one think of Pompeii: A life frozen in time. I discovered, nearly by accident, that the gray coating I invented - a technique of layering many thin layers of coating over the sculpture - reflects light very precisely, almost velvet-like. I think it gives a special flavor to what is depicted. A soft skin that abstracts the figurative forms into a kind of parallel, silent world. The absence of colors allows you to focus on the light. ​ My work is never about simulating reality as it is, about literal mimesis or imitation; it is about abstracting the world to evoke a mood, to interpret, and to touch the essence beneath the skin of reality. I want to evoke a mood, a visual, sensory form of fiction that the viewer can identify with and experience before understanding it. My monochromatic works in velvet gray, black and white, or light blue and soft green are quiet, concentrated variants of what we know. That is why I don’t work with ready-made products. My sculptures and installations, hundreds of square meters in size, are made by hand because of the power of interpretation. ​ How is your engagement with gray outside of artworks? Do you wear gray, for instance? Haha, no. I have no particular preference for gray when it comes to clothes or my own living space. ​ Awake and sleep, movement and stillness, life and death... I think a series of dichotomies like this is the main theme of your work. Do you intend to say to the audience, “This is what life is like”? ​ I have always avoided making big words about life or even trying to explain how life works in a pedantic way. I have no wisdom to offer, but I try to reflect on life with the viewer and share the same questions and wonders. ​ Life is a tragicomic phenomenon. I think it is essential to show both the ridiculous and the serious, joy and the pain. Life is never one-dimensional. As you mentioned, I love the moments when we let go of control, ourselves, and our identity and surrender to the unknown, intoxication, sleep, or the subconscious. There are so many unknowns, darknesses, and mysteries that lie outside the linguistic comprehension of the world, logic, and intellectual legitimacy. Art is one of the instruments that touch these concepts. ​ “The Horseman”, “’The Boatman” and “Hélène”… In the future, would there be a new hero figure like these? ​ In these works, I tried to offer the viewer the beginnings of all kinds of possible stories that he or she could project onto these figures. Who are they, where do they come from, where are they in their lives, what is happening in their lives, and where are they going? “The Horseman” and “The Boatman” are lonely travelers, heading for the rest of their lives with their modest belongings. They are a kind of nameless anti-heroes. The little monkey on the horseman’s shoulder has a look in his eyes that says, “Where have we come again?” The horseman himself looks over his shoulder with a similar look. This is almost the opposite of the heroic military ruler or king depicted on a prancing horse. Because such depictions can be found in abundance throughout the history of sculpture. The female boxer Hélène is an extremely fragile young girl. Not a muscular athlete. She is an introverted girl who we can assume took up boxing mostly to defend herself against the evil world she encountered on the road. We find her sitting submissively in a quiet, isolated spot in a moment of peaceful introspection. ​ I understand that you see them as some kind of enigmatic heroes. Because each one is depicted in a unique but unremarkable way. ​ Alongside my already planned big, architectural, immersive installations, I am also envisioning sculptures of some fictional characters, such as a mysterious blind woman with an owl on her arm, two children dressed in oversized adult clothes, a woman in her 50s caressing a fox on a chaise lounge. ​ PROJECTS THAT REQUIRE TEN LARGE TRUCKS TO MOVE ​ What are the challenges of creating a large-scale work? How long does it take for large-scale work, and how does it feel to have that patience? ​ Last year, I made a 1900 square meter installation for the Lyon Biennale. For my solo exhibition at the Amos Rex Museum in Helsinki, I created a 2,000-square-meter immersive experience. These are projects that usually require ten large trucks for transportation. There is a lot of organization and logistics involved. Fortunately, I have a small team and a great manager who takes care of all these practical needs for me. It takes months to create such large installations with my team. We usually work on several exhibitions and installations in parallel. Because I do about 30 exhibitions a year. I paint big watercolor pieces at night. During the day, we work on new sculptures in my studio. Sometimes there are periods when I sleep very little. ​ We face new challenges with every major new installation. Like when we made my life-size carousel. It was to be shown outdoors for the first time and had to withstand the wind and the weather. It took a lot of research to understand how it should be built. I also made a cinematographic film with computer-generated photo-realistic sets (CGI) and recordings made in “green key” studios with which I had no experience. This kind of technical and difficult organizational work gets the adrenaline flowing, which is also motivating. ​ I WORK WITH COMBINED TECHNIQUES ​ I am also curious about the stages in the creation process of your works. If it’s not a secret, can you tell me a little bit about it? ​ I work with combined techniques for human figures. The model comes to the studio to pose, and together, we look for an expressive but comfortable and natural pose. We then do extensive photo documentation of the pose and face. We usually create a pattern on the model’s arms, hands, lower legs, and feet. We shape the head with non-drying, long-lasting clay, and the body usually with PU foam or similar lightweight, easily workable material. Then we plaster it properly, sand it and make a large mold. We can cast the sculpture monolithically from a single material, usually polyester, and for outdoor use, sometimes bronze. The final touch is the monochrome coating that my team and I developed together. ​ EVEN THE MOST ORDINARY OBJECT CAN BECOME A GREAT ART The following sentence is from an interview: "It is always very simple to conceive an idea. The hardest part is to bring it to life." Have you ever had an idea that you had a hard time realizing? I indeed believe that the main idea of an artwork can be very simple and come to life when it is in perfect balance with the content of an artwork. Even completely ordinary objects, such as bottles on a table, become great art when painted with the proper poetic sensitivity and artistic precision. Seemingly meaningless objects then become real, fundamental content. I made a lot of sculptures and watercolors or wrote texts that I failed to execute and had to throw away. You have to make mistakes to learn. You have to keep evaluating with self-criticism while not compromising your standards. Because sooner or later you will regret it! Can a work of art not be without a subject? Or how important is the subject for you? Is it more important to start with a feeling? Indeed, I once made a bold statement that art doesn't have to have a subject (laughs). What I meant was that when the artist knows how to find the delicate balance between form and content, even the most ordinary object can become great art. I am not against art that depicts big, grandiose historical subjects or art that assumes an activist responsibility toward current issues. However, Vermeer's painting of a woman pouring milk in a quiet room or Morandi's small collection of thin bottles on a table also deeply expresses the world, melancholy, and the human condition. In my work, whether it is film, theater, watercolor, or a monumental installation, I primarily try to evoke a compelling mood that immediately stimulates sensory experience. From there, I can add multi-layered elements or include them between the lines of the image. First of all, I seek images that transcend the boundaries of time and space, images that are universal. In addition, I have absolutely no qualms about covertly integrating current affairs. This allows my work to be anachronistic and eclectic, addressing all times. BEING AN ARTIST IS ABOUT CONSTANTLY REINVENTING YOURSELF Lastly, what stage of your life are you in right now? How do you feel when you look back at the works you created in the past? Do you say: "I did it," or "I still have a long way to go"? I am the father of four wonderful children, and being able to build a strong bond of love and trust with them is my most crucial achievement in life. I have held more than five hundred exhibitions in the field of art. I traveled the world. I wrote and directed plays and movies, I wrote their scripts. I directed and staged operas. The life I have lived so far already feels so complete. So, if my life ends here and now, I feel that I have already lived it to the fullest. But I will never feel "complete" as it is said. Because life continues to be a never-ending mental and emotional journey. Being an artist is actually about reinventing yourself over and over again. I look with satisfaction at some of my work that I know I will be proud of and happy with until my last day. But of course, I also have works that I think are not strong enough artistically today. I continue to self-criticize and look for ways to improve myself. This is not just about myself as an artist, but also as a human being, a father, a friend. I wish to continue to work on myself and keep learning. for more Print VOL - XII SPRING 2024 490,00₺ Price Add to Cart

  • ART

    Aralık 2021 | Art | Türkiye MAZİYE BAKMA MEVZU DERİN Bize özgü vaziyetlerin özeti Yazı | Onur Baştürk O dunpazarı Modern Müze’de (kısa adıyla OMM) 31 sanatçıyı bir araya getiren yeni bir sergi var: Maziye Bakma Mevzu Derin. Sergi isimleri son yıllarda dizi isimleri gibi oldu. Çarpıcı ve ironik bir isim olduğu zaman hem sergi kendiliğinden daha çok dikkat çekiyor. hem de içeriğe dair daha fazla ipucu içeriyor. Günümüz için bir anlamda iyi. Çünkü çok fazla uyarıcıya maruz kalıyoruz ve sürekli “dürtülmeye” ihtiyacımız var. Ve doğruya doğru, bu tür sergi isimleri dile takılıyor, akılda kalıyor. ​ “Maziye Bakma Mevzu Derin”e katılan 31 sanatçının ele aldığı mevzular ise gerçekten hem derin hem de fena halde bizden: Karmaşık, trajik, aynı anda hem hüzünlü hem komik… Sanatçı CANAN’ın işi mesela. Müzenin bir duvarını boydan boya 80’ler Unkapanı kaset kapaklarını andıran afişlerle donatmış CANAN. Başrolünde bizzat kendisinin olduğu kasetin ismi ise şöyle: “Can Veriyorum- Kaç Kurban Daha”. Afişin altına da şöyle bir not düşülmüş: “Erkeklerin sevgisi her gün üç kadın öldürüyor”. ​ DİJİTAL BİR ANIT SAYAÇ ​ Bir başka iş, Zeren Göktan’ın “Bir İhtimal Daha Var” adlı işi ise dijital yanı da olan bir anıt sayaç. Anıt sayacın anlamı şu: Müzenin duvarında, Ümraniye T Tipi Ceza İnfaz Kurumu’ndaki erkeklerin boncukları tek tek dizmesiyle oluşmuş, eski Mısırlılar’ın boncuk kefenlerinden ilham alınarak yapılmış bir kefen tasarımı asılı. Meğer boncuk işi cezaevi kültürünün bir parçasıymış, orada öğrenmiş oldum. Neyse, bu boncuklu işin aralarına bir de QR kod işlenmiş. O kodu cep telefonunuzla okuttuğunuzda bir web sitesi açılıyor: anitsayac.com 2008’den itibaren Türkiye’de öldürülen kadınların listesinin olduğu bir dijital anıt sitesi. Sayacın 2021 yılı rakamı ise sitenin en başında yer alıyor: 362! İlk bakıldığında basit ve sıradan gibi görünen bu iş, arka planı öğrenilince farklı bir yere konumlanıyor ister istemez. Özellikle de erkeklerin bu projede iki farklı ve uç rolü olması insanı düşündürüyor: Emek veren ve öldüren! ​ TENEKE POLİS ARABASI ​ Serginin dikkat çekici bir diğer işi Halil Altındere’ye ait: Teneke Polis Arabası. Sanatçının 70’li yıllarda çocukken oynadığı Gürel marka oyuncak polis arabasının büyütülmüş hali. Oyuncak polis arabasının büyük hali bir dolu ironiye yönlendiriyor zihni: Küçük boyutuyla bir noktada çocuksu ve sevimli olabilen polis arabası, gerçek araba boyutuna ulaşınca zihinlerde temsil ettiği ürkütücü-otoriter tavrına yeniden döner mi? Yoksa ona bakarken yine bir çocuk oyuncağı hissiyle mi yaklaşırız? Serginin ismi gibi işte, mevzu derin ve aynı zamanda çok katmanlı… BİZ BİRBİRİMİZİ BİLİRİZ Hasan Özgür Top’un “Biz Birbirimizi Biliriz” adlı serisi ise instagramda sıkça paylaşılmaya aday olması ve içeriğiyle en çok gündeme gelecek işlerden biri. Sanatçı bu serisinde, 80’li yılların arabesk filmlerinden aldığı görüntü ve afişlere dijital müdahaleler yapmış. Dönemin simge isimlerini; Müslüm Gürses’i, Orhan Gencebay’ı ve İbrahim Tatlıses’i “kendi kendileriyle” baş başa bırakmış. Bu müthiş ironik “yer değiştirme” serisinde özellikle İbrahim Tatlısesli olan iş dikkat çekici. Karşısında ona yalvaran kadının yerine yine İbrahim Tatlıses’in kendisini koymak, durumu hem garip bir şekilde homoerotikleştirmiş hem de tüm kadınlık-erkeklik kalıplarını bir çırpıda alaşağı etmiş. Zeyno Pekünlü’nün 1950 ile 1980 arasındaki Yeşilçam filmlerinden “erkek erkeğe” oynanmış sahneleri büyük bir özenle toplayıp peş peşe montajladığı video işinde de aynı his var: Söylenemeyen, derinlerde gizli saklı kalmış eşcinsellik, homoerotizm ve erkek dostluğunun kendine özgü yalnız ve dar kalıplar içinde sıkışıp kalmış kısa tarihi. KÖYLÜ KADINLAR PERFORMANSI İZLERSE… Sinan Tuncay’ın geleneksel değerler üzerine yaptığı fotokolaj serisi kalıplar içinde sıkışıp kalmış toplumun tüm bireylerini ele alıyor. Gelin, damat, akrabalar, heteroseksüel futbolcular, o futbolcular arasında kendini gizleyen eşcinsel futbolcu, camide ibadet edenler, bir eğlence mekanında çılgınca eğlenenler, tüm ötekiler, öteki olduğunun farkında olmayanlar; kısaca herkes. ​ Fatma Bucak’ın iki kanallı video yerleştirmesi de sergide hoşuma giden zeki işlerden biriydi. Tuz Gölü’nde çekilen iki videonun ilkinde, sanatçı ve erkek kardeşi kısa bir performans sergileyerek tek tanrılı dinlerin doğuş efsanesini konu ediniyor. Diğer videoda ise onları izleyen bir grup kadın var. Fatma Bucak’ın çevre köylerden davet ettiği 13 kadın. Onlar bu performansı izleyip yorum yapıyor ve tabii ki o kadınların yorumları işin kendisi haline geliyor. Sonuç olarak OMM’daki yeni sergi; çok iyi bildiğimiz, iyi bildiğimiz için de hep kaçtığımız, saklandığımız, üzerini ısrarla örtmeye çalıştığımız, makyajladığımız ne kadar çok “bize özgü vaziyet” varsa hepsini bir güzel eşeliyor. Ama bunu sıkıcı mesajlarla yapmıyor. Tatlı sert bir üslup benimsiyor.

  • ART

    May 2023 | Art & Culture | Online Exhibition YUZU x SOLRADO Exhibition ​ N eni Brasserie Sanatçılar / Artists Süleyman Akgüneş - Tahsin Aydoğmuş Etkin Celep - Öykü Dikmen Emre Köktaş - Yener Torun Süleyman Akgüneş Tahsin Aydoğmuş Tahsin Aydoğmuş Etkin Celep Etkin Celep Öykü Dikmen Emre Köktaş Yener Torun solrado.com

  • ART

    Nisan 2021 | Art | Türkiye Fran Aniorte’nin Akdeniz anıları MEDITERRANEO “Gerçek lüks, yaşadığımız deneyimlerdir: İnsan teması, insanlarla bağlantı doğa, sessizliğin yeniden keşfi, ustalık ve özgünlük gibi ender görülen her şey!” Barselona ve İstanbul arasında yaşayan İspanyol sanatçı ve tasarımcı Fran Aniorte’ye ait bu sözler. 14 nisanda Goba Art&Design’da “Mediterráneo” adlı bir sergi açacak olan Aniorte’nin çalışmalarının kapsamı geniş. “Object-art” ve sanat enstalasyonlarının yanı sıra tasarım ve sanat yönetmenliği de yapıyor. Bu çeşitliliğin nedenini şöyle anlatıyor Fran Aniorte: “Kişisel bir evren yaratmak için sanatı, tasarımı, zanaatı ve yaşam tarzını birleştiriyorum. Yıllarca dijital araçlarla tasarım yaptıktan sonra temel olana dönmeye ve ellerimle çalışıp sanatımla yeniden bağlantı kurmaya karar verdim”. Yapıtlarında biraz sihir olduğunu söyleyen Fran, basit fikirleri ve doğal malzemeleri kendiliğinden tuhaf bir tarzla birleştirdiğinin altını çiziyor. Ortaya çıkan sonucu ise modern ve sofistike, ama aynı zamanda mütevazı ve insani parçalar olarak yorumluyor. Sanat projelerinin yanı sıra halen Karaca'nın kreatif direktörlüğü görevini de sürdüren Fran, sergisiyle ilgili detayları şöyle açıklıyor: “Mediterráneo bir yıl önce başladığım bir sanat projesi. Bu projede Akdeniz hakkındaki kişisel vizyonumu, eski kültürlerden ilham alan günlük nesneler ve grafik sanat eserleri aracılığıyla keşfetmeye çalıştım. İspanya, Türkiye, İtalya ve daha birçok bölgeden popüler el sanatlarında kullanılan hayvanları ve grafikleri stilize edip modern bir çizgiye taşıdım. ​ Bunları Akdeniz'de geçen çocukluk anılarımla harmanladım. Her parçayı Akdeniz kültürünün arkaik referanslarıyla süsledim. Kuşlar, organik geometri, dikenli armutlar, incirler, coşkulu bitki örtüsü gibi… Çocukken incir ağaçları, kuşlar ve sakin yaşamla dolu bir Akdeniz'de, alçak vadinin tarlalarında yaşadığım özgürce akıp gitmiş unutulmaz anılarımı hâlâ saklıyorum. Sanırım bu anılar artık sanat formunda bana geri dönüyor”.

  • ART

    Aralık 2020 | Art | Türkiye Yuzu Top 10 Yükselenler - Art 2020 Bu yıl düzenlenen sanat organizasyonlarında eserleri ilk kez sergilenen ya da ilk kişisel sergileriyle dikkat çeken, ilk adımlarını atan, yani parlayanlar… Kısacası, sanatta yeni yükselenler. ​ (Listeye katkıda bulunanlar: CI Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Rabia Bakıcı Güreli, BASE kurucularından İdil Berkant ve Aslı Boduroğlu, Mamut Art Project kurucusu ve direktörü Seren Kohen Ojalvo, Yuzu Yayın Yönetmeni Onur Baştürk). Selin Türkü Birben - a.k.a “Cosmicnutz” (Mamut Art Project 2020) Herhangi bir eskiz yapmadan, deneyimlerini doğrudan çalışmalarına aktarıyor. Onu derinden etkilemiş kişileri etrafındaki nesnelerle birleştirerek yeni bir dünya oluşturuyor. Duygularını en katıksız haliyle aktarabilmek için çalışmalarındaki karakterleri tüm çıplaklığıyla sergilemeyi tercih ediyor. “Cosmicnutz”ın işleri, sahip olduğu optik renk yanılsaması nedeniyle monokrom bir renk paleti sunuyor. Rabia Kalyoncuoğlu (Avlu Bebek / Ocak 2020 - Ferda Art Platform / Ekim 2020) Eserlerinde kültürel ve toplumsal farklılaşmaların daha küçük ölçeklerde hissedilen yansımaları üzerine bir düzenleme sunuyor. Bu amaçla geleneksel malzemelere modern bir yorum katarak yeniden yapılandırıyor. Çeyizlik kumaşların üzerine çizdiği görsellerle unutulmuş ve sandıklarda yıllardır bozulmaya bırakılmış malzemeleri değerlendiriyor. Geçmişi ve şimdiyi aynı malzemede bir araya getirmeyi amaçlıyor. Emre Evcimen (Base 2020) Çalışmalarında dış koşulların gerçekliğiyle beklentilerimiz arasındaki uyumsuzluğu araştırıyor. İlgilendiği temayı seriler halinde ele alıp belirli durumlar üzerinden romantik bir yaklaşımla anlatımcı parçalar oluşturuyor. Cihan Öncü (Mamut Art Project 2020) İç dünyasının bir yansıması olan, yalın bir görsel estetiğin baskın olduğu fotoğrafları, gündelik hayatta sıkça kullanılan ya da karşımıza çıkan nesnelerin başrol oynadığı domestik kareler… Özgün bir renk paletine sahip fotoğrafların neredeyse her biri, hareketin dondurulduğu bir ana işaret ediyor. İzleyici oyuncak trenin sesli hareketini, katlanan kâğıdın hışırtısını, çiğnenen lokumun sesini duyabiliyor. Erdem Barışık (Mamut Art Project 2020) İnsanlığın diğer yaşam formlarına saygı duymadan doğal çevreyi istila ederek ele geçirme çabasını, kâğıt üzerine kalem gibi sade bir teknikle, ama zengin bir görsellikle betimliyor. Ortaya çıkan yarı soyut kentsel manzaralar, çok yoğun dokuları, üst üste binmiş formları ve monokromluklarıyla izleyiciyi neredeyse hipnotize ederek kendine çekiyor. Tuğba Akça (Base 2020) İçinde bulunduğumuz tüketim toplumunda ihtiyaçlarımızı karşılamaktan çıkıp tükettikçe “tükendiğimiz” bir hale geldiğimize inanıyor. Bu süreçte her şeyin monotonlaştığına ve bu monotonlukta yaşamın anlamsız hale gelişine dikkat çekiyor. Hayatın içine yansıyan bu monotonluğu da nesneler ve bireylerin üzerine yansıtıyor. Meryem Betül Yılmaz (Mamut Art Project 2020) Çalışmalarında yayılma ivmesini yakalamanın mümkün olmadığı iletişim çağının acımasızlığını, hayatın her alanındaki hırçın rekabetin getirdiği yalnızlaşma ve içe kapanmayı konu ediniyor. Hayal dünyasının sonsuz olasılıklarını “korunmuş, korunan, saklanmış” anlamlarına gelen “masun” isimli alemde resmediyor. Buse Koyuncu (Base 2020) Bedeni bütün olarak ele alıyor ve herhangi bir estetik kaygı gütmeden, iç dünyayı yansıtan mutlu ve huzurlu olunabilecek mekansal çözümlemeler gerçekleştiriyor. Eserlerinde ticarileşmiş, ikon kadın bedenlerine karşı geliyor ve ruhsal güzelliğin görünür kılınma çabası içine giriyor. Berk Kır (Step İstanbul 2020) İstanbul’un farklı noktalarında çekimler yapıyor. Bir röportajında söylediği gibi, “Mekânı yeni bir bağlama taşıma söyleminin temelinde, hayat akışına dahil olan insanlarla şehirde gözlemlediği mekânlar arasında bir bağ kurmak yatıyor”. Apple, Samsung ve Vogue İtalya gibi markalarla gerçekleştirdiği işbirlikleriyle de adından söz ettiriyor. Mustafa Yılmaz (Base 2020) Medyanın hayatımızdaki doğrudan iktidar oluşuna dikkat çekiyor: “İktidar büyük bir tiyatro haline gelir ve bu tiyatroda kendinden olan herkese biçilen rol, daha çok kazanmak, daha çok gasp etmek ve daha çok oburlaşmak olur. Koltuk sevdaları, kişisel arzular sansürlenir, şiddet evimizin bir parçası haline gelir”.

  • ART

    January 2024 | Art & Culture english below CİHAN BACAK Creator of Muscular Theology words Onur Baştürk ‘Muscular Theology’ nasıl ortaya çıktı? İki yıldır spor salonuna gidiyorum. Hayatıma bu rutini kattığımda zamanla her şey başka bir hal aldı. Sporda obsesif bir şekilde dinlediğim pop şarkılarının sözleri, salonda geçirdiğim saatlerde erkeklerin kafama kazınan anlarıyla birleşti ve bu AI projesi doğdu. Aslında zihnimde kadrajladığım tüm o iç gıcıklatıcı görüntüleri fotoğraflamak da güzel olurdu, ama bu legal olarak mümkün değil! O nedenle AI yardımıma yetişti. Gerçek dünyadan yola çıkarak fantastik-gerçekçi bir dünya kurdum. Bir fotoğrafçı olarak üretimlerim sırasında Türkiye’de duvara çarptığım bazı sınırlar var. Fotoğraf projelerinde tam olarak altını çizemediğimi düşündüğüm homoerotizmle, yıllardır odağımda olan moda ve modern dansı, hareketi yapay zekâ ile bir araya getirdim. En son geldiğim noktada oluşturduğum görüntüler öyle sinematografik ki… Tıpkı kadınların birbirleri için giyinmesi gibi, erkeklerin de kas yapmasının alt metninde “birbirlerine vücutlarını beğendirmeye çalışmaları” olabilir mi? Kesinlikle. Birçok insan için çok da rahatsız edici olabilecek bir şey bu. Spora ilk başladığımda özellikle sabah salonun açıldığı saatte gidiyordum. Zira o testosteron, şov ve yarış; yeni başlayan biri için çok ezici. Ama ilerledikçe bir şekilde o sessiz kulübe sen de katılıyorsun. Önceden sana sinek gibi bakanların seni izlediğini fark ediyorsun. Feci homo-erotik. Herkes birbirini izliyor. Belki çoğu birbirinin adını, işini bilmiyor ama kaçta salona girip çıktığına, gelişimine hakim. Ve kesinlikle bu yarışın bir pozitif yanı var. Seni diri tutuyor. Kaslı erkek dünyası, en ikonik örneği Tom of Finland başta olmak üzere her daim homo-erotizmin değişmeyen unsuru oldu. Şu an ürettiklerinden yola çıkarak, homo-erotizm evreninde kendi işlerini nasıl bir yere koyuyorsun? Yapay zekânın bizim gibi topraklarda -Avrupa ülkelerine göre- görsel sanatta daha farklı bir şekilde gelişebileceğine ve belki sözü olan işler çıkartabileceğine inanıyorum. Çünkü benim kurduğum senaryoda birkaç adamı bir araya getirip, doğal bir şekilde yakınlaştırıp bir de işin içine tasarımcı kıyafetleri sokmak o kadar zor ki… Bu nedenle kimsenin kaprisini çekmeden airpod’umu takıp kafamdaki imajları elde edebildiğim, istediğim zaman ara verip kahvemi koyabildiğim bir ortam, bildiğin bir rüya! İlerleyen dönemlerde bizim gibi ülkelerin markalaşmış sanatçıları bu alanda belki fotoğraftan daha fazla olursa buna şaşırmam. Fransa’da, Yunanistan’da, Sırbistan’da bir süre geçirdim ve konuştuğum tüm üreten kişiler yapay zekâya çok yabancıydı. Muscular Theology’i kafaları dahi almıyordu. Muhtemelen orada bazı şeylere erişim buradan farklı olduğu için onların buna o kadar ihtiyacı yok. Ama benim için müthiş bir kısa yol. Oturduğum yerden Paris’te bir dergiye iş çalışıp yollayabiliyorum. Dünyanın öbür bir ucundan Muscular Theology tişört koleksiyonu için mail alabiliyorum ya da hiç tanışmadığım Avrupalı bir tasarımcı bana yeni koleksiyonu için AI’la kampanya hazırlama fikriyle gelebiliyor. Seni fotoğraf sanatçılığınla tanıdık. Fotoğraflarda da erkek bedeni çoğunlukla odak noktasıydı ve genelde devinim halindeki bedenler vardı. Fotoğraf sanatçısı Chloe Rosser, Yuzu’ya verdiği bir röportajda çıplak olarak fotoğrafladığı bedenler için şöyle diyordu: “Figürlerimi cinsiyetsizleştirmeye çalışıyorum. Cinsel çekicilikle ilgilenmiyorum”. Senin için fotoğrafladığın bedenler nasıl bir anlam taşıyor? Fotoğrafta genelde çağdaş dansçılar, performans sanatçıları, oyuncular ile çalışıyorum. Bu insanlar ne yaptığını çok iyi bilen, multidisipliner, ortaklığa açık, masaya yeni bir şey koyabilen kişiler… Çekimler sonrasında genelde yüzün saklı olduğu ya da ifadenin tanımsız olduğu fotoğrafları seçtiğimi fark ettim. Bu çok bilinçli değildi, ama az çok hep böyle oldu. Eğer yüzün görünür olduğu bir fotoğraf varsa, birkaç tane de vücut parçalarının olduğu fotoğraflar yer aldı çektiğim serilerde. Sanki her parça arasında bir demokrasi olmalı. Yüze kıyak geçmek istemiyorum! Hiçbir zaman çektiğim kişiyi seksi, göz alıcı çekme gibi bir kaygım olmadı. Bir bütün var ve parçalara ayırdığında da kendi içinde uyumu, farklı çekicilikleri var bedensel olarak… Bir de çıplaklığı o kişiyi objeleştirmeden çekmek çok önemli. Bazı çektiklerime sırf çıplaklık var diye seksi diyen insanlarla karşılaştım, ama bana sorarsanız son derece romantik, duygusal işlerdi. Çıplaklığın tabu olması çok sıkıcı ve fotoğrafta, AI’da ve diğer alanlarda bunu kırmak için elimizden geleni yapmalıyız. Yıkmazsak sırf fotoğrafta biri çıplak diye seksi diyorlar. Halbuki -klişe ama- üzerinde kıyafet olan, öylesine bakan biri aslında gerçekten feci seksi olan olabilir. O işler aslında öyle olmuyor yani. How did ‘Muscular Theology’ emerge? I have been going to the gym for two years. After bringing this routine to my life, everything has changed over time. The lyrics of pop songs, which I listened to obsessively when I was exercising, combined with the moments of men engraved in my head during the hours I spent at the gym. As a result, this AI project was born. It would actually be nice to photograph all those squeaky images that I have framed in my mind, but it is not legally possible! And that's where AI came to help. I built a fantastic-realistic world based on the real world. As a photographer, there are some limits that stopped me during my production in Turkiye. With homoeroticism, which I thought I could not fully highlight in photography projects, I brought together fashion and modern dance and movement, which have been my focus for years, all with the help of artificial intelligence. The images I created at the point I arrived are so cinematographic... Just like women dress for each other, can it be that men try to “make each other like their bodies” in the subtext of muscle building? Absolutely! This is something that can be very uncomfortable for many people. When I first started doing sports, I was going especially at the time of the opening of the gym in the morning. Because the testosterone, the shows, and the race are overwhelming for a beginner. But as you move forward, you somehow join that quiet club. You notice that those who used to look at you like flies are watching you now. Terribly homo-erotic. Everyone is watching each other. Maybe most of them do not know each other's names and jobs, but they know when they enter and leave the gym and how they develop. And there's definitely a positive side to this race. It keeps you alive. The muscular male world has always been an unchanging element of homo-eroticism, with the most iconic example of Tom of Finland. Based on what you produce now, where do you put your work in the universe of homo-eroticism? I believe that artificial intelligence can develop differently in visual art in lands like ours -compared to European countries- and maybe produce works with promise. Because in the scenario I set up, it is so difficult to bring a few men together, bring them closer in a natural way, and put designer clothes into this equation... For this reason, an environment where I can put on my Airpod and get the images in my head without attracting anyone's whim, where I can take a break and put my coffee whenever I want, is a dream you know! In the future, I would not be surprised if the branded artists of countries like ours are more than photos in this field. I spent some time in France, Greece, and Serbia, and all the producers I spoke to were very unfamiliar with artificial intelligence. They could not even begin to understand Muscular Theology. They probably do not need it as much because for them accessing specific things is different from here. But it is a terrific shortcut for me. From where I live, I can work and send to a magazine in Paris. If it weren't for AI; as it is doubtful that I would even get a visa...

  • ART

    Kasım 2021 | Art | Hollanda DEPOT BOIJMANS VAN BEUNINGEN Erişilebilir ilk sanat deposu Yazı | Oktay Tutuş R otterdam'ın merkezindeki Museumpark'ta geçtiğimiz günlerde dünyanın kamuya açık ilk sanat deposu açıldı. Elbette bunu Hollandalılar yapacaktı, ne bekliyorduk ki! Şaka bir yana Hollandalılar’ın sanata verdiği önem bu yıl peş peşe açtıkları depolarla kendini gösteriyor. Bir diğeri de Amersfoort isimli bir başka lokasyonda daha yeni açılmışken... Ama bahsedeceğim, Rotterdam'daki MVRDV mimarlık ofisinin tasarımı olan ayna kaplanmış devasa kâse şeklindeki depo. Zira diğer depo mimari açıdan kendi kendine yetebilen harika bir ekolojik bina olsa da, sadece sanat eserlerini saklama ve konservasyon işine ayrılmış ve kamuya da açık değil. 151 BİN ESER SAKLANIYOR Dünyanın tamamen erişilebilir ilk sanat deposu olan Depo Boijmans Van Beuningen, müze dünyasının perde arkasına bir bakış sunmak ve tüm sanat koleksiyonunu halka açık hale getirmek amacıyla yapılmış. Yansıtıcı yuvarlak hacimli yapının çevresine tepki veren türden oluşu önemli. Sanatın da bizim yansımamız olduğunu düşündürmeyi amaçlamışlar mı bilinmez, ama sonuç zevkle bakılacak cinsten, tartışmasız! Depo; sanat ve tasarım için muazzam miktarda depolama alanına ek olarak sergi salonları, çatı bahçesi ve bir restorana sahip. Toplamda 151 bin eserin saklandığı, sergilendiği ve korunduğu bir merkez olarak yaklaşık 10 yılda yapılan deponun sıra dışı olmasa da oyuncaklı şekli, aslında içinde bulunduğu Museumpark'ta daha az yer kaplama arzusundan… Mimar Winy Maas liderliğindeki MVRDV, her zaman akla hayale gelmeyecek gibi gözüken ama son derece basit olan çözümlerle şehirciliğin kimyasını değiştiren yapılar tasarlıyor. Bu binada da aynı imzayı görmek mümkün. BU DEPO AYNI ZAMANDA YAŞAYAN BİR TABLO! Sonuç olarak bina parkta daha az yer kaplıyor, ancak tüm programı (depolama alanları, restorasyon stüdyoları, yemek tesisleri ile film ve sunum odaları) barındırmak için 10 metrelik bir çıkıntı ile yukarı doğru kıvrılıyor. Deponun baskılar ve resimlerden fotoğrafa kadar en hassas sanat eserlerini barındıracak beş iklim bölgesi var. 1664 panele bölünmüş 6609 metrekare camdan oluşan aynalı cephe, binanın görsel olarak çevresiyle bütünleşmesini sağlıyor. Büyük giriş kapıları cepheyle birleşiyor ve sadece çalışma saatlerinde, cephe bir James Bond filminden fırlamış bir alet gibi açıldığında görünür hale geliyor! Her gün -hava koşullarına bağlı olarak- depo, yaşayan bir tablo gibi farklı görünüyor. ÇATI ORMANI Depo aynı zamanda şehre doğayı katma denemesi olarak da düşünülmeli. En iyi Hollanda çatısı ödülüne layık görülen 35 metre yüksekliğindeki çatı ormanından bahsediyoruz. Buradaki 75 huş ağacı, çimenler ve 20 çam ağacı; suyun tutulmasına, biyolojik çeşitliliğin desteklenmesine ve şehirdeki ısı stresinin azaltılmasına yardımcı oluyor. Bu proje için ağaçlar, bir fidanlıkta üç yıl boyunca yeni evleri için hazırlanmış. SON SÖZ Depoyu ziyaret etmek tamamen yeni bir deneyime kucak açacak şekilde olsun diye sanat eserleri tarihi dönemlerine göre değil, boyut ve iklim gereksinimlerine göre düzenlenmiş. Eski ve çağdaş eserleri yan yana getirmek, yeni bağlantılar kurmak için de bu iyi bir fırsat.

  • ART

    Nisan 2021 | Art | Dünya Yayoi Kusama’nın ‘Cosmic Nature’ diyarı Şu anda New York’ta olmak vardı! Hayır, caddesi sokağı restoranı yüzünden filan değil; Bronx’taki New York Botanik Bahçesi’nde, kısa adıyla NYBG’de açılan Yayoi Kusama sergisi nedeniyle… 92 yaşındaki ikonik sanatçının “Cosmic Nature” sergisinden renkli kareler dijital dünyalarımıza düşmeye başladı bile. Kusama’nın zihin tünellerinden çıkma aynalı küreler, noktalı kumaşlarla sarılmış ağaçlar, dev çiçekler ve balkabağı heykelleri botanik bahçesinin her köşesine yayılmış durumda. NYBG’nin iletişim müdürü Nicholas Lechi şöyle diyor: “İnsanlar dışarda olmak ve kültürel bir şeyler görmek için can atıyor”. ​ Yeni normale de uygun bir sergi bu. Düşünün, eskiden Kusama'nın aynalı “sonsuzluk odalarından” birinde 30 saniye geçirme şansı için saatlerce kuyrukta bekleyenler vardı. O çılgın popüler sergilerin aksine NYBG’deki tüm işleri sıra beklemeksizin görmek, sosyal mesafeli gezmek mümkün. ​ ÇOCUKLUĞU FİDANLIKTA GEÇTİ ​ Salgın nedeniyle bir yıl gecikmeli açılan serginin yapımı aslında üç yıl sürmüş. Eleştirmenlere göre Cosmic Nature, birkaç iddialı eserin yanı sıra Kusama standartlarının ustaca yeniden canlandırılması ve erken dönem resimlerinin, performanslarının küçük bir retrospektifini içeriyor. Bir de ötesi var. Kusama’nın çocukluğu büyükanne ve büyükbabasının işlettiği fidanlık tesisinde geçmiş. Dolayısıyla en başından beri bitkiler onun hayatında önemli bir yer tutmuş. Bu sergi bir bakıma Kusama’nın bitkilere olan hayranlığının bir yansıması sayılabilir yani.

  • ART

    Ocak 2021 | Art | Türkiye YUZU Selections Vol - II shopi go ART Yazı | Onur Baştürk K olekta’yla ilkini gerçekleştirdiğimiz seçki serisinin ikincisine çok yeni bir sanat platformuyla devam ediyoruz: shopi go ART. Bağımsız sanatçıların cesur işlerinin yer aldığı bu seçkiye dair platformun kreatif direktörü Murat Süter’in söylediklerini okumak isterseniz sizi bu linke alalım. CHORUS OF BODY KEREM DURUKAN APRIL KEY OĞULCAN KUŞ MURAT ÖNEN HİLMİ CAN ÖZDEMİR ZEYNEP SEVERGE OĞULCAN SÜRMELİ YILMAZ ŞEN MARAL TAŞKIRICI BEGÜM YETİŞ BEYZA YILDIRIM ECEM YÜKSEL CHORUS OF BODY Resim // İsmet - 2020 Kâğıt üzerine yağlı boya Chorus of Body, yüzsüz erkek bedenleri resmetmesiyle tanınan İstanbul merkezli bir ressamdır. Çalışmalarının bir kısmı, İngiltere'de 2019 yılında gerçekleştirilen karma bir sergide ilk defa yer aldı. Resim tutkusunun yanında fotoğraf ve edebiyat alanında da çalışmalar göstermektedir. 2018'den beri duygularını ifade etmek için yağlı boya darbelerini kullanarak yüzsüz bedenler üzerinde çalışmaktadır. Kendisi ve yakın çevresi tarafından çekilmiş fotoğrafları resmetmektedir. Fırçasıyla bulanıklaştırdığı suretler, izleyicinin gözünde daha esrarengiz bakışlara bürünmektedir. Çalışmalarının gizemli bir ifade kazanmasını sağlayan bu tarzına ek olarak, ‘’avuç içine sığacak kadar’’ tabiri ile küçük boyutlarda ürettiği resimleri, bir bakışta tüm tasarıma hâkim olma ve o hazzın en doruğuna ulaşma amacı gütmektedir. Diğer bir deyişle, resimlerinin odak noktası doğrudan vücutlar ve bıraktığı izlenimdir. Tüm bu çeşitlilik, renkler ve hazlar vücut korosunu oluşturmaktadır. KEREM DURUKAN Resim // Trying to have an idea this time with Paul's persp, Tuval üzerine karışık teknik, 150 x 130 cm Kerem Durukan (Afyon, 1987), ilkokul yıllarında gittiği Necmettin İren Atölyesi’nde sanat kariyerine ilk adımını attığından habersizdi. İlerleyen yıllarda, sanat öğrenimine Eskişehir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Resim Bölümü’nde devam eden sanatçı, lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde 2008 yılında tamamladı. Sonrasında eğitimine aynı üniversitenin Grafik Tasarımı Bölümü’nde uzun yıllar devam etmiş olan Durukan, 2010-2011 döneminde Almanya’da bulunan Bauhaus-Universität Weimar’da Görsel İletişim Tasarımı ve Güncel Sanat öğrenimi gördü. Sanatçı, çeşitli kişisel ve karma sergilerde ve sanat-tasarım projelerinde yer aldı; birçok dergi, ajans ve tasarım ofisinde çalıştı. 2018 Bilkent Library Art Gallery’de davet üzerine gerçekleştirmiş olduğu serginin ardından kariyerini tam zamanlı bir sanatçı olarak sürdürmeye karar vererek hayatını buna adadı. Sanatçı şimdilerde, İstanbul’da yaşıyor ve çalışmalarını sürdürüyor. APRIL KEY Heykel // Harvey's Bar - 2019, Üfleme cam neon, 28 x 33 x 20 cm Küçük yaştan beri üretmeye ve geliştirmeye meyilli bir sanatçı olan April Key (Edinburgh, 1991), yaratıcılığın sınır tanımadığı mimari ve tasarım dünyasına duyduğu ilgininin izinden giderek lisans eğitimini Edinburgh College of Art’ta İç Mekân Tasarımı Bölümü’nde 2013’te tamamladı. Mezuniyetinin ardından İstanbul’a taşınan sanatçı, burada önde gelen iç mimarlık firmalarıyla çalıştı, ta ki iki yıl önce yola etkileyici ve bir o kadar da sıra dışı aydınlatma tasarımları yaratmak üzere tek başına devam edene kadar. April Key, etkileyici tasarımlarının yer aldığı Ocean Drive Collection’ı 2019 Milano Tasarım Haftası’nda izleyicilerle buluşturdu. Beğenilen işleri, Best of Isola Design District oyu alırken, Sothebys, Elle Décor UK ve Archipanic gibi önemli kurum ve yayınlardan da övgü topladı. Key, şimdilerde, Moda’daki atölyesinde markasını ve çalışmalarını geliştirmeyi sürdürürken, aynı zamanda birçok bağımsız projeyle de ilgileniyor. OĞULCAN KUŞ Resim // #18 - 2017, Ahşap panel üzerine akrilik boya, 20 x 20 cm 2011 yılında eğitimini almak üzere New York’a taşınan Oğulcan Kuş (İstanbul, 1993), Marymount Manhattan College’dan mezun oldu, lisans eğitimini ise Creative Media and Studio Art Bölümü’nde tamamladı. Kuş’un işleri akrilikten, heykele, ankostikten filme çeşitlilik gösteriyor. Postmodern estetiği Türk kimliği ve yakından analiz ettiği Amerika’nın popüler kültürü ile harmanlıyor. Sanatçı, şimdilerde çalışmalarını İstanbul’da sürdürüyor. Oğulcan Kuş, deneyimlerini kayıt altına almak için üretiyor; bunu yaparken en basit ve mümkün olan en renkli yolu tercih ediyor. Eserlerine sadece fiziksel değil, rüyalar ya da soyut düşüncelerini de yansıtıyor. Desenlere, canlı renklere, bilinçaltıyla bağlantılı gizemli, merak uyandırıcı imgelerle yakından ilgileniyor. Bu imgeler, beyaz eldiven giymiş bir çift el kadar somut ya da bir grup renk kadar soyut olabiliyor. Fikirlerinin tamamının bilinçaltıyla bağlantılı olduğunu düşünen sanatçı, pratiği vasıtasıyla somut ve soyut olan arasındaki boşlukları doldurmayı görev ediniyor. MURAT ÖNEN Resim // Schwitze - 2016, Tuval üzerine yağlıboya, 60 x 80 cm Murat Önen (İstanbul, 1993), eğitimine İstanbul Avni Akyol Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nin ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Resim Bölümü’nde devam etti. Üniversitede geçen ilk yılının ardından 2012’de öğrenci değişim programı ile Almanya’da bulunan Dresden Güzel Sanatlar Akademisi’ne geçiş yapan sanatçı eğitimini burada tamamlayarak 2017’de diplomasını aldı. Önen, kısa bir süre Leipzig’de bulunduktan sonra 2018’de misafir öğrenci olarak gittiği Düsseldorf Sanat Akademisi’ne kabul edildi. Sanatçı şimdilerde eğitimine Düsseldorf’ta akademinin Resim Bölümü’nde Yeşim Akdeniz’in öğrencisi olarak devam ediyor. HİLMİ CAN ÖZDEMİR Resim // 1943 - 2019, Tuval üzerine yağlıboya, 180 x 160 cm Hilmi Can Özdemir (Eskişehir, 1995) eğitimini ilk olarak Eskişehir Atatürk Güzel Sanatlar Lisesi, ardından da Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü’nde aldı. 2018’de tamamladığı üniversite eğitimi boyunca çeşitli karma sergiler ve workshoplara katıldı.2019 yılında başladığı Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Resim Bölümü’nde eğitimine devam ederken aynı zamanda üretimlerini Eskişehir'deki atölyesinde sürdürüyor. Sanatçı eserlerini ortaya çıkartırken, anonim fotoğraflardan yola çıkıyor. Kartpostallar, tarihi görseller, aile ve şehir arşivleri birikimlerini oluşturuyor. Buluntu fotoğrafları, kendi hayal gücünün mahremiyeti içinde yorumlayarak, gerçeklik ile çarpıtılmış gerçeklik arasındaki ayrıma meydan okuyor. Fotoğraf ve resim arasındaki sınırları yıkmaya çalışıyor. Özdemir, sıradan buluntular ile ortaya çıkartılmış etkisi yaratan kompozisyonlarını aslında özenle seçiyor ve odağına aldığı kavramlarla beraber kadrajı yeniden kurguluyor. Resimlerini teknik ve kavramsal olarak salt gerçeklerden arındırmış bir şekilde, eserlerinde yeni bir anlam bütünlüğüyle oluşturuyor. Tasfiyelerinde, bireyin farklı gerçeklikler teşkil ettiğini referans alarak eserlerinde ilk bakışta analiz edilemeyen kültürel ve toplumsal mesajlar, sembolik bir dille aktarıyor. Bu süreç doğrultusunda, her bir izleyici Özdemir’in eserlerini kendi yaşam deneyimleriyle birlikte toplumsal birikimlere ve kültürel kodlara göre yorumluyor... ZEYNEP SEVERGE Seramik // Zig Zag I Vase - 2020, Slip döküm ve bir araya getirilmiş sırlı seramik, 14 x 9 x 5 cm Zeynep Severge (İstanbul, 1992), küçük yaşta başladığı ve profesyonel olarak sürdürdüğü kayak kariyerini bıraktıktan sonra lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde tamamladı. Bir süre eğitim aldığı alanda çalıştıktan sonra esas tutkusu olan endüstriyel tasarıma yöneldi; kendi atölyesini kurarak seramik üretimine yoğunlaştı. Sanatçı, İstanbul ve dünya çapında sergilerde yer aldı ve önemli koleksiyonlara dahil olmayı başardı. 2017'den beri devam ettirdiği Severj isimli markası ile Zeynep Severge, günlük kullanıma uygun, fonksiyonel seramik ve porselen koleksiyonlar üzerine Tophane’deki stüdyosunda çalışmayı sürdürüyor. OĞULCAN SÜRMELİ Heykel // Prestij - 2018 Hazır nesne üzerine karışık teknik 90 x 62 x 50 cm Oğulcan Sürmeli (Istanbul, 1995), çocuk yaştan itibaren resim pratikleri ile çevresini algılamanın derdindeydi. Dikkat eksikliği tanısı konduktan sonra bir süre psikolojik destek aldı. Ancak, sonradan anlaşıldı ki, sanatçı sadece olağan düzenin kendisini kalıba sokmasına izin vermiyordu. Lise yıllarında zihin ve davranış bağlantılarını araştırmaya başladı. Birçok yanıtı felsefe ile yorumlayabildiğini fark etti. Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni burslu kazandı. Çalışmalarında ''anlam'' üzerine pratiklerde bulunan sanatçı, bir süre sonra tuval ve boyanın kendisine yetmediğini düşünerek kavramsal bir zenginlik adımı attı. Tin ve gündelik yaşama dair kurduğu bağlantıların aktarımını hangi disiplin ile doğrudan aktarabileceğini düşündüyse o disiplinlerde teknik olarak uzmanlaşmaya başladı. Sanatçı, mezun olduktan sonra sanat ile ilgili yazdığı bir yazı Art Unlimited'da yayınlandı; birçok karma sergiye ve proje katıldı. İlgi alanlarından biri olan psikolojiyi sanatla birleştirip, bazı klinik psikologlar ile birlikte çalıştı. Şimdilerde ise plastik sanatlar üretimine İstanbul'da devam ediyor. Oğulcan Sürmeli’nin çeşitli üretimleri tinin dışavurumu olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda, insanın tanrısal yansımasından meydana gelen anlam kayıplarının incelenmesi sanatçı için temel bir konu. Sürmeli, tin ve gündelik yaşama dair kurduğu bağlantıları hangi disiplin ile doğrudan aktarabilecekse o disiplinlerde teknik olarak altyapıyı kuvvetlendiriyor. Böylece bulunduğu coğrafyanın yaşanmışlıklarını ve değerlerini kendi içinde öznelleştirip, metafor hale getirerek sanatsal değerlendirmeler oluşturmaktadır. Bu doğrultuda çalışmalar incelendiğinde bir “şey” ile “özü” arasındaki ilişkinin, gördüğümüz bir imgenin neye benzediğini inceler. Yani çalışmalarda bulunabilecek anlam kaybının ortama adapte olarak varolması, ilk bakışta mutlu bir ütopyacı olarak görünen bir imgenin, ne kadar da absürt olduğunu ortaya koymaktadır. Böylece ütopya ve distopyanın aslında aynı şey olduğunu da bize yine anlam üzerinden göstermiş olur. YILMAZ ŞEN Gif // Face_Worm v2 - 2019, 3D animasyon video, 1920 x 1440 pixel Yılmaz Şen(İstanbul, 1988)’in animasyon ve üç boyutlu tasarımlara olan ilgisi henüz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde okurken başladı. Sanatçı, lisansını tamamladıktan sonra müzik festivalleri ve gece kulüpleri için sahne ve aydınlatma tasarımları yaparken bir yandan video jockey’lik yaptı. 2016 yılında Kopenhag’a yerleşen sanatçının, 2017’den beri odağında animasyon ve görsel efektler var. Şen, bugüne kadar bu alanda, Balenciaga, MTV ve Nike gibi markalarla çalıştı. Yılmaz Şen, eserlerinde insan algısının subjektifliği ve alternatif gerçeklik konularını derinlemesine işliyor. Sanatçının eserlerinin temelini öngörülemezlik olgusu, gerçeklik algısı ve hareket tasarımı kavramları oluşturuyor. Eserlerinin büyük bir bölümü hareketli görsellerde oluşuyor; üretim ve araştırma aşamalarında ise çoğunlukla dijital görselleştirme tekniklerine başvuruyor. MARAL TAŞKIRICI XYZ - 2019, Sırlanmış seramik Maral Taşkırıcı (İstanbul, 1996), School of the Art Institute of Chicago’da ve devamında da NABA Milano’da Designed Objects eğitimi aldı. Disiplinlerarası bir pratiğe sahip olan sanatçının resimleri insanların rastgele bir oluşum, dizilim olarak gördüğü motiflere verdiği bütünsel bir tepkinin yansıması gibidir. Psychedelic bir soyutlaştırma sonucu oluşturduğu karmaşalar serisinde kaosun içindeki basitlik, deformasyonun içindeki harmoni öne çıkar. Seramik çalışmalarında ise kendine desenleri için yeni yüzeyler oluşturarak plastik pratiğini boyutlandırır. 2019 yılında Ambidexter’da ilk solo sergisi Lost on Venus’ü gerçekleştiren Maral, Mamut Art Project 2020 edisyonunda seramik çalışmalarından oluşan serisi Not Proud’u sergilemiştir. BEGÜM YETİŞ Fotoğraf // Lulu - 2018, C Type baskı, Rulo - 50,8 x 35,5 cm Begüm Yetiş (İstanbul, 1987), lisans eğitimini University of Southern California’nın Film Bölümü’nde ve İstanbul Bilgi Üniversitesi, Fotoğraf Bölümü’nde tamamladı. 2016 yılından beri Londra’da yaşayan ve çalışan sanatçı, moda sektöründeki çalışmalarının yanı sıra kişisel projelerini kimlik ve cinsellik üzerine geliştiriyor. Sanatçı ilk kişisel sergisini 2018 yılında Londra, Doomed Galeri’de gerçekleştirdi. Vücut geliştirme dergileri ve punk posterlerinden esinlenen, farklı kültür, yaş ve ırklardan insanları fotoğraflayan Begüm Yetiş, insan vücudunun dürüst, kendinden emin ve cesur hallerini öne çıkarıyor. Sanatçı, beden, cinsellik ve cinsiyet üzerine yaptığı çalışmaları ile günümüzün çağdaş erotik kavramlarına vurgu yapan işler üretmeye devam ediyor. BEYZA YILDIRIM Fotoğraf // Alev ruhu sarıyor, geliyor kalbe yakın IV - 2019, Fine Art baskı, Rulo - 60 x 40 cm İstanbul’da yaşayan ve odağına görsel sanatları alan fotoğrafçı Beyza Yıldırım (İstanbul, 1992), uzunca bir süre, 2012 ile 2020 arasında, projelerinin çoğunu hayata geçirme fırsatı bulduğu Londra’da yaşadı. Lisans eğitimini 2016’da, University of the Arts London, London College of Communication’da Fotoğraf Bölümü’nde, final projesiyle Michael Wilson Award'u kazanarak tamamladı. Mezun olduktan sonra yola sanat ve fotoğrafla devam eden Yıldırım’ın işleri, ağırlıklı olarak moda ve portre fotoğraflarından oluşuyor. Kariyeri boyunca, çeşitli projelerde farklı alanlardan birçok sanatçı ve yaratıcı isimle iş birliği yapan sanatçı, Vogue, Dazed, Beauty Papers gibi sektörün önden gelen dergileri ve dahasıyla çalışma fırsatı buldu. Fotoğraf sanatının dinamik yapısının izleyiciyle iletişim kurduğuna inanan sanatçı, estetik değerlerini fotoğrafladıkları aracılığıyla aktarmayı hedefliyor. Şimdilerdeyse, bir yandan kişisel projelerine odaklanırken bir yandan da markalara özel fotoğraf çekimleri yapıyor. ECEM YÜKSEL Resim // Büyük Umutlar - 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 73 x 98 cm 2008’de Kocaeli Güzel Sanatlar Lisesi’nden mezun olan Ecem Yüksel (Zonguldak, 1989), lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Resim bölümünde aldı. 2016 yılında eğitimini tamamlayan sanatçı, Türkiye’de ve yurt dışında gerçekleşen çeşitli sergi ve sanat fuarlarında yer aldı. 2019’da çizimlerinin yer aldığı ilk kitabı Fan Page’in, ilki düzenlenen border_less Art Book Days'de gösterimini yaptı. Yasemin Yasu ile hazırladığı ikinci kitap Cat Days ise 2019 yılında çıktı, sanat tutkunlarıyla Torino’da organize edilen Flat Art Book Fair’da buluştu. Kitap, bu yıl Tasarım Bakkalı’nın organize ettiği bir lansmanla da İstanbul’da tanıtıldı.

  • ART

    Mayıs 2021 | Art | Türkiye SABO ile dünyadaki tüm zamanlar Yazı | Begüm Güney V ersus Art Project, 3 Haziran-10 Temmuz tarihleri arasında SABO’nun ikinci kişisel sergisi “Time Machine”e ev sahipliği yapıyor. Sergi, zaman kavramının bulanıklaştığı bugünlerde ‘an’da kalma mücadelesi vermeksizin geçmişi ve geleceği birleştiriyor. “Paracetamol” adlı ilk serginden bu yana iki yıl geçti. Bu süreçte yeni serginin oluşma hikâyesini ve Fulya Çetin’in ifadesiyle ‘plastiğinin öyküsünü’ merak ediyorum. Kavramsal olarak hangi konuları ele aldın? Versus Art Project’ te açmış olduğum “Paracetamol” sergimden hemen sonra çalışmalarına başladığım proje oldu “Time Machine”. Kişisel birtakım anı ve hikâyelerimi anlattığım ilk sergimin ardından bu kez hikâyeyi daha geniş tutarak genel bir bakış yakalamaya çalıştım. Zaman çizelgem içerisindeki ufak hatıralardan başlayan serüven, insanlık tarihine ve sonrasında da geleceğe uzanan bir anlatıma evrildi. Bu sergide insanlığın başarıları, kayıpları, umutları, tecrübeleri, hayal kırıklıkları arasında yolculuk halinde olurken, bir taraftan da zaman makinesi içerisine bizzat kendim girip kişisel bir serüvene çıktığımı da belirtmeliyim. Özellikle bu yolculuk yapmış olduğum Time Machine sanatçı kitapları ile başladı. Öncelikle yakın zamanlı eskiz defterlerimi yeniden ele aldım. Bu defterlerin içerisindeki sayfalardan bir seçki oluşturdum. Sonrasında bu seçkiyi tamamen el yapımı bir kitaba dönüştürmek ilk adımım oldu. Aslında bir nevi kendi işlerimi kopyalama fikri üzerine yoğunlaştım. Sayfaları bitirip kitabın ciltlenmesini de tamamladığımda, istediğim boyut ve formatta ilk el yapımı sanatçı kitabımı bitirmiş oldum. Sonrasında kopyala işlemleri diğer kitapları tamamlayana kadar devam etti. Sonuç olarak birbirinin aynısı olmaya çalışan, toplamda altı adet el yapımı Time Machine sanatçı kitapları ve sergimin adı ortaya çıktı. Seni bu formatta kopyalamaya iten şey neydi? Notlarımı, fikirlerimi netleştirmek ve düzenlemek diyebilirim. Defterlerin içerisinde işlenmemiş halde bulunan her bir parçayı yerli yerine oturtmak bir şekilde. Kopyalama fikrinin dikkatimi çekmesinin nedeni bu oldu. İşlerimi yaparken onları tekrar ele alıp düzenlediğim zamanlar sıkça karşıma çıkıyor. İster istemez yaptığım bir deseni bir kez daha çizmek, değiştirmek durumunda kalabiliyorum. Bu şekilde doğru sonuca yönelmem kolaylaşıyor. İlk kitap bittiğinde tüm sayfaları tekrar kopyalama fikri de bu şekilde ortaya çıktı. Her sayfayı yan yana koyduğumda ve dikkatli bakıldığında görünen ufak farklılıklar işin büyüsünü daha da artırıyor. VERDİĞİMİZ KARARLAR NE KADAR DOĞRU Seride sıklıkla tipografiye yer veriyorsun. Neden? Tipografiler, başlıklar, metinler farklı bir açıdan ilgimi çekiyor. İşlerime dahil ederek tasarım dilini zenginleştirmeyi seviyorum. Bazen tek bir cümle çoğu şeyi özetleyerek anlatabiliyor. İzlediğim bir filmde ya da okuduğum bir kitapta geçen günlük konuşma cümlelerini not alıp ileride kullanmak için biriktiriyorum. Zamanı gelince cümleler ve işler mutlaka birbirlerine kavuşuyor zaten. Ara sıra bu notlara bakıp birbirlerinden kopuk bu cümlelerin alt alta gelerek anlamsız diyaloglar kurmasını izliyorum. PARALEL EVRENDE NASIL HİKÂYELER YAZILIYOR Serginle izleyiciyi hangi zamana götürüyorsun? Sergide geçmiş, şu an ve gelecek anlarının hepsi mevcut. Geçmişte yaşanmış ve tarihe yazılmış başarı öykülerinin yanı sıra günümüze ulaşan hatıralar ve gelecek kaygılarını, tüm bunların yanında belki de anlamsız bir şekilde emekleme çabalarımızı görüyoruz. Verdiğimiz kararlar ne kadar doğru? Bu tür yolculuklarda geçmiş hatalarımızı telafi etmeyi seçer miydik? Umarsızca yolumuza devam edersek gelecekte bizi neler bekliyor? Bunun gibi soruları sormaya çalıştım. Figürlerin geçmiş, şimdi ve gelecek zamanda yolculuk yapıyor ve tek bir düzlemde birleştirdiğin zaman ve mekan olguları kendi yaşamından anlar ile döngüsel bir ironi yaratıyor. Bugün bu durum gerçekten ‘ironik’ mi? Hepimizin geçmişte değiştirmek istediği ufak ya da büyük anıları, silmek istediği hatıraları mutlaka vardır. “It Sucks To Be You” işlerinde olduğu gibi her zaman başkalarının kusurlarını görüp bir anda “Don’t Give Up The Ship” işlerindeki batan gemiyi asla terketmeyen kaptan rolünde kendimizi buluyoruz. Tüm bu duygusal iniş çıkışlar ile verdiğimiz kararlar bizim zamanımızı şekillendiriyor. Peki paralel evrenlerde ya da henüz keşfedilmemiş ikili dünyalarda nasıl hikâyeler yazılıyor? Bunları henüz bilmiyoruz! Kim bilir, belki ilerde diğer versiyonlarımız ile bir araya gelip her birimizin verdiği kararları masaya yatırabileceğimiz bir zaman yaşarız. Yapıtlarında tarihten referanslar ve metinler sıkça karşımıza çıkıyor. Tarihten bugüne insanlığın başarı ve başarısızlıkları neler? Açıkçası en çok odaklandığım nokta, özellikle son birkaç senedir tabiatın sesini duyurmaya çalışıp bizlere göndermiş olduğu tüm alarmlara gözümüzü, kulağımızı kapatmamız oldu. Bu bizim en büyük başarısızlığımız. Şu an sahip olduğumuz tek evimize yaptığımız bu tahribatın yanında savaşların, fetihlerin ya da zaferlerin hiçbir önemi kalmıyor. Ne yazık ki geçmişi değiştiremiyoruz ama bir es verip anı farketmek ve geleceği ufak da olsa iyileştirmeye çalışmak bizim elimizde. Son olarak bu seri geçmişten ve şimdiden geleceğe ne söylüyor? Kendimize yüklediğimiz değerin sandığımız kadar fazla olmadığını, geçmişin yaşanmış bir anı kadar silik, geleceğin ise birçok alternatifi olan yollardan oluşabileceğini anlatıyor. Tüm süreç dönüp dolaşıp şu an verdiğimiz kararların önemini vurguluyor.

  • ART

    Mayıs 2022 | Art | Türkiye Gökşen Buğra Galeri Bosfor’u anlatıyor Yazı | Alp Tekin Y aklaşık 20 yıldır güncel sanat alanında editoryal ve küratöryal üretimler yapan Gökşen Buğra, Karaköy’de açtığı ilk galerisi Bosfor ile ilgili yuzu’nun sorularını yanıtlıyor… Sanat galerisi açarken motivasyonun neydi? Bosfor’la ulaşmak istediğin bir amaç var mı? Bir galeri açmak büyük bir heyecan. Galerinin adını koyarken bile büyük anlamlara referans vermeyen bir şey seçmek; kendi yolunu çizecek, bir boşluğu önce yaratıp sonra sanatla, insanla anlamlandıracak bir alan arzu ettim. Aslında galerinin gergin ve mesafeli havasını yok etmek, sanat eseri ve izleyici arasında sıcak, yakın bir ilişkiye ev sahipliği yapmak istiyorum. Galeri açma motivasyonum, sanat alanındaki piramidal yapıda tepe noktasına sanat eserini ve sanatçıyı yerleştirmekti. Çünkü bana göre çok bileşenli bu yapıda gerçekte neyin vazgeçilmez bir değer olduğu konusu şaşırtıcı biçimde yer değiştirdi. Bosfor’un misyonu; özgün, dinamik bir sergi programı izlemek, yayınlar yapmak ve İstanbul’un sanat ortamında izleyicinin kendini iyi hissedeceği, yabancılaşmayacağı bir espas sunmak. KENDİ ZAMANININ TANIKLIĞINI ÜSTLENSİN Bosfor’un diğer galerilerden ayırt edici olduğunu düşündüğün özelliği var mı? 20 yıla yakındır editöryal ve küratöryal alanda üretiyorum. Uzun süredir ders veriyor, yazı yazıyorum. Galericilik anlayışımı ticari değil, entelektüel bir zemin üzerine inşa ettim. Her galerinin farklı bir vizyonu var. Benim ayrıldığım nokta, sanat tarihine kalıcı bilgi ve belge bırakmak, karma sergilerle sanat çevresini bütünleyici bir yol izlemek olabilir. En önemsediğim nokta, galerinin temsil ettiği sanatçılar haricinde sanat üretiminin nabzını tutabilecek karşılaşmalara ev sahipliği yapması ve kendi zamanının tanıklığını üstlenmesi. Temsiliyetini üstlendiğin sanatçılar kimler? Uzun süredir birlikte çalıştığım sanatçıları temsil ediyorum: Burcu Erden, Ahmet Çerkez, Olgu Ülkenciler, Erman Özbaşaran, Ilgın Seymen ve Mithat Şen. Yeni çalışmaya başladığım sanatçılardan biri Yasha Butler. Temsiliyet dışında da çalışmayı planladığım sanatçılar var; bir galerinin anne karnı gibi genişlemesini ve çok sayıda nitelikli sanatçıya yer vermesini her zaman önemsiyorum. galeribosfor.com

  • ART

    Ocak 2022 | Art | Londra for english click here Sürrealist fırtına şubat sonu Londra’da Yazı | Oktay Tutuş T ate Modern 24 şubatta geniş kapsamlı bir sürrealizm sergisi düzenliyor. “Surrealism Beyond Borders / Sınırlar Ötesi Gerçeküstücülük” isimli bu sergi için Tate Modern’in Atlantik’in diğer yakasındaki The Metropolitan Museum of Art’ı kendine suç ortağı seçmesi boşuna değil. Çünkü bu iki köklü kurumun altını çizmek istedikleri nokta, sürrealizmin sınırların ötesinde ve evrensel olduğu gerçeği. Aynı zamanda sürrealist sanatçıların otoriteye boyun eğmeyip “yeni bir dünya mümkün” hayalini nasıl öğrettiğini de göstermek istiyor sergi. 80 YILLIK ZAMAN DİLİMİNİ KAPSIYOR 1924’te Andre Breton tarafından tanımlanan, sonrasında hızla benimsenen sürrealizm sanatçılar tarafından çoğunlukla şiirsel, hatta komik işlerle yansıtıldı. Dali’nin “Lobster Telephone / Istakoz Telefon” adlı işi buna en güzel örnek. Bunlar yanı sıra bazı sanatçılar sürrealizmi politik, sosyal veya kişisel özgürlükleri için bir silah olarak kullanmaktan çekinmedi. Dolayısıyla bu dev sergide hayal dünyasının sınırlarını zorlayacak türde işler göreceğiz. 80 yıllık bi zaman dilimini kapsayan sergide 150’den fazla iş yer alıyor. Serginin değineceği diğer önemli nokta ise sürrealizmin dünyadaki sanatçılar tarafından nasıl kabul edilip uygulandığını anlayabilmek için akımın gelişip serpildiği yerlere odaklanması. Mesela Sürrealist Araştırma Bürosu’yla Paris, Art et Liberté grubuyla Kahire, sürrealist akımın önce yazarlar tarafından başlatıldığı yer olan Karayipler, kadın sanatçıların yaratıcı bağlarıyla şekillendiği Mexico City ve yine akımın radikal siyaset için bir araç olarak kullanıldığı yer olan Şikago bunlardan bazıları. İYİ BİLİNENLE AZ BİLİNEN BİR ARADA Sergide Joan Miró, Frances del Valle, Yayoi Kusama, Pablo Picasso, Marcel Duchamp, Gabriel García Márquez ve André Breton gibi tanınmış sanatçı ve yazarlar yanı sıra ismini daha önce duymadığımız, belki de onlarca sanatçı ve yazar da yer alacak. Sergide Türkiye’den Yüksel Arslan’ın da olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Az duyulmuş ve nadir görülebilecek işlerden en dikkat çekicilerinden birisi Ted Joans’a ait 11 metrelik “Long Distance / Uzun Mesafe (1976-2005)” isimli serbest çizimlerden oluşan katlanır bir defter. Joans, bu işini tüm dünyadan 132 katılımcıyla yaklaşık 30 yılda tamamlamış. Serginin The MET versiyonu, Ekim ayında New York’ta gösterilmeye başlanmıştı. Tate Modern versiyonu ise daha farklı bir sergileme alanı sunacağı için deneyimi bambaşka olacak. Sergi 29 ağustosa dek Londra’da ziyarete açık olacak. www.tate.org.uk Surrealist storm in London at the end of February Words | Oktay Tutuş T ate Modern is holding an extensive surrealism exhibition on February 24. It is not in vain that Tate Modern chose The Metropolitan Museum of Art, on the other side of the Atlantic, as an accomplice for this exhibition titled “Surrealism Beyond Borders”. Because what these two deep-rooted institutions want to underline is the fact that surrealism is beyond borders and universal. At the same time, the exhibition wants to show how surrealist artists do not bow to authority and teach the dream of “a new world is possible”. In addition to well-known artists and writers such as Joan Miró, Frances del Valle, Yayoi Kusama, Pablo Picasso, Marcel Duchamp, Gabriel García Márquez and André Breton, there will also be dozens of artists and writers whose names we have not heard of before. Let's not forget to mention that Yüksel Arslan from Turkey is also in the exhibition. One of the most notable works that are less heard and rarely seen is an 11-meter folding notebook made of free drawings named “Long Distance (1976-2005)” by Ted Joans. Joans completed this work in nearly 30 years with 132 participants from all over the world. The MET version of the exhibition began to be shown in New York in October. The Tate Modern version, on the other hand, will offer a different display area, so its experience will be completely different. The exhibition will be open to the public in London until 29 August. Çapa 5

bottom of page