May 2024 | Art & Culture
HANS OP DE BEECK
“Life is never one-dimensional”
words Onur Baştürk
photos Studio Hans Op de Beeck BVBA
Günlük yaşamın en büyük ilham kaynağınız olduğunu okumuştum. Ama gündelik hayat uçsuz bucaksız bir evren. Gündelik hayatın en çok hangi ayrıntıları ilginizi çekiyor?
Gerçekten de küçük, görünüşte dikkat çekici olmayan eylemler ya da anlar: Kızımın kucağımda uyuyakalması, köşedeki fırıncının rengârenk pastalarını vitrine özenle yerleştirmesi, bir bahçıvanın yürüyüş yolundaki yaprakları sakin bir şekilde süpürmesi, yaşlı bir kadının oyun parkındaki bir çocuğa sabırla yardım etmesi…
Görünüşte önemsiz olan bu anlar benim için hayatın gerçek özü. İnsanlığın durumu hakkında incelikli bir şekilde büyük resmi yansıtıyorlar. Ama bana ilham veren günlük hayattan nesne ya da yerler de olabilir. Bir gün öncesinden kalma, yarısı yenmiş bir doğum günü pastası ya da terk edilmiş bir lunapark... Ayrıca yoldan çıkma, başka bir şeye dönüşebilecek durumlar, bir yerde bir şey olmuş ya da olmak üzere olduğu fikri, mekanların dram ya da çatışma katmanları gibi incelikli kavramları da seviyorum.
Heykelleriniz ve enstalasyonlarınızda ve hatta diğer işlerinizin çoğunda kullanmayı sevdiğiniz gri renk, figürlerin zaman içinde donmuş ya da taşlaşmış gibi görünmesini sağlıyor. Grinin başka bir nedeni var mı? Bu griyi elde etmek için özel bir tekniğiniz var mı?
Çalışmalarımın en fazla görünürlük elde eden kısmı monokromik gri ile gerçekleştirdiklerim. Bu nedenle farklı tonlarda gerçekleştirdiğim işlerden daha fazla biliniyor. İki ya da üç rengin kombinasyonlarından oluşan heykeller de yaptım. Video, tiyatro ve opera için senaryolarımın çoğu da tam renkli... Ancak üretimimin bir noktasında heykel objelerini, iç mekanları ya da manzaraları fosilleşmiş, taştan, pigmentli alçıdan yapılmış gibi gösteren kendi gri rengimi keşfettim. Bu taşlaşmış görüntü insana Pompeii’yi düşündürüyor: Zamanda donmuş bir yaşam. Neredeyse tesadüfen icat ettiğim gri kaplamanın -heykelin üzerine çok sayıda ince kaplama katmanıyla yapılan bir teknik- ışığı çok hassas bir şekilde yansıttığını, neredeyse kadife gibi bir görünüme sahip olduğunu keşfettim. Bence bu tasvir edilene özel bir hava veriyor. Figüratif formları bir tür paralel, sessiz dünyaya soyutlayan yumuşak bir cilt. Renklerin yokluğu ışığa odaklanmayı sağlıyor.
Çalışmalarım asla gerçekliğin olduğu gibi simüle edilmesi, birebir mimesis ya da taklitle ilgili değil; bir ruh hali uyandırmak, yorumlamak ve gerçeklik derisinin altındaki öze dokunmak için dünyayı soyutlamakla ilgili. İzleyicinin anlamadan önce özdeşleşebileceği ve deneyimleyebileceği bir ruh hali; görsel, duyusal bir kurgu biçimi uyandırmak istiyorum. Tek renkli kadife grisi, siyah-beyaz ya da açık mavi ve yumuşak yeşil renklerdeki çalışmalarım; bildiklerimizin sessiz, konsantre varyantları. Bu nedenle hazır ürünlerle çalışmıyorum. Yüzlerce metrekare büyüklüğündeki heykellerim ve enstalasyonlarım, yorumlamanın gücü nedeniyle elle yapılıyor.
Sanat eserleri dışında gri ile ilişkiniz nedir? Mesela gri giyiyor musunuz?
Haha, hayır. Kıyafetler ya da kendi yaşam alanım söz konusu olduğunda gri için özel bir tercihim yok.
HAYAT ASLA TEK BOYUTLU DEĞİL
Uyanıklık ve uyku, hareket ve durağanlık, yaşam ve ölüm... Bunun gibi bir dizi ikiliğin çalışmalarınızın ana teması olduğunu düşünüyorum. İzleyiciye "Hayat işte böyle bir şey" mi demek istiyorsunuz?
Hayat hakkında büyük laflar etmekten, hatta hayatın nasıl işlediğini ukala bir şekilde anlatmaya çalışmaktan hep kaçınmışımdır. Sunacak bir bilgeliğim yok, ama izleyiciyle birlikte yaşam üzerine düşünmeye, onunla aynı soruları paylaşmaya ve merak etmeye çalışıyorum.
Hayatı trajikomik bir olgu olarak görüyorum. Hem gülünç hem de ciddi olanı, keyifli ve zor olanı, canlı yaşamı ve yaşamın durgunluğunu, keyfi ve acıyı göstermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Hayat asla tek boyutlu değil. Sizin de belirttiğiniz gibi; kontrolü, kendimizi, kimliğimizi bıraktığımız anları ve bilinmeyene, sarhoşluğa, uykuya, bilinçaltına teslim olduğumuz anları seviyorum. Dünyanın dilsel kavranışının, mantığın ve entelektüel meşruiyetin dışında kalan o kadar çok bilinmezlik, karanlık ve gizem var ki; sanat bu kavramlara dokunan araçlardan biri.
“The Horseman”, “’The Boatman” ve “Hélène”… Sırada bunlar gibi yeni bir kahraman figürü var mı?
Bu çalışmalarla izleyiciye, bu figürlere yansıtabileceği her türlü olası hikâyenin başlangıcını sunmaya çalıştım. Kim bunlar, nereden geliyorlar, hayatlarının neresindeler, hayatlarında neler oluyor ve nereye gidiyorlar? “The Horseman” ve “The Boatman”, mütevazı eşyalarıyla hayatlarının geri kalanına doğru yol alan yalnız gezginler. Onlar bir tür isimsiz anti-kahraman. Atlı adamın omzundaki küçük maymunun gözlerinde “Yine nereye geldik?" diyen bir bakış vardır. Atlı adamın kendisi de omzunun üzerinden benzer, arayış dolu bir bakışla bakar. Bu, şaha kalkmış bir at üzerinde tasvir edilen kahraman askeri hükümdar ya da kralın neredeyse tam tersi. Çünkü heykel tarihi boyunca bu tür tasvirlere bolca rastlanabilir. Kadın boksör Hélène ise son derece kırılgan bir genç kız. Kaslı bir atlet değil. Daha çok yolda karşılaştığı kötü dünyaya karşı kendini savunmak için boksa başladığını varsayacağımız içine kapanık bir kız. Onu huzurlu bir iç gözlem anında, sessiz, izole bir noktada boyun eğmiş bir şekilde otururken buluyoruz.
Ama onları bir tür esrarengiz kahraman olarak görmenizi anlıyorum. Çünkü her biri kendi tarzında, ama dikkat çekici olmayan bir şekilde tasvir edildi.
Hali hazırda planlanan büyük, mimari, sürükleyici enstalasyonlarıma ek olarak; kolunda baykuş olan gizemli kör bir kadın, büyük boy yetişkin kıyafetleri giymiş iki çocuk, şezlongda bir tilkiyi okşayan 50’li yaşlarda bir kadın gibi bazı kurgusal karakterlerin heykellerini de planlıyorum.
Büyük ölçekli eser yaratmanın zorlukları nelerdir? Büyük ölçekli işler ne kadar zaman alıyor ve bu sabra sahip olmak nasıl bir duygu?
Geçen yıl Lyon Bienali için 1900 metrekarelik bir yerleştirme yaptım. Helsinki'deki Amos Rex Müzesi'ndeki kişisel sergim için de 2 bin metrekarelik sürükleyici bir deneyim yarattım. Bunlar genellikle taşınması için on büyük kamyon gerektiren projeler. Dolayısıyla, gerçekten de çok fazla organizasyon ve lojistik söz konusu. Neyse ki küçük bir ekibim ve benim için tüm bu pratik ihtiyaçlarla ilgilenen harika bir yöneticim var. Ekibimle bu tür büyük enstalasyonları oluşturmak için aylar sürüyor. Ve genellikle aynı anda birkaç sergi ve enstalasyon üzerinde paralel çalışıyoruz. Çünkü yılda yaklaşık 30 sergi yapıyorum.
Geceleri büyük suluboyalar yapıyorum. Gündüzleri stüdyomda yeni heykeller üzerinde çalışıyoruz. Bir yandan da birkaç işçiyle birlikte dışarda bir yerde anıtsal bir enstalasyon üzerinde çalışıyoruz. Bazen çok az uyuduğum dönemler oluyor.
Her büyük yeni enstalasyonda yeni zorluklarla karşılaşıyoruz. Gerçek boyutlu atlı karıncamı yaptığımızda olduğu gibi. Açık havada gösterilecekti ve bu nedenle rüzgâra ve hava koşullarına dayanması gerekiyordu. Nasıl inşa edilmesi gerektiğini anlamak için çok fazla araştırma yapmak gerekiyordu. Ya da mesela büyük bir uçurum yaptık. Devasa bir kaya oluşumunun devasa bir beton heykeli. Taşınabilir olması gereken çok ağır parçalardan oluşan bir tür zor bulmaca.. Bilgisayarda gerçekleştirilen foto-gerçekçi setler (CGI) ve hiç deneyimim olmayan “green key” stüdyolarda yapılan kayıtlarla sinematografik bir film de yaptım. Bu tür teknik ve organizasyonu zor işler her zaman adrenalin akışı sağlıyor. Bu motive edici.
Elbette eserlerinizin yaratım sürecindeki aşamaları da merak ediyorum. Eğer bu gizemli bir durum değilse, biraz anlatabilir misiniz?
İnsan figürleri için kombine tekniklerle çalışıyorum. Model stüdyoya poz vermeye geliyor ve birlikte etkileyici, ama aynı zamanda model için rahat ve doğal hissettiren bir poz arıyoruz. Daha sonra pozun ve yüzün kapsamlı fotoğraf dokümantasyonunu yapıyoruz. Genellikle modelin kolları, elleri, alt bacakları ve ayakları üzerinde bir yaşam kalıbı oluşturuyoruz. Baş kısmını kurumayan, uzun süre işlenebilir kille gövdeyi ise genellikle PU köpük ya da benzeri hafif, kolay işlenebilir malzemeyle şekillendiriyoruz. Daha sonra düzgün bir şekilde sıvanıyor, zımparalanıyor ve büyük bir kalıp yapıyoruz. Heykeli monolitik olarak tek bir malzemeden, genellikle polyesterden, bazen de dış mekan için bronzdan dökebiliyoruz. Son dokunuş ise ekibimle birlikte geliştirdiğimiz tek renkli kaplama.
Aşağıdaki cümle bir röportajınızdan: "Bir fikri tasarlamak her zaman çok basittir, en zor kısmı onu hayata geçirmektir". Hayata geçirmekte zorlandığınız bir fikriniz oldu mu?
Bir sanat eserinin ana fikrinin çok basit olabileceğine ve bir sanat eserinin içeriğiyle mükemmel bir dengede olduğunda hayat bulabileceğine inandığım doğru. Masa üstündeki şişeler gibi, tamamen sıradan nesneler bile doğru şiirsel duyarlılık ve sanatsal hassasiyetle resmedildiğinde büyük bir sanata dönüşür. Görünürde anlamsız olan nesneler o zaman gerçek, temel bir içeriğe dönüşür.
Çok fazla heykel ve suluboya resim yaptım ya da uygulamada başarısız olup atmak zorunda kaldığım metinler yazdım. Öğrenmek için hata yapmalısınız. Özeleştiri ile değerlendirmeye devam etmelisiniz ve kendi standardınızdan asla ödün vermemelisiniz. Çünkü er ya da geç pişman olacaksınız.
Bir sanat eserinin konusu olamaz mı? Ya da konu sizin için ne kadar önemli? Bir duygudan yola çıkmak daha mı önemli?
Gerçekten de bir keresinde sanatın bir konusu olması gerekmediğine dair cesur bir açıklama yapmıştım (gülüyor). Demek istediğim şey şuydu: Sanatçı biçim ve içerik arasındaki hassas dengeyi nasıl bulacağını bildiğinde en sıradan nesne bile büyük bir sanat haline gelebilir. Mesela büyük, görkemli tarihi konulardan bahseden ya da yaklaşan sorunlara karşı açıkça aktivist bir sosyal sorumluluk üstlenen sanata kesinlikle karşı değilim. Ancak Vermeer'in sessiz bir odada süt döken kadın resmi ya da Morandi'nin masa üstündeki ince şişelerden oluşan küçük koleksiyonu da dünya, melankoli ve insanlık durumu hakkında derin bir şekilde konuşur.
Çalışmalarımda; ister film, ister tiyatro eseri, ister suluboya ya da anıtsal bir enstalasyon olsun, öncelikle duyusal deneyimi hemen harekete geçiren zorlayıcı bir ruh hali uyandırmaya çalışıyorum. Bu noktadan sonra çok katmanlı öğeler ekleyebilir ya da bunları görüntünün satır aralarına ustaca dahil edebilirim. Öncelikle zaman ve mekan sınırlarının ötesinde, evrensel konuşan imgeler arıyorum. Buna ek olarak, güncel meseleleri gizlice entegre etmekten kesinlikle çekinmiyorum. Bu genellikle işlerimi anakronik ve eklektik hale getirerek tüm zamanlara hitap etmesini sağlıyor.
SANATÇI OLMAK KENDİNİ SÜREKLİ YENİDEN KEŞFETMEKLE İLGİLİ
Son olarak, şu anda hayatınızın hangi dönemindesiniz? Geçmişte yarattığınız eserlere dönüp baktığınızda ne hissediyorsunuz? Şöyle mi diyorsunuz: "Başardım" mı diyorsunuz yoksa "Daha gidecek yolum var" mı diyorsunuz?
Dört harika çocuğun gururlu babasıyım ve onlarla güzel, güçlü bir sevgi ve güven bağı kurabilmek hayattaki en önemli başarım. Sanat alanında beş yüzden fazla sergi açtım. Dünyayı dolaştım. Oyunlar ve filmler yazdım, yönettim ve senaryolarını yazdım, opera yönettim ve sahneye koydum. Şimdiye kadar yaşadığım hayat zaten çok tamamlanmış hissettiriyor. Bu nedenle hayatım burada ve şimdi sona ererse, onu zaten en dolu şekilde yaşadığımı hissediyorum. Ama hiçbir zaman dedikleri gibi 'tamamladığımı' hissetmeyeceğim. Çünkü hayat hiç bitmeyen zihinsel ve duygusal bir yolculuk olmaya devam ediyor. Bir sanatçı olmak aslında kendini tekrar tekrar yeniden keşfetmekle ilgili.
Son günüme kadar gurur duyacağımı ve mutlu olacağımı bildiğim çalışmalarımın bir kısmına memnuniyetle bakıyorum. Ama elbette bugün sanatsal açıdan yeterince güçlü olmadığını düşündüğüm çalışmalarım da var. Özeleştiri yapmaya ve kendimi geliştirmenin yollarını aramaya devam ediyorum. Bu sadece sanatçılığım için değil, aynı zamanda bir insan, bir baba, bir arkadaş olarak da geçerli... Kendim üzerinde çalışmaya ve öğrenmeye devam etmek istiyorum.
BENİM İÇİN O ENSTALASYON DEV BİR ‘MEMENTO MORİ’YDİ
“We Were the Last to Stay” isimli enstalasyonda terk edilmiş karavan kampının hayalet ruhu beni büyüledi. İnsanların aniden ortadan kaybolduğu bir dünyadan bir kesit gibiydi. Enstalasyonu oluştururken bunu düşündünüz mü?
Gerçekten de, tüm sakinlerinin yok olduğu, insansızlaştırılmış hayali bir alan göstermek ve ziyaretçiye bir zamanlar olanın yabancılaştırıcı bir ardıl imgesini sunmak istedim. Lyon Bienali için tasarladığım 1900 m2'lik mekâna özgü bir enstalasyondu bu.
İzleyici; içinde bir karavan kampı, oyun alanı ve göleti olan harap bir şehir parkı arasında bir yerde, gerçek boyutlu, terk edilmiş bir kamp alanının heykelsi bir çağrışımını yarattığım anıtsal bir fabrika salonuna girdi. Ayrıca bir sebze bahçesi ve arabalar için tamir yeri de vardı. Enstalasyonun tamamını tek renkli gri, bazı kısımlarını ise siyah beyaz olarak gerçekleştirdim. Bu da bütünü oldukça hayalet, yabancılaştırıcı, sanki taşlaşmış, zaman içinde donmuş, toz tabakası altında renksiz kalmış ya da küllerle kaplanmış bir hale getirdi.
Enstalasyon; küçük, modern bir hayalet kasaba gibiydi ve kenar mahallelerde, koşuşturmadan uzakta bir hayali topluluk için doğaçlama bir yaşamın neye benzeyebileceğini, bu küçük kırılgan dünyanın büyük olanda nasıl yankı bulmuş olabileceğini, mekanın terk edilmesine neyin sebeb olabileceğini anlatıyordu.
Çalışmanın ismi ise paylaşılan hayaller ve hayatların ivmesi geçtiğinde, ortam canlı bir parti sonrası melankolik boşluğa yakın bir ruh haline dönüştüğünde, orada kalan son sakinlere atıfta bulunuyor. Benim için enstalasyon devasa bir 'memento mori’ydi.
'Stargazing' adlı eserinizdeki fantastik izler şimdi Midjourney ve benzeri yapay zeka araçlarıyla çoğaltılıyor. Hepsi birbirinin kopyası gibi görünen yapay zeka ile mimari yönelimli bu tasarım çılgınlığı hakkında yorumunuz nedir?
Dijital evrime hiçbir zaman direnmedim. Birçok filmimde CGI ile çalışarak foto-gerçekçi kurgusal film setleri yarattım. Ayrıca dijital animasyon filmleri için bugün mevcut olan tüm seçenekleri kullandım. Ancak çalışmalarımın özü her zaman analog olacak. Çünkü özellikle büyük sürükleyici enstalasyonlar deneyim açısından daha çok dokunsallığa ve duyusal güce sahip. Sanal dünya, fiziksel heykel formlarından tamamen farklı. Daha steril bir 'deriye' sahip ve fiziksel bir sergi alanındaki 'gerçek' ışık ve aydınlatmanın gücünden yoksun.
Ancak, tamamen analog olan zamanlardaki her şeyin daha iyi olduğunu iddia eden biri değilim. “Eski güzel günler” diye adlandırılan zamanlarda hiçbir şey daha iyi değildi. Büyük evrensel sorular, insanlık durumu, inşa ve yıkım, savaş ve barış, doğa ve kültür arasındaki zamansız değişim asla değişmeyecek.